Son aylarda döviz kurlarındaki dalgalanmaları tam ve inandırıcı olarak anlatabilen bir açıkla duydunuz ya da okudunuz mu? Dalgalanmaya iç ya da dış dinamikler açısından bakanların söyledikleri, paranın artık bir üretim aracı olmaktan çok, paradan para kazanmak için uydurulan hikayelere bağlı olarak değeri dalgalandırılan bir enstrüman olarak kullanıldığını gösteriyor. Döviz kurlarındaki dalgalanmaların ekonomimizde yarattığı tahribatı tarafsız bir yaklaşımla ve ayrıntılarıyla anlatan değerlendirmelerin yeterli olmaması, yorumcuların da küresel sermayenin etkisinde olduğunu göstermesi açısından üzücü bir durumdur. 
Dövizdeki dalgalanmaları değerlendiren piyasa yorumcuları FED’in faiz kararından, ABD’deki enflasyon oranına, tarım dışı istihdam verilerine uzanan bir dizi etkenden söz ediyorlar. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da, dünya ekonomisinde son dönemde çok hareketli bir dönem yaşandığını belirterek, “Amerikan Merkez Bankası FED’in ne zaman ne zaman neyi yapacağının belli olmaması, Avrupa Merkez Bankası’nın olanca gevşetici politikaları, avro/dolar çapraz kurunu çok hızlı hareket ettiriyor” diyor. Yılbaşından bu yana yaşanan kur hareketlerinin yurtdışı olduğunu savunana Babacan, “Son günlerdeki düşüş de dış kaynaklı, ama Türkiye’de seçime gidilirken istikrarın korunacağı, Türkiye’nin yeniden güçlü bir siyasi iradeyle devam edeceği beklentisi piyasalarda güçlenince, hem faizler hem kur üzerinde yardımcı oldu. Piyasaya, seçim sonuçlarına ilişkin güven geldi” değerlendirmesi yaptı. 
Döviz kurlarının giderek yükselen bir grafik çizmeye devam etmesi, yaşanmakta olan korkulu rüyanın gerçeğe dönüşerek kontrolden çıkması demekti. Çünkü, Türk lirasının sürekli olarak değer kaybetmesi ekonomide daralma yaşanacağının, enflasyon ve işsizliğin artacağının, olumsuz beklentilerin belirleyici olacağının işareti sayıldığından, istenmeyen bir durumdur. Olumsuzluklar birbirini tetikleyecek, istikrarsızlık belirleyici olacaktır. 
Türk lirasının değer kaybı, seçim öncesinde, vatandaşın iktidara olan güven duygusunu da etkileyeceğinden, bu gidişatın frenlenmesi gerekiyordu. Son altı ayda döviz kurlarının sürekli yükselen bir grafik çizmesi nedeniyle yaşadığımız belirsizlik ortamı, bize, son 35 yılda yaşadığımız bir dizi ekonomik olumsuzlukları hatırlattı. Bu dönemde Türk lirasının değer kaybına bağlı olarak yaşadığımız sarsıntılar, hem siyaset arenamızda hem ekonomimizde kalıcı kırılganlıklar oluşturmuştur. 
YAŞADIKLARIMIZ 12 EYLÜL’ÜN DEVAMI MI?
12 Eylül 1980 darbesiyle uygulamaya konulan 24 Ocak kararlarına paralelinde küresel ekonomiye eklenme operasyonlarının ilk sarsıntısını 1987’de yaşadık ve geleceğimizi küresel sermayenin belirleyeceği yolu açmış olduk. Çiller döneminde, 1994 yılında, ikinci büyük sarsıntıyla küresel sisteme daha güçlü eklemlendik. Kasım 2000’de ve Mart 2001’de yaşadığımız sarsıntılar hem siyasi hem de ekonomik felaketler yaşamamıza, Kemal Derviş’in siyaset sahnemizin önemli bir figürü olmasına, hükümeti oluşturan koalisyonun dağılmasına,  bankalarımızın batmasına, Ecevit’in ayakta beyin kanaması geçirmesine neden oldu. 
