Evet, kadına hayat yolculuğunda bir yol izleyecek, dahası hayat haritası olabilecek en güzel armağanı kalemimle vermiştim. Bu armağanın adı; Doğuda Kız Türkiye’de Kadın Olmak Adlı Romanım Ah Gülizar’dı!
8 Mart Dünya Kadınlar gününün bir gün değil, her gün kutlu olması adına ve hergün kutsal olduğu gerçeğiyle vermiştim bu armağanı… Bu armağanın zarfını açıp biraz irdeleyelim bakalım…
Doğuda Kız Türkiye’de Kadın Olmak…
Ben yazarken yer değiştirerek yazmayı seviyorum. Kişilerin yüzlerini kendilerine çevirip baktırmayı, aynalaşmayı, aynalaştırmayı empati kurmayı seviyorum. Olan gerçeklerimizi, özelliklede içimizde saklı olanları uzanıp çıkarmayı seviyorum. İçe dokunmayı, iç yolculuklarda yüreğe dokunmayı, gözyaşına dokunmayı, onları avuçlarımın arasına alıp sayfalarımın gökyüzüne serpiştirmeyi seviyorum. O nedenle ben Gülizar’ı kaleme alırken biraz Doğudan baktım, biraz Batıdan; sentezledim. Güneydoğu töresinden, Doğunun töresizliğinden, Batının medeniyetinden ve Medeniyetin adı altında var olan, yaşanılan ve de yaşatılan ama adı konulmayan medeniyetin töresinden baktım.
Medeniyetin töresi var mı? Var. Devletin töresinden baktım. Devletin töresi var mı? Devletin töresi sadece ve sadece boşanmış kadınlara karşı dünde vardı bugünde…Kadının Ekonomik özgürlüğün olduğu yerden, çaresizliğin ve imkansızlığın olduğu yerden baktım.  Eski ve yırtık perdelerin ardındaki mutlu hayatlardan, yeni ve şahşahalı perdelerin ardındaki mutsuz hayatlardan baktım. Irkçı zihniyetlerin ve mezhep farklılıklarının getirdiği başlardan ve sonlardan baktım. Maneviyatın çokta yüksek olduğu yürek hanelerinden, zıvanalığın çok ortada olduğu alemdarlıklartan baktım. Her erkeğin biraz Gülizar olduğu, her kadının bir Gülizar olduğu tanısından baktım.  Haktan baktım, hukuktan baktım. Bu saydıklarım bütün parçalarıydı ve ben bu parçaları toplayıp bütüne baktığımda, Gülizar sadece Gülizar değil, Gülizar Doğuda Kız Türkiye’de Kadın Olmak adlı kocaman bir Ah Gülizar’dı. Gülizar kimdi? Gülizar sendi, Gülizar bendi, Gülizar hepimizdi...
Evet, şimdi gözlerimizi birazda kadının dünyasına ve o dünya içerisinde yanlış ve doğrularına çevirelim… İsteklerimiz, zaman içinde nasıl kaydırıldı, nasıl renk ve yön değiştirdi? Şimdi hep beraber göreceğiz… Bizler toplum olarak kadın erkek eşitliği yolunda ya feminist olduk, ya da eşitliğin özünü kaybederek yüzümüze gözümüze bulaştırdık. İstediğimiz eşitlik insan olarak, saygınlık olarak olmalıydı ancak ne var ki biz böyle dile getirdik ama başka şey istedik. Sona baktığımızda, demek ki bizler esasında erkekleşmek istedik. Biz kadın erkek eşitliğini erkeğin hal ve tavrında olduğunu sandık. Öyle anladık… Eşitlik, ne erkeğin hal ve tavrında, nede erkeğin ceketinin altında saklıydı. Biz zaman içerisinde böylesi yanlış bir düşünceye saptanıp, erkeğin hal ve tavrına bürünerek, erkeğin ceketinin altına saklanarak, esasında kendimizi sakladık, kendimizi yok saydık. Kendimizden çıkıp terk ettik kendimizi. Uzaklaştık, sakladık, kaybettik kimliğimizi. Üstelik sözüm ona var olma savaşı verirken, yok olma savaşını verdik.  İyimi…
Bizler erkeklerin pantolonunu giyindik, terk ettik eteklerimizi… Erkekleştik… Onlar ise bizim eteklerimizi giydi. Bizler erkekleştikçe onlar dişileşti. Erkekleşen Türk kadını ve dişileşen Türk erkeği resmini çizdik bi güzel… Hep beraber… Şimdi büyük alkış!!! Peeeh pehki ne pek!!! Ne başarı ama!!!
