Küresel aktörler, doğrudan savaşmak yerine, hedeflerine vesayet savaşları üzerinden ulaşmak istediklerinden, terör ve terör örgütleri giderek çeşitlenmekte, dünyamız bütünüyle bir terör krizine sürüklenmektedir. 

Irak ve Suriye’de İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı kontrolü altında tutan IŞİD/DEAŞ, İncirlikte üslenen NATO üyesi koalisyon güçlerinin gözü önünde NATO üyesi bir ülkeye füze saldırıları düzenleyebiliyorsa, bu durum, terörün hangi boyuta ulaştığının en çarpıcı göstergesidir.  

Esat’ın vurulmasında olduğu gibi, IŞİD/DEAŞ’ın vurulmasında da ayak sürüyen ABD’nin, bölgeyi, kontrol edilebilir bir kaos üzerinden kontrol altında tutmak istediği anlaşılıyor. Dünyayı terör bataklığına sürükleyecek bu politika, yeni nesil savaşlar bağlamında, her ülkeyi kendi terör örgütünü üretmeye zorlayan sorumsuz bir politikadır. 

Öyle görünüyor ki, küresel terör krizi, 2008’de yaşadığımız küresel ekonomik krizden daha yıkıcı olacaktır. 

Bazen haberler gazete sayfalarında öylesine mutlu rastlantılarla yan yana geliverir ki, uzun süredir yanıtını aradığınız sorular kendiliğinden yanıtını bulmuş olur. 

Salı günkü (26 Nisan) Hürriyet’te, siyaset kulisleriyle olan yakın ilişkilerinden dolayı, yazıları mercekle okunan Abdülkadir Selvi’nin “O Gece Neler Yaşandı?” başlıklı yazısını okurken kafamızda oluşan soruların yanıtları, karşı sayfadaki “ABD’den IŞİD’e Cehennem Ateşi İstedik” ve “ABD’yle Temasımız Var” başlıklı haberlerden el sallıyordu. 

Abdülkadir Selvi, merakla okuduğumuz yazısında, “24 Kasım’da Rus uçağının düşürülmesinden bu yana, tedbir olarak, savaş uçaklarımız Suriye’deki operasyonlara katılmıyor. Ama Türkiye’nin belirlediği koordinatlar koalisyon güçlerine iletiliyor. Kimi zaman bu hedefler koalisyon güçleri tarafından ortadan kaldırılıyor. Ama kendi Hava Kuvvetlerimizi kullanmak kadar etkili değil” diyordu.  Bu satırlarda, 24 Kasım’da Rus savaş uçağının düşürülmesinden bu yana yaşanmakta olan ve ayrıntılarına pek girilmek istenmeyen bir sıkıntının yansıması açıkça görülüyor: “Ama kendi Hava Kuvvetlerimizi kullanmak kadar etkili değil..”

Neden değil?

Çünkü, 24 Kasım’da, “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e uzanmasını engellemeye çalışan Putin’in savaş uçağını düşürerek, Rusya ile hasım olduk. Tamam, gitmesini istediğimiz Esat’a güçlü destek vermesinden dolayı Suriye konusunda anlaşamadığımız noktalar vardı, ama “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e uzanmasına karşı olmak gibi bazı önemli ortak görüşlerimiz de vardı. Devlet otoritesi kalmayan Suriye’de, Esat’ın saldırılarına karşı Halep’teki, Bayır ve Bucak’taki Türk varlığını koruma açısından da Rusya ile diyalog halinde olma zorunluluğu vardı. 24 Kasım’dan bu yana, Rusya’nın misilleme için fırsat kolladığı bilindiği için, savaş uçaklarımız, tedbir olarak, Suriye’deki operasyonlara katılmıyor. 

Peki, bir süredir güneydoğu bölgemizi özellikle Kilis’i sınır ötesinden attığı Katyuşa füzeleri gönderen IŞİD’DEAŞ hedeflerini Fırtına Obüslerle vurmak etkili ve caydırıcı oluyor mu? 

Olmuyor. Peki ne yapıyoruz?

Türkiye’ye yönelik terör operasyonlarında bir değişiklik gözlenen ve doğrudan Türk Ordusunu ve Türk halkını hedef alma cesareti bulan IŞİD/DEAŞ’ın füze attığı üslerin koordinatlarını koalisyon güçlerine bildiriyoruz. 

Peki, koalisyon güçlerinin uçakları, istihbaratı alır almaz havalanıp IŞİD/DEAŞ hedeflerini vuruyorlar mı?

O konuda, güven bunalımı da içeren bir sıkıntı var.. Abdülkadir Selvi “O Gece Neler Yaşandı?” başlıklı yazısında Ankara ile İncirlik arasında yaşanan trafiği şöyle anlatıyor:

“Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın toplantı yaptığı sırada Kilis’e düşen roketler can kaybına yol açmıştı. O andan itibaren Ankara ile İncirlik arasında bir trafik yürüyor. Roketlerin atıldığı koordinatlar belirlenip, koalisyon güçlerine iletiliyor. Bunun üzerine gece 21’de İncirlik Üssü’nden 4 adet A-10 savaş uçağı havalanıyor, ama DEAŞ hedeflerini vurmadan üsse geri dönüyor.”

