“Bu devir (XVII. Asır) sadrazamları (başbakanları) arasında padişahları tenkit etmek şöyle dursun, onun sözünü vahî (vahiy) telâkkî edecek (sanacak) kadar tabasbusu (yaltaklanmayı) ileri götürenler olmuştur. Bir gün Sultan İbrahim (1640-1648), Sultanzâde Mehmed Paşa’ya: ‘Mehmed demiş, senden önceki sadrazamlar, bana bazan itiraz ederler, bu iş nâmakuldür (makul ve uygun değildir), derlerdi. Senden hiç böyle bir itiraz işitmedim. Sebebi nedir?’ Mehmed Paşa:‘Siz, yeryüzünün halifesisiniz. Zıllullahsınız (Hâşâ Allah’ın gölgesisiniz). Kalbinize gelen her şey, ilhâm-ı Rabbânîdir (Allah’ın ilhâmıdır). Kavlen (söz olarak) ve fiilen (hareket olarak) sizden hatâ sâdır olmaz (meydana gelmez) ki, itiraz edeyim. Zâhiren (görünüşte) nâmakul (uygunsuz) gibi görünen bâzı hâlât (hâller) zuhûr etse (ortaya çıksa) bile onun altında bâzı hikmet-i  hâfiye (gizli hikmet ve gayeler) vardır ki, bizce mâlûm değildir. Anın (onun) için redde cür’et (ve cesaret) edemem.’ diye cevap vermiştir.
     “...Kendilerine böyle tabasbus edilen (yaltaklanılan) padişahlar elbette ki, despot kesilirler. XIV. Louis’nin ‘Devlet Benim!’ dediği gibi, bizimkiler de elbette ‘Herşey Benim!’ derler. Böylece devlet idaresinde, tamamen keyfî idare alır, yürür.
     “Yalnız padişahlara değil, şehzadelere bile tabasbus ediliyor (yaltaklanılıyor) bu devirde. Meselâ, Fâtih Mehmed’i icabında (gerektiğinde) sopa ile döğen bir Molla Gürânî çıkmadığı gibi, daha yeni tedrisata (öğretime) başlamış olan şehzadeler, methedilerek (övülerek), göklere çıkarılıyor. 
     “Bu devir, padişahların ilâhlaştırıldığı devirdir.
     “I. Abdülhamit’in (1773-1789) oğlu Şehzade Mustafa ile Süleyman’ı birkaç kelime öğrenir öğrenmez, zamanın mutabasbıs (yaltakçı) şâirlerinden Enderunlu Fâzıl Efendi, bakınız nasıl methediyor:
     “...Manzume(si)nin birinci kısmında şâirin I. Abdülhamid’i methetmesi ile, Sultanzâde Mehmed Paşa’nın 130 sene kadar önce Sultan İbrahim’i methetmesi arasında hiç bir fark olmadığı gibi, şiirin ikinci kısmında şâirin birkaç kelime öğrenen şehzadeyi methederken yaptığı mübalâğaya İran tarihinde bile tesadüf edilmez (rastlanmaz): 
‘Hocası Cibril olan Şehzade; Şeyhülislâmı bile yanıltır.
                                      Zira o evliyâ bir babanın, evliya bir oğludur.’
     “Bu hâller karşısında insanın millet ve memleket hâline acımamasına ve hele eski debdebeli (görkemli) hâllerimizden bugünkü hâle gelişimize, oturup gözyaşı dökmemesine imkân var mıdır? Cemiyetler meziyetlerle yaşar, rezaletlerle yıkılır. 
     “Cemiyet hayatında bugün küçük, ehemmiyetsiz gibi görülen hatâlar, yarın cemiyetin sînesinde tedavîsi zor hastalıklar tevlit eder (doğurur). 
     “Bilinmek lâzımdır ki, bugün cemiyet bünyesinde, ferdin ruhunda görülen marazî (hastalıklı) hâllerin mikropları 150-200 sene önce girmişti. Bugün bizim yaptığımız hatâların seyyiatını da (kötülüklerini de) YARINKİ  NESİLLER çekecektir. Ferdin ve cemiyetin vazife (görev) ve gayesi bugün gördükleri fena şeyleri söküp atmak, yarın meyve verecek olan iyi fidanlar dikmek olmalıdır.” (Türk Siyasî Tarihi, Tahsin Ünal, İstanbul-1974, s. 21-22)
     Tarihin en şayanı dikkat tarafı İBRET DERSİ olabilmesi değil midir? Eğer tarih, sadece geçmişte olup bitenleri hikâye etmekle yetinirse, bıkkınlık veren bir geveze olur...Hayır! Tarih, pozitif ilimlerin temeli olarak, hâli ve istikbali (geleceği), mazide (geçmişte) yapılagelmiş hatâlardan, kusurlardan uzak tutmaya çalışır. Çalışmalıdır. Eğer tarih, bu öz vazifesini (görevini) yapamıyorsa, ya tarihçi eyyam (güne uygun hareket etme) siyasetinin ardından giden günün dalkavuğudur veya iktidarı temsil edenlerin kafası, tarih hakikatlerini alamıyacak kadar kendi sathî (yüzeysel) ve köksüz içine dönmüştür. İkisi de, ülkeler ve milletler için aynı derecede hazin (ve üzücü) bedbahtlık (mutsuzluk) lardır...Tarih tekerrürdür iddiasının doğruluğuna inandıracak bir devirde yaşıyoruz. Bu idraki, sadece sağduyulara ve sezişlere bırakmadan, müşahhas vak’alar (somut olaylar) hâlinde okurlarının huzûruna çıkarmak, tarihçinin şüphesiz ki cesaret isteyen temel vazifesidir. (Cemal Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cilt:1, Sayı:2, Nisan-1957, s. II)