Ekonomide neredeyse tek takip ettiğimiz dolar kuru oldu… Acaba yine düşecek mi? Yoksa artacak mı?.. 
Bir bakıyoruz dolar 3,09 TL olmuş, çok geçmiyor tekrar 3,06’ya düşmüş. Ertesi gün 3,08, haydaa 3,11, derken 3,07’de ayı kapatıyoruz. 
Düşer artık derken, çıkıyor. Çıkacak galiba derken düşüyor. Fırtınada kalmış gemi gibi bir o yana bir bu yana savruluyor. Bırakın halkı, ekonomistler ve devlet büyükleri bile öngöremiyor. 
Bu durumda kendimize sormalıyız… Biz neyin sonunu tahmin etmekte güçlük çekeriz? Mesela bizden çok uzakta, başka bir şehirde tarlasını ekmiş kişinin, mahsul çıktısını tahmin edemeyiz. Bilemeyiz gübresini, kullandığı tohumu, yeterli sulama yapıp yapmadığını. 
Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün.
İşte TL’nin de değer kaybına bu kadar uzağız. Elimizden bir şey gelmiyor. TL’nin değer kazanmasını sağlayamıyoruz.
Nisan ayında 2,83 TL olan dolar kuru bugün 3,08 TL. Artış oranı %8,8. Kimine göre fazla bir artış, kimine göre global ekonominin durumu, Suriye’de bulunmamız, topraklarımızdaki düzenli terör yüzünden az bile…
Bir çizim yaparken doğru mesafeyi çizebilmek için cetvel ile ölçeriz. Biz yine ölçelim, ölçümlemeden şaşmayalım.
Şu anda kamu hariç piyasamızda, şirketlerimizin elinde 184 milyar dolar mevcut, alacak ve stok bulunmakta. Aynı şirketlerimizin yabancılara olan borcu ise 385 milyar dolar. Açık; yuvarlak olarak 200 milyar dolar… Bu borç, ancak yeni borç alarak çevrilebiliyor, üretim yetersiz, karşılığı yok…
Bu 200 milyar dolar çok değil bu yılın nisan ayında 566 milyar TL idi. Bugün ise 616 milyar TL. Kamu hariç, piyasalarımız sadece kur farkından 50 milyar TL zarar etti.
Bu kur zararı bugün ya da yarın bizden çıkacak. Piyasalar bunu bir şekilde tabana yayacak. Ya karşımıza metrobüs zammı olarak çıkacak, belki doğalgaz zammı, ya da benzin zammı… Ama mutlaka bizlerden çıkacak. 
Yani; dolar artışı bizleri düzenli olarak fakirleştiriyor.
Türk lirasının değer kaybını engelleyemediğimiz sürece, adından da belli olduğu gibi bunun cefasını Türk’ler çekecek. Borç veren yabancı devletler ise sefasını sürecek.
Bu girdaptan çıkmak için artık daha fazla çalışmalıyız. Rekabetçi mallar üretmeli, alın terimizi daha fazla akıtmalıyız. Lâkin iş bulmakta da zorluk yaşıyoruz. “Tamam be kardeşim bedava çalışacağız” bile desek, başında durabileceğimiz çalışan makine sayısı azaldı. Sipariş yok. Talep yok… Fabrikalar, atölyeler, mağazalar, dükkânlar bir bir kapanıyor. Makineler atıl bekliyor. 
İthal ettiğimiz parçaları montajda yapmasak, işleyen makinemiz yok sayılır.
Hakikatı görmek için “sadır”ımıza kulak vermeliyiz… Bu sebeple çok istediğimiz bir şey için durma “saldır” deriz. Saldır; sadece eyleme geç anlamı taşımaz, “sabır ve yüreğinle eyleme geç” der.
Biz de geleceğimiz için öyle saldırmalıyız. Rekabetçi avantaj yakalamalı, ihtiyaç duyulan ama kimsede olmayanı bulmalı ve TL’yi güçlendirmeliyiz. Böylece durduğu yerde, elini bile kıpırdatmadan, kur artışı ile bizleri daha fazla tüketmeden bu borçtan kurtulabiliriz.
İnsanoğlunun içinde öyle bir boşluk var ki!.. İçine ne doldurursan doldur “boşluk” kapanmıyor. Maalesef insanın duru-durağı yok… Ve biz inisiyatifi başka insanlara kaptırdık. Bu yabancılar asla doymayacak, ta ki bitene kadar.
İşte bu sebeple; silkinip, ayağa kalkmalı ve alın terimiz ile saldırmalıyız...