(Ahde Vefa Turan Birliği Derneği’nin düzenlediği “3 Mayıs Türkçüler Günü” konulu söyleşide yapılan tebliğ)  
3 Mayıs Türkçülük Günü’nü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Konya çeşitli Türk devletleri yaşamış, öz Türk vatanıdır. Konya, asırlardan beri tüten büyük bir nurun ocağıdır. Türk kültürünün esaslı kaynaklarından biridir.” sözleriyle yücelttiği ve sevdiği şehir Konya’da kutlamaktan onur duyuyorum. Türk olmak ve Türkçülük fikrini savunmak, bu uğurda yürütülen davalarda mücadele vermek kolay bir iş değildir.
Türk Birliği fikrini bilimsel temellere oturtan Pantürkizm’in Babası olarak bilinen Yusuf Akçura (1876–1935), 1944 yılında Türkçülük –Turancılık davasında yargılanan Zeki Velidi Togan (1890–1970) İdil-Ural bölgesinin yetiştirdiği Türklerdendir. Türkiye, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan gibi vatanlarında vatansız kalan dış Türklere kucak açmış, onlar için “ikinci vatan” olmuştur. Yurt dışından gelen Türkler ise Ruslardan kurtuluş yolunu Türk Birliği bayrağı altında birleşmekte aramış ve bunun mücadelesini vermiştir.
Çarlık Rusya’sı ve Sovyet Dönemi
Rus istilası, 1552 yılında Kazan Hanlığı’nın Korkunç İvan tarafından işgali ile başlanmıştır. 333 yıllık süreç içerisinde Çarlık Rusya’sı tüm Türk Dünyası’nı boyunduruğu altına almıştır. 1556 yılında Kazan Hanlığı’nın son başkenti Çalım, 1557 yılında Başkurdistan, 1783 yılında Kırım Hanlığı olmak üzere İdil-Ural-Kırım sırasıyla Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Toprak işgali sonrasında Ruslar, Rus olamayan milletleri Hıristiyanlaştırma yoluyla Ruslaştırma siyasetini başlatmıştır. Rusların bu siyaseti İdil-Ural bölgesinde birçok ayaklanmaya neden olmuştur. 1552 yılından itibaren 463 yıllık zaman zarfında Ruslara karşı mücadelede önderlik eden, en fazla kurban veren ve en sert direniş gösteren Kazan Tatar Türkleridir dersek yanlış olmaz. Kazan Tatarlarının vatan, millet ve devlet uğruna yürüttüğü bağımsızlık mücadelesi ister Çarlık Rusya’sı Dönemi’nde, ister Sovyet Dönemi’nde, ister 1990’lı yıllardan sonra cereyan eden olaylarda hiç eksilmeden sürmüştür. Onun için Rusya’da yaşanan bu mücadele tarihini Kazan Tatar Türkleri örneğinde irdeleyeceğiz. 1917 Şubat ve Ekim Devrimlerini İdil-Ural Türkleri büyük bir heyecanla karşılamıştır. Bu devrimi Çarlık Rusya’sından kurtuluş olarak gören Türkler, çok zaman geçmeden Komünistlerin iyi niyetli olmadığını anlamıştır. Bir dönem Sovyetlerle işbirliği yapan Zeki Velidi Togan şu sonuca varmıştır: “Demek Sovyetler iyilik perdesi altında her ne iş yaparlarsa yapsın bunun arkasında en büyük kötülük gizlenmiş oluyor.” (Togan 1999: 237). Yaşanan hüsran sonucu bölge Türklerinin bir kısmı yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştır.
Sovyetler döneminde yaşananlara ve Türklere yapılan zulme kısa bir göz gezdirelim: 1. 1921–1922 yıllarında İdil-Ural bölgesindeki yapay açlık sonucunda birçok insan açlıktan ölmüş, bir kısmı Kazakistan, Özbekistan vs yerlere göç etmek zorunda kalmıştır.
2.1928 yılında Stalin’in talimatı üzerine başlatılan aydın soykırımı 1937–1938 yılında doruk nokrasına çıkmıştır. Akabinde birçok aydın tutuklanmış, yargılanmış, sürgün ve idam edilmiştir. Stalin Dönemi’nde (1924–1953) idam edilen ve yargılananların sayısı bazı kaynaklara göre 30–40 milyon, bazılarına göre ise 60 milyondur. Bu rakam, o dönemki nüfusun dörtte birine denk gelmektedir. Nüfusuna oranla en çok kayıp veren millet de Kazan Tatarlarıdır.  