Son altı ayda Türkiye, gelişmekte olan piyasalar içinde dikkat çekici bir oranda belirsiz yönde ayrışırken, döviz grafiklerinin yönü birden tersine dönüverdi. 2.70’leri geçen doların 2.50’leri görüp görmeyeceği tartışılıyor. Döviz fiyatlarındaki bu değişiklikte yabancı sermayenin Türkiye’ye dönüş yapmasının etkili olduğu söyleniyor. 
Yılbaşından bu yana yaşadığımız döviz kurlarındaki hareketliliğin hız kesmesi, aşırı kırılgan olduğumuz gerçeğini ve küresel koşulların dünya barışını tehdit edecek şekilde giderek olumsuzlaştığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan İslam coğrafyasında yaşanmakta olan enerji merkezli çıkar çatışmaları, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirme, İsrail’i bölgenin enerji terminali yapma, Akdeniz’i Batı Gölü’ne dönüştürme konusundaki ısrarlı operasyonları, küresel gelişmelerin geleceğini belirleyecek kaotik ortamın derinleştiğini göstermektedir. Bu gerçekleri gözardı eden yönlendirmeler, “piyasaların Türkiye’ye olan güvenleri arttı” şeklindeki algı operasyonları aldatıcıdır, yanıltıcıdır. 
“YABANCILAR GERİ DÖNDÜ” DENİYOR, AMA…
Seçim öncesinde döviz fiyatlarının hızla düşüşe geçmesinin nedenini açıklarken yapılan  “yabancı sermaye, Türk ekonomisine olan güven artışına paralel olarak geri dönüş yaptı” şeklindeki algı operasyonlarının benzerlerini 1994’te ve 2001’de de yaşamıştık. Siyasi iradenin baskısıyla bir kamu bankasının döviz satarak belirsizlik grafiğini tersine çevirme çabası algı değişikliği yaratabilir, döviz fiyatlarını aşağı çekebilir. Çekebilir, ama önemli olan, “Kalıcı olabilecek mi?” sorusudur. Çünkü, grafiğin tersine çevrilmesinin nedeni olarak gösterilen “yabancı döviz girişi” söylemi ile gerçekler birbirine uymuyor. Son aylarda piyasalardan önemli miktarda döviz çıkışı gözleniyor. Devlet iç borçlanma ve hisse senedinde, yılın ilk dört ayında yabancı sermaye girişi 300 milyon doların altında kalmış, buna karşılık 2 milyar dolarlık bir çıkış olmuş. Yabancı sermaye çıkış ya da kaçışı Mayıs’ın ilk haftasında devam etmiş ve 800 milyon doları aşmış. 
Son hafta içinde yabancıların devlet iç borçlanma senedine yönelmesi için faiz oranlarında çekici bir yükselme görmesi ve döviz fiyatlarının artık yükselmeyeceğine inanması gerekir. Bu yönde bir gelişme olmadan, kırılganlık konusundaki uyarılar tedavülden kalkmadan döviz kurlarındaki düşüş kalıcı olabilir mi? 
Ekonomi yorumcuları kuşkulu; “Piyasa eğilimleri açısından asıl tehlikeli olan ve kırılganlık oluşturan fiyat oynaklığının yüksekliğidir. Bu gerçeği görmezden gelip, yapay yönlendirmeler ve algı operasyonlarına itibar etmeyin” diyorlar.. Kırılganlığı devam eden ekonomimizin orta vadede diğer ekonomilerden olumlu yönde ayrışması, Türk lirasının iç ve dış koşullardan bağımsız olarak değer kazanması inandırıcı bulunmuyor. 
AZ GELİŞMİŞ ÜLKE TANIMINDAN KURTULMAKTAN BAŞKA ÇAREMİZ YOK
Ekonomimizin en önemli sorunu büyüme ve kalkınmadır; ilk hedefimiz kriz öncesi büyüme tempomuzu yakalayabilmektir. Bu nokta- da Meksikalı şair Octavia Paz’ın (kendileri Nobel’lidir) az gelişmiş ülkeler tanımını hatırlayalım mı: “Güçlülerin zayıflara sürekli egemen oldukları, siyasetin ekonomiye, hiyerarşinin yeteneğe, gizli ilişkilerin hak hukuka baş eğdirdiği, eleştiri yapanların bir şekilde ceza gördüğü, insanın hor görüldüğü yer..”
 Öncelikle, az gelişmişlikten kurtulmamız gerekiyor, gerisi piyasa cambazlarının yazdığı hikayeler..