Oysa biz kadınlar, eşitliği her anlamda çok ama çok eğitimle sağlayabilirdik. Oysa biz, eğitime önem vermeyen ucuz işçiler olarak ekonomik özgürlüğümüzü sağladık ama bu eşitlik haklarımızı sağladığımız anlamına gelmedi hiç bir zaman… Kadın erkek eşitliği hak huhuk ve saygınlık anlamında olmalıydı; oysa zaman içerisinde öylesine kaydırdık ki bu gerçeğimizi… Biz yanıldık, hem de çok büyük yanıldık… Ve esas istediğimiz eşitliği öylesine kaydırdık ki gerçeğimizden, öylesine uzaklaştırdık ki, bu kez yanlış algılayıp yanlış yerlerde, yanlış adreslerde aradık. Dolayısıyla gideceğimiz adresi unuttuğumuz için yolumuzu da kaybettik… Şimdi amansız ve zamansız gidiyoruz gündüz gece… Ne fayda… Neden ne istediğimizi bilemedik ve neden ne istediğimizi bildiğimizi sandığımız yollara girdik? Neden olacak canım; çünkü birçoğumuz eğitimsizdik. Öğrenimsizdik… Eğitimsiz olanlarımız sadece ucuz işçi olduk ve sadece erkeklerin yükünü hafifletip, sırtımızdaki kamburlarımızı şişirdik. Fabrika üretimlerde marabalığı hala yaşıyoruz; çünkü eğitimsiz ve ucuz işçiler olduk… Kim demiş; ağalık, beylik, marabalık düzeni kalkmış diye! Gözleri fabrika üretimlerine çevirelim de görelim bakalım; ağalık, beylik, marabalık ne kadar kalkmış…. Çok da benzeri bir Türkiye gerçeğini örnek göstermek istiyorum. Biz millet olarak hak dedik, hukuk dedik, eşitlik dedik ama en çokta eğitime hayır dedik. Okulları yaktık. Öğretmenleri öldürdük. Ya eşitliği dağlarda aradık. Yada erkeğin ceketinin altında. Eşitlik ne dağlardaydı, nede erkeğin ceketinin altında. Eşitlik eğitimde ve alınan diplomalardaydı. Keşke bunu bilincinde olup da birer diploma hayatımızın heybesine alabilseydik. Çünkü hayat yolculuğunda seni ileriye götürebilecek, seni her yerde her şartta insanlarla eşit kılacak olan tek değer eğitim ve onun mührü olan diplomalardır. Bakınız ne kadar bilgi birikim sahibi olursanız olun, ya da konumunuz ne olursa olsun; hayat yarın ansızın masanıza öyle bir dosya çıkartır ki… Eğer diplomanız yoksa, o dosyalar altında ezilir kalırsınız. O nedenle ille de eğitim, ille de eğitim ve eğitimin mührü olan diplomalar.
Bu konuda milli eğitimin araladığı kapılardan sonuna kadar gidip diplomalarını almaları için her birimiz seferber olmalıyız kadınlarımıza ve sesimiz çığlık olmalı, olmalı ki sağır kulaklı kadınlarımız duyabilmeli...
Veeee derlerki;
Askere kına yakılır; vatana kurban olsun diye
Koyuna kına yakılır; Allah’a kurban olsun diye
Kadına kına yakılır; kocaya kurban olsun diye
Kadının bir soyadı bile yoktur; baba beşiğinden çıkıp, koca eşiğine girdiğinde önce babası alır kızının elinden soyadını… Kocadan ayrılıp onun eşiğinden çıkıp hayatın beşiğine girdiğinde bu kez kocası alır kadının elinden soyadını. Zira kontrat bitmiştir, soyadı kadının medeni halinin kontratıdır aslında! Hepsi bu! (Tabi bu eskidendi… Şükür soyadını kullanmak isteyen kullanabiliyor artık) Artık!!!
Kadının aslolan soyadı diploması olmalıdır. Neden kadını okul yerine kocaya verirler. Neden olacak canım, koca diploma güvencesidir ya! Hayır koca ne diploma güvencesi, nede hayat güvencesidir; birlikteyken en iyi dostudur kadının, yolu bitmişse de en acımasız düşmanıdır. Hepsi bu!