3. 1941–1945 İkinci Dünya Savaşı yılları da büyük kayıplara neden olmuştur. 18 Mayıs 1944 Kırım Türklerinin sürgünü, 1944 Kasım Ahıska Türklerinin sürgünü tam anlamıyla bir soykırımdır.
4. 1950 yılında tekrar bir yapay açlık vakası yaşanmıştır.
5. 29 Ekim 1957 tarihinde Ural’ın ötesinde bulunan “Mayak” atom tesisinde meydana gelen patlama ve akabinde Rus köyleri hemen tahliye edilmiş, Tatar köyleri ise tahliye edilmeden haritadan silinmiş ve köy sakinleri kaderi ile baş başa bırakılmıştır.
Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Çarlık Dönemi yerini Sovyetlere bırakmış, ancak Ruslaştırma siyaseti devam etmiştir. Sovyet Dönemi’nde yaşananları görmüş geçirmiş Tatar tarihçi, bibliyograf Ebrar Kerimullin (1925–2000) durumu şöyle özetlemiştir: “Komünistler iktidara gelince, molla oğlu olmak, dine inanmak, geleneklere bağlı kalmak, milletinin tarihini savunmak büyük “günahlardan” sayılmıştır. Bunun farkına varan Tatar aydınları, kendi “günahlarından” arınmak için, bir nevi vaftiz yolunu – Rus kadınlarla evlenme yolunu seçtiler. Bir zamanlar, Tatar Folkloru üzerine birçok büyük çalışmalar yapan bilginimiz Hemit Yarmöhemmetov kendinin “müezzin oğlu olmasına, “İdegey”1 metinlerini toplamasına, yayına hazırlamasına rağmen, neden tutuklanmağının, işten atılmadığının nedenlerini bana anlatmıştı. “Eşim Rus’tu, Rus kadınlarla evlenenlere milliyetçi, halk düşmanı adını takmıyorlar”, - demişti.
Evet, Rus kadınla evlenme, milletinden kaçma, çocuklarına Rus ismini verme, Sovyet Dönemi’nde kariyer yapma kapılarını sonuna kadar açıyordu. Şimdi de böyle. Biz kırk civarında Tatar generali, amirali olduğunu biliyoruz, onların mutlak çoğunluğunun eşleri Rus’tur. Bunların hepsi milletini satarak koltuk, makam sahibi olmanın örnekleridir… Rus kadınla evlenmediysen, “vaftiz olmanın” diğer yolları da vardır. Makam sahibi olmak için kendi dilini “unutmak”, sadece Rus dilinde nutuk söylemek, Moskova’nın şarkısını okumak, çocuklarını Rus okullarında okutmak şarttır. 
Bu durum sadece Tataristan’da böyle. Tataristan dışına giden Tatarların mutlak çoğunluğu İvan’a dönüşmüş, milletini, soyadını değiştirmiştir… Bunun başka yolu yoktur. Aksi takdirde o en zor işte, asgari ücretle çalışmak zorundasındır. Tatar kalırsa, ona ne lojman, ne kariyerde yükselme vardır, o bir zenci durumundadır. Bu şartlar altında nasıl dilini, milletini düşünürsün? Tüm Sovyet sistemi, Rus olmayan milletleri iktisadi, sosyal ve kültürel yönden Ruslaştırma amaçlı kurulmuştu.” (Kerimullin 1996: 402–403). Görüldüğü gibi Sovyet Dönemi’nde Ruslaştırmanın sadece yöntemleri değişmiştir. Sovyetler “tek tip” insan yetiştirmenin dışında, dilini, tarihini, geleneklerini bilmeyen şuursuz “mankurtlar” yetiştirmiştir. Sovyet Dönemi’nde “Türk olmak” ve “Türk kalmak” çok zor olmuş, bu bugün de böyledir. Ancak şunu belirtmekte yarar var, Türklük için sonuna, ölümüne kadar mücadele eden insanlar da olmuştur. Değil zindanları ölümü bile göze alan yiğit insanlardan ilk akla gelen isim hiç kuşkusuz Tatar ulusunun büyük oğlu, siyasetçi Mirseyit Sultan Galiyev’tir (1892–1941). Sultan Galiyev 1917 Ekim Devrimi’ni büyük bir heyecanla karşılamış ve Lenin’in “Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayın etme hakkı” sözlerinden yola çıkarak Bolşevikleri desteklemiştir. Fakat çok zaman geçmeden söylenenlerin sadece sözde kaldığını gören Sultan Galiyev, gerçekleri Stalin’in yüzüne haykırmıştır: “Yeter, yoldaş Stalin, cumhuriyetlerin bağımsızlığı ile oynamayın! Yaşasın Tatar-Başkurt Cumhuriyeti!” (Kurban 1998: 99). Bu sözleriyle şimşekleri üzerine çeken Sultan Galiyev, sözlerinin bedelini hayatı ile ödemiştir. 