Uçakların tek vuruş denemesi yapmadan geri dönmelerinin gerekçesi: “Hava koşulları uygun değil.” 

“Bu durum Ankara’da rahatsızlığa neden oluyor. Amerikalıların niyetlerini sorgulayan değerlendirmeler yapılıyor. 4 Adet A-10 savaş uçağı gece saat 01.00’de İncirlik’ten tekrar havalanıyor. Ağır bir bombardıman yaşanıyor. A-10’lar ‘hedef imha edilmiştir’ notuyla geri dönüyor. 

Kilis’e atılan roketlerin mesajı net. DEAŞ, alçak uçtuğu için radarlar tarafından yakalanamayan, kovanı ile birlikte düştüğü için yüksek ses ve can kaybına yol açan Rus yapımı Katyuşa roketlerini özellikle tercih ediyor. Sınırımızın hemen öte yakasında bir süredir Türkmenler ve ılımlı muhalefet unsurları ile DEAŞ arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkan Obama ile Başkan yardımcısı Joe Biden’la görüşmesinde, DEAŞ’la mücadele adı altında PYD’nin Afrin - Kobani arasında bir koridor açmaya çalıştığı uyarısında bulunmuştu.” 

“…Türkiye’nin önerisi üzerine PYD geri çekildi Türkmen ve ılımlı muhalefet unsurlarıyla, bölge DEAŞ’tan temizlenmeye çalışılıyor. Eğer ılımlı muhalefet başarılı olursa ayrı, ama başaramazsa, mayıs sonu itibariyle ABD, PYD’yi yeniden devreye sokacak.”

Ülkemizdeki üslerini kullanarak bölgeyle ilgili hedeflerini gerçekleştirmeye çalışan ABD’nin, “dostum” dediğin bir ülkeye terör uygulayan PKK uzantısı bir örgütle işbirliği yapması, dostluktan öce, insafla bağdaşan bir durum değildir. Rusya tehdidi nedeniyle Türkiye’nin Suriye’de hava unsurlarını kullanamamasından yararlanarak Türk Ordusunu ve Türk halkını hedef alma cesareti gösteren IŞİD/DEAŞ’ın vurulmasında “hava muhalefetini” gerekçe göstermek de “stratejik ortaklık”la bağdaşan bir durum değildir. 

Sınır ötesinden günlerdir Katyuşa roketleri yağdıran IŞİD/DEAŞ’ı Kilis’i vurma menzilinin dışına süpürmek, ABD önderliğindeki koalisyon güçleri için çok mu zor? 1991’de tahrik ederek Küveyt’e soktukları Saddam’ı, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle birlik olup tepeleyen koalisyon güçleri, IŞİD/DEAŞ söz konusu olunca mı çaresiz kalıyorlar?  “Hava muhalefeti” hiç de inandırıcı bir gerekçe değildir. Abddülkadir Selvi’nin yazısında belirttiği gibi, “Bu durum Ankara’da rahatsızlığa neden oluyor. Amerikalıların niyetlerini sorgulayan değerlendirmeler yapılıyor.”

Sorgulamada ilk akla gelen de, NATO üyesi Türkiye’nin savunulması için Suriye sınırına yerleştirilen ABD, Almanya ve Hollanda’ya ait Patriot füzelerinin Rusya’nın hava saldırılarıyla alana girmesinin ardından neden geri götürüldüğü sorusudur. 

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD’nin Mayıs ayında Suriye sınırına 90 km menzilli HIMARS füzeleri yerleştireceğini söylerken, Türkiye’yi komşu kapısı yapan Merkel de İncirlik’te “IŞİD/DEAŞ’la savaşmak üzere” kalıcı üs istemekte. Bütün bu gelişmeler, terör tehdidinin ne ölçüde büyümekte olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 

ABD DE RUSYA DA VESAYET SAVAŞLARINDA TERÖR ÖRGÜTLERİNİ KULLANIYORLAR   

Esat ile Putin’in tahrik stratejisi paralelinde ve devlet aklıyla hareket eden IŞİD/DEAŞ’ın Türkiye ile taktik alanda da çatışmayı göze alması, tahrik kapsamının genişleyeceğinin işareti sayılmalıdır. 

Kilis’e sürekli olarak gönderilen Katyuşa roketleriyle Türkiye, Suriye sınırını karadan ya da  havadan aşması için zorlanıyor. Türkiye, kendini siyasi ve ekonomik açıdan yeni bir krize sürükleyebilecek bir maceraya yelken açmamak için “Ya Sabır” çekerken, imaj erozyonuna da uğramak istemiyor. 