Evet, Şimdi birde devletin kadın için döşediği töre raylarından ilerleyelim bakalım… Bakınız boşanmış kadın dünde devletin töresiyle yüz yüzeydi, bugünde... Neden mi? Boşanmaların artmamalı için dul kadın aylığı yok mesela... Hani biz kadın cinayetlerine hayır diyoruz ya, “Hayır” derken bile belki de bir kadının cinayetine “Evet” diyoruzdur. “Hayır”ınız bir kadının cinayetine “Evet”  oluyorsa, evet, sizde suçlusunuz… Hiç bir kadın çocuğuyla ayrı soyadını kullanmak istemez… Eğer boşanmak istiyorsa, yolun sonuna gelip çarpmış ve artık mecburi bir ihtiyaçtır. Belki de bir kadın cinayeti önlenmiş olacaktır...Cinayetlere “Hayır” diyoruz ama cinayetlerin bir çok nedeni olan yanlış evliliklerin boşanmalarına  yine “Hayır” diyoruz ve bizim bu “Hayır”larımız biz çok cinayete “Evet” demiş oluyoruz ne yazık ki… Şöyle biraz uzağa bakıp, haritada gözümüzü Güneydoğuya çevirelim bakalım; zira kadın cinayetlerinin ana merkez mezarlığının adresi olduğu için… Kadın törenin pençesine düşer… Töre boşanma der. Gelinlikle çıktın kefenle dönersin der. Ve gerçekten de kadın ölene, öldürülene kadar çeker… Velev ölmedi, boşandı. Bu kez kadın toplumun töresiyle karşı karşıya kalır… Ekonomik sorunların töresiyle karşı karşıya kalır… Kötü evlilik sonucu tüm sağlığını kaybeden kadın; boşandığı kocasının sağlık haklarından yararlanamaz. Üstelik boşanmış koca itiraz etmediği halde devlet tarafından yasaklı olur kadın; yararlanamaz sağlık sigortasından… Oysa kadını sağlığının son noktasına getiren, kötü evlilik ve içten içe boşanmasını istemeyen devletidir. Gördünüz mü, kadın hep vurulandır hep yağmalanandır...
Ve en mühimi de elini her insanın başına süren, dağlarının başındaki çobanına kadar arayan soran her yaraya derman olan devletimizin töresiyle bile karşı karşıya kalır kadın; devletimiz boşanmış kadını görmez, duymaz sesini. Duymaz ki boşanmalar olmasınmış. Ama olmuş.  
Şimdi bu kadınlar ne yapsın? Öldürülene kadar beklesin mi? Boşanmaların artmaması için devler kadına töre olmamalı; bu devletin hukuk sistemi var; devletin hukuk sisteminde ise yaşın yanında kuruyu yakmak yok. Olmamalı da. Ama kadınlar yakılıyor… Hem aileleri, hem kötü evlilikleri hem de devleti tarafından… Kadın ne tarafa dönse, o yan sağanak sağanak töre…
Bugün suç çaresizliğin tekrarıdır, günden güne büyüyen çocuğudur ahalisidir...
Bugün yine kadındır kadının canını yakan, yuvasını yıkandır. Hiç düşündünüz mü neden? Kadın belki de aldatıldığı için boşanır ama çaresizlikle yüz yüze geldiğinde yada tek asgariyle geçinemediğini gördüğünde bir erkeğin desteğine ihtiyaç duyar… Ve bir başka yuvanın yıkıcısı olur kadın... Kadın sırtını dayayabileceği bir devleti olmalı, mecbur olduğu bir destekçisi değil... 