1990’lı Yıllar SSCB’deki değişimler, 1985 yılında Gorbaçev Sovyetlerin başına geldikten sonra başlanmıştır. Gorbaçev’in “perestroyka”, “glasnost” tabirleri Sovyetlerde yeni hayatın başlanacağının habercisi olmuştur. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ile birlikte Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi SSCB için bir milat olmuştur. Demokrasi rüzgârının esmeye başlamasıyla birlikte bölgede yaşayan Türkler de harekete geçmiştir. 1917 devrimleri İdil-Ural’da nasıl bir heyecan yarattıysa 1990’lı yılların değişimi de aynı heyecan ve umut olmuştur. Kazan Tatarları değişimlerden yararlanmakta öncülük etmiştir. Takvim, 1990 yılının 30 Ağustos tarihini gösterdiğinde Tataristan Parlamentosu Yüksek Şurası Tataristan’ın Devlet Egemenliği Beyanatı’nı kabul etmiş ve Tataristan’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. Milli ruh, milli heyecan birçok sivil toplum kuruluşunun açılmasına neden olmuştur. 1990’lı yıllarda Tatar milliyetçilerince, Milli Meclis, Tatar İçtimai Merkezi, “Vatan” Cemiyeti, Dünya Tatarlar Ligası kurulmuştur. Ayrıca dönemin Cumhurbaşkanı M.Şeymiyev’in fermanıyla 1992 yılının Haziran ayında Dünya Tatar Kongresi çağırılmış ve 19–23 Haziran 1992 tarihinde 1000’den fazla kişinin katılımıyla Dünya Tatar Kongresi’nin I.Kurultayı gerçekleşmiştir. 
1991 yılının Aralık ayında SSCB çökmesi sonucunda tepeden inme Rusya Federasyonu ortaya çıkmıştır. Diğer Türk Cumhuriyetleri bağımsızlığını ilan etmişken Rusya Tataristan’ın bağımsızlığını tanımamıştır.   Bu durum karşısında Tataristan Parlamentosu 20 Şubat 1992 tarihinde halk oylamasına gitme kararı almıştır. Bu karar doğrultusunda 21 Mart 1992’de halk oylaması yapılmıştır. Referandumda halka “Siz Tataristan’ın egemen devlet, uluslar arası hukuk sübjekti, Rusya ve başka cumhuriyetler, devletlerle ilişkilerini eşit şartlarda hukuki anlaşmalar yapan Cumhuriyet olmasını istiyor musunuz?” sorusu sorulmuş ve “evet” veya “hayır” olarak yanıtlanması istenmiştir. 3.768.500 nüfuslu Tataristan halkının % 51,3’ünü Tatarlar, % 41’ini Ruslar, % 3’ünü Çuvaşlar, kalan % 4,7’sini de diğer milletler teşkil etmektedir. Toplam nüfusun % 56,58’ini oluşturan 2.132.351 kişi referanduma katılmıştır. Katılımcıların 1.309.056’sı (%61,4)  “evet” , geriye kalan 799 bin 444’ü “hayır” oyu kullanmıştır. Benim de canlı şahidi olduğum ve görev aldığım halk oylaması Tataristan’ın bağımsızlığı lehinde sonuçlanmıştır.         