Gelinen aşamada, içinde bulunduğumuz NATO’ya bağlı koalisyon üyelerinin tutumları önem kazanıyor. I. Körfez Savaşı sonrasında, 36. Paralel boyunca böldüğü Irak’ın kuzey parselinde, Batı’nın Kırım Savaşı’ndan bu yana düşlediği “Büyük Kürdistan” ın çekirdek devletini kuran ABD, tarihi fırsatı değerlendirerek, İsrail merkezli bir enerji imparatorluğu kurma hedefini adım adım hayata geçirme kararındadır. Bu hedefe terör örgütü ilan ettiği PKK uzantısı PYD ile elele yürümek isteyen ABD, Türkiye’nin itirazlarını ve kırmızı çizgilerini de görmezden gelmektedir. ABD’nin PYD ile açıkça kolkola yürümesi PKK/Kandil’e de cesaret kazandırmaktadır. 

IŞİD/DEAŞ karşıtı ülkelerle doğrudan ilişkide olduklarını belirten PKK’nın elebaşlarından Cemil Bayık, “IŞİD/ DEAŞ’la mücadele yürütmek isteyen, bizimle iletişime geçmek zorundadır” diyebilmektedir. Küresel çapta ‘Bir terör örgütünü ancak bir başka terör örgütü bitirebilir’ şeklinde bir inancın doğuşuna tanıklık etmekteyiz. 

Irak ve Suriye’de İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı kontrolü altında tutan IŞİD/DEAŞ, İncirlikte üslenen NATO üyesi koalisyon güçlerinin gözü önünde NATO üyesi bir ülkeye füze saldırıları düzenleyebiliyorsa, bu durum, terörün hangi boyuta ulaştığının en çarpıcı göstergesidir.  

ABD ORTADOĞU’YU KONTROLLÜ BİR KAOS ÜZERİNDEN KONTROL ALTINDA TUTMAK İSTİYOR, AMA…

Esat’ın vurulmasında olduğu gibi, IŞİD/DEAŞ’ın vurulmasında da ayak sürüyen ABD’nin, bölgeyi, kontrol edilebilir bir kaos üzerinden kontrol altında tutmak istediği anlaşılıyor. Dünyayı terör bataklığına sürükleyecek bu politika, yeni nesil savaşlar bağlamında, her ülkeyi kendi terör örgütünü üretmeye zorlayan sorumsuz bir politikadır. 

ABD önderliğindeki koalisyon ülkelerinin IŞİD/DEAŞ’ın vurulması konusunda kararsız tavır sergilemeleri, terör örgütü PKK’nın uzantısı olduğu bilinen PYD/YPG ile ortak operasyonlar yapmaları, Rusya’nın Suriye’nin kuzey bölgesindeki Kürtlerle flört etmesi, Salih Müslim’i Moskova’ya davet ederek büro açmasını sağlamaları tüm dünyada terörün yükselmesine, yeni yeni terör örgütlenmelerinin oluşmasına, devlet otoritesinin sarsılmasına neden olmaktadır.

KÜRESEL EKONOMİK KRİZDEN SONRA KÜRESEL TERÖR KRİZİ 

ABD’nin de Rusya’nın hedeflerine ulaşabilme adına destekledikleri bu gelişmeler, sonuçta, 2008 küresel ekonomi krizi gibi küresel bir terör krizinin yaşanmasına davetiye çıkarabilir. Bu da, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir kaos döneminin yaşanmasına neden olabilir. Küresel çapta yaşanacak bir terör akımının domino etkisiyle insanlık, yüzyıllar boyu didinerek inşa ettiği bütün insani değerleri, elde ettiği bütün birikimlerini bir anda kaybetme noktasına sürüklenebilir. 

Devlet terörüyle de çeşitlenecek böyle bir süreçte tüm dünya teröre teslim olur  ve insanlık, Ortaçağ’da olduğu gibi Yüzyıl Savaşları (1337-1453) ya da Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) yaşamak zorunda kalabilir. 

Hiçbir terör örgütü arkasında devlet desteği olmadan yaşayamaz. Küresel aktörler, kısa yoldan hedeflerine ulaşabilmek adına sorumsuzca destekledikleri terörün bumerang etkisini asla akıldan çıkarmamalıdırlar. Savaşlar bir bakıma kuralları olan çatışmalardır, ama terörün, yapılanmasındaki girift ilişkiler nedeniyle, kontrol altına alınması ve durdurulması çok zordur. 

“Kürt Koridoru” görünümlü bir ABD/İsrail Koridoru oluşturma peşinde olan ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin de, Suriye’deki üslerini ve kazanımlarını koruma peşinde olan Rusya’nın da Ortadoğu’daki sürdürdükleri paylaşım kavgasında terör örgütlerini taşeron olarak kullandıkları bir gerçektir. 

Siyasi hedeflerine ulaşabilmek adına, terör örgütlerini taşeron olarak kullanarak, ‘bir terör örgütünü ancak bir başka terör örgütü bitirebilir’ şeklinde bir inancın doğmasına neden olmak, teröre verilebilecek en büyük destektir. Küresel aktörler doğrudan savaşmak yerine, hedeflerine vesayet savaşları üzerinden ulaşmak istediklerinden, terör ve terör örgütleri giderek çeşitlenmekte, dünyamız bütünüyle bir terör krizine sürüklenmektedir. Öyle görünüyor ki, küresel terör krizi, 2008’de yaşadığımız küresel ekonomik krizden daha yıkıcı olacaktır.