Şimdi birde kocası ölmüş kadını ele alalım; bakınız, kocası ölmüş kadın, kocasının maaşınıda alır, bir güzel evlenir de… Halk deyimiyle ölmüş kocanın kemiklerinide sızlatır ama olurda boşandığında ölen kocanın aylığını tektar alır, sağlık haklarından tekrar yararlanır… Şimdi eşitlik bunun neresinde... Kocası ölen kadın, boşanmış kadın gibi toplumda karalanmıyor; daha çok kutsal kadın minderine oturtuluyor… Oysa kocası hayattayken boşanan kadın ne tarafa dönerse dönsün töre, devleti bile... Oysa boşanmış kadın her şeyini tüketmiş kadındır. Çünkü bu toplumda her şeyini, yani sabrını, tahammülünü, sağlığını, yaşama sevincini bitirmeden boşanmak diye bir şey yoktur. Ne zamanki her şey bitmiştir, işte o zaman kadın boşanmıştır. Peki bu her şeyiyle tükenmiş kadın, nasıl çocuklarına baksın? Nasıl ayakta durma savaşı versin? Nasıl yanlışa sapmasın? İşte bizim evvela elinden tutmamız gereken boşanmış kadınlarımız olmalı… Bunlar için devletimizden destek ille de destek...  Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim bugün bir asgari ücretle geçinmek mümkün değil! Öyle değil mi? Yani bir evde iki çalışanın olması şart! Öyle değil miş? Bu durumu yine boşanmış kadın açısından bakacak olursak; tüm tükenişiyle çalışıyor diyelim… Bu tek aylıktır… Bu açıdan bakıldığında bile ille de Devletin eli, ille de Devletin desteği… Sağlıklı toplum diyoruz öyle değil mi; hiç kimse kusura bakmasın yada Allah aşkına bi zahmet hepiniz kusura bakın, kusur görecekseniz eğer… 
Bakınız, ben sağlıklı toplum dendi mi, bunun sağlıklı kadından, yani sağlıklı düşünebilen, sağlıklı hareket edebilen kadından geçtiğini anlarım… Bununda mutlu kadından geçtiğini bilirim… Kadın ekonomik açıdan güçlü olmazsa, mutlu kadın olamaz… Kadın güçlüdür, onu tükenmiş evlilikler, bitmiş aşklar, ayrılıklar yıkmaz ama kadını ekonomik çöküntü yıkar çökertir… BAKINIZ YIKILMIŞ VE ÇÖKMÜŞ KADINLARIN ÇOCUKLARINA YANSIMASI TOPLUMUN RESMİNE YANSIMASIDIR… Haaa işte gel gelelim tamda bu durağa… Yada fasulyenin faydalarına… Şimdi genel olarak kadınlarımıza baktığımızda evet Türk kadını mutsuzdur; o mutsuz kadınlarımızın yetiştirdiği toplumumuza baktığımızda; Türk toplumu mutsuzdur. Suç listemiz; hırsızlık, kapkaççılık, cinsel tacizler, tecavüzler, cinayetler vs vs vs… Neden şaşırıyoruz ki; çürük temele baktığında, duvarın yıkılacağı aşikardır… Mutsuz kadına baktığında;  toplumun bu resmi olağandır… Eğer sağlıklı toplum istiyorsak, mutlu kadınlar, sağlıklı düşünen analara ihtiyacımız var… Çünkü çocukluğumuzdur bize, bizdir bugünümüze, bugünümüzdür toplumumuza yansıyan. Diyelim ki çocuğunuz geldi size bir soru sordu ve siz o anda çekil git başımdan dediniz! Sinirliydinizya! İn cin tepenizde top oynuyorduya! işte o cevap çocuğunuz için bir tranvadır ve hayat dosyasına kopyalanıp yapıştırlmıştır. Çocuğunuz büyüdü trafikte bile tahammülsüzdür; biri yam gözlemi baktı? Cevabı; “Çekil git baımdan” dır. Önünde giden arabaya karşı tahammülsüzdür sabırsızdır çünkü! Çocukluğunda bilinç altına aldığı çekil git başımdan dosyasını işlemektedir atık…  Ben devlet olsam; askerimden çok kadınıma eğitim verir, her açıdan da desteğimi sağlarım. Ki sağlıklı toplumum, bilinçli milletim olsun… O zaman taşı pirinçten ayıklamama gerek kalmaz… O zaman taşta belli olur, pirinçte… O zaman benim kadınım toplumumun sağlam temeli olur ve o sağlam temeller üzerinde sağlam bireylerim yetişir… Ve işte o zaman benim toplumum yıkılmayan, oraya buraya kanmayan, kaymayan, toplumunu devletini milletini satmayan, etrafına zarar vermeyen sağlıklı bir millet, sağlıklı bir devlet olur… Gördünüz mü; mutsuz bir kadını mutlu kadın resmine dönüştürdüğümüzde sonucun sağlıklı bir millet, sağlıklı bir devlet çıkması şaşırtmasın kimseyi. Sevgilerimle