21 Mart 1992’de Tataristan’da yapılan referandumdan sonra 31 Mart 1992 tarihinde, Rusya imzalanması için federe cumhuriyetlere “federatif antlaşma” sunmuştur, fakat Tataristan ve Çeçenistan bu antlaşmaya imza atmamış, haliyle Tataristan’ın Rusya Federasyonu’na dâhil olduğuna dair herhangi bir sözleşme bulunmamaktadır. Buna ek olarak tarihçi ve siyasetçi İndus Tahirov’un şu sözlerini de hatırlatmakta yarar vardır: “Burada şu gerçeğin altını çizerek belirtmek gerekiyor ki, Tatar ülkesinin zorla Rusya’ya katılmasından (1552) bugüne kadar tek bir Tatar böyle bir antlaşmaya imza atmamıştır.” (Tahirov: 1994: 145). Federasyon, savunma ve dış politika alanında dayanışma amacıyla birden fazla devletin bir birlik devlet içinde birleşmesi anlamına gelmektedir. Durum böyleyken Rusya’nın ortaya attığı Rusya Federasyonu gerçek dışı bir uydurmadır ki, son günlerde bunun birçok kanıtına rastlamak mümkündür. 21 Mart tarihinde halktan gelen güvenoyuna dayanarak Tataristan kendi anayasasını hazırlamış ve anayasa Tataristan Parlamentosu’nda 6 Kasım 1992 tarihinde kabul edilmiştir. Tataristan Anayasası’nın giriş sayfasında şu satırlar yer almaktadır: “Bu anayasa, Tataristan Cumhuriyeti’nin devlet statüsü hakkındaki halk oylaması sonucuna göre kabul ve ilan edilmiştir.”(Tataristan Cumhuriyeti Anayasası 1995: 5). Tataristan Anayasası’nın 1 maddesi, Tataristan’ın egemen demokratik bir devlet olduğunun altını çizmiştir, ayrıca 4.maddeye göre Tataristan’da iki dil: Tatar ve Rus dilleri resmi dil olarak ilan edilmiştir. Referandum ve Anayasa, Tataristan’ın bağımsız bir devlet konumuna gelmesinin bir kanıtıdır ki, konuyla ilgili İndus Tahirov şu satırları yazmıştır: “Tataristan kâğıt üzerinde de olsa, otonom cumhuriyetten bağımsız bir cumhuriyete dönüştü. Bugün, bu belgelere esasen, Tataristan, Rusya ve diğer devletlerin önünde bağımsız bir devlet olmaya hak kazandığını kanıtladı. Referandumun yapılması, bağımsızlığın hukuki esasını güçlendirdi.”  (Tahirov 1994: 208). Rusya’nın bu olaylar karşısında ne yapacağı merak konusuydu. Rusya, Tataristan’ın ne bağımsızlığını kabul etmek istiyor, ne de fazla ses çıkmasını. Bunun sonucu 15 Şubat 1994 tarihide B.Yeltsin ile M.Şeymiyev arasında “Yetkileri Paylaşma Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşma bir taraftan Rusya’nın tepkiler karşısında geri adım atması gibi algılansa da, aslında gerçekler hiç de göründüğü gibi değildir. Rusya için “Yetki Paylaşımı”, Tataristan’ın dizginlerini ele alma ve Tatarları oyalama, zaman kazanma anlamını taşımaktaydı. Bunun yanı sıra antlaşmanın Tataristan Cumhurbaşkanı Şeymiyev tarafından imzalanması, Tataristan adına verilen ilk taviz, Tataristan’ın elde ettiği başarıların kaybının başlangıcıydı. Tataristan Cumhuriyeti için yeni bir çöküş döneminin habercisiydi. Bundan sonra Tataristan’ın elde ettikleri yavaş yavaş elinden alınacaktı… Ayrıca 1994 yılında Rusya’nın bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’a karşı acımasız bir savaş açması, Tatarlar başta olmak üzere Rus olmayan diğer uluslara gözdağı vermek ve korkutarak susturmak içindi. 10 yıl devam eden bu savaşta Çeçenistan yerle bir edilmiş, sivil halk acımasızca katledilmiş, milletin savunucusu olan 2 cumhurbaşkanı öldürülmüştür. Bu savaş, kendinden başka milletlere hak tanımayan zalim Rusların gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.