Yaşayan her canlının varmak istediği bir hedef vardır mutlaka.

Doğada insan hariç her canlı yaşamlarını sürdürürken aynı zamanda doğayı korurlar. Daha mükemmel olması için çalışırlar. Bu çaba genlerinde vardır. 

Belgesel izlerken bir canlının başka bir canlıya av olması bazen içimizi acıtır. Ancak durum görüldüğü gibi değildir. Avlanan avının en cılızını seçerek avlanır. Av olan başka bir canlıya hayat verir.  Yem olan çelimsiz ve cılız hayvanın sürüden temizlenmesi neslin sonsuz devamı için gerekli bir olaydır.

Doğada ölen hiçbir hayvanın en ufak bir parçası dahi zayii olmaz avlanandan geriye kalan parçaları diğer hayvanlar tarafında tüketilir. Karıncaya varıncaya kadar bu işe iştirak ederler. 

Tok bir hayvan asla avlanmaz stok yapmaz sömürmez, başka canlıların yaşam alanlarına müdahale etmez. Binlerce çeşit hayvan aynı ormanda ve bölgede yaşayabilmektedir. Tabi onlarda kendi aralarında bir takım prensipler çerçevesinde yaşamlarını binlerce yıldır sürdürmektedirler.

Hayvanlar âleminde sistem harika işlerken canlıların içerisinde en mükemmel varlık olarak tanımladığımız insan ne yapıyor?

Bugün evrende keşfedebildiğimiz, yaşayabileceğimiz tek gezegen olan dünyamızı yeterince koruyabiliyor muyuz? Binlerce yıldır bozulmadan günümüze kadar gelen yeryüzü son yüzyılda hiç olmadığı kadar tahribata uğramıştır.

İklim değişiklikleri sularımızın kirlenmesi yaşam nedenimiz olan ormanlarımız hızla yok olmaktadır.  Bazı canlı türlerinin son bulması yaşamın sona ermesinin ayak seslerdir.

Peki, nasıl oluyor da en akıllı düşünebilen bir varlık olan insan kendi sonunun geldiğini göremez? Nedir bunu yapmasına engel olan?

Diğer canlılardan farklı olarak yaratılan insana Tanrı tarafından bazı duygular yüklenmiştir. Hırs, tamah, kin, nefret, öfke ve hükmetme gibi duygular insana dairdir.

Bizim kötü duygular diye adlandırdığımız bu duygular tedbirli olmak anlamında faydalıdır. Dozajını ayarlayamadığımız zamanlarda kötülüğün ta kendisi olabilmektedir. Yiyebileceğimizden fazla yiyecek stoklama, harcayabileceğimizden fazla paraya sahip olmak, gereğinden fazla mal ve mülke sahip olmak. Tüm bunları yaparken asla doğayı dikkate almamaktayız. Doğanın ölmesi yaşamın sonu anlamı taşıdığını düşünmeden yapıyoruz tüm bunları.

Çölü görmeden yeşilin kıymetini anlamaktır aslolan.

Bataklığın içine girmeden akan pırıl pırıl sudan içmektir akıllıca iş.

Kara bulutlar içerisinde güneşi görmeyi özlemeden güneşin doğuşunu ve batışını izlemektir yapılması gereken.

Kedinin, köpeğin neslinin tükenmeden kuyruk sallamasında zevki alabilmektir hayvan sevgisi.

Havada uçan kuşa hasret kalmadan onun kanat çırpışını ve ötmelerindeki melodiyi anlayabilmek olmalıdır amacımız.

Bir damla suya hasret kalmadan gökyüzünden yağan yağmurlarda ıslanmanın zevkine varabilmeliyiz.

Kışın doğayı beyaz bir gelinlik gibi kaplayan karın güzelliklerini ve faydasını anlayabilmektir insanlık.

Kısaca yaşayan, canlı cansız hareket eden etmeyen ne varsa evrende her birinin bize hizmet ettiğinin farkındalıgıyla yaşamaktır bize düşen. 

Aksi halde yarın çok geç olabilir. Kızılderili bir atasözü durumu çok kısa ve öz bir şeklide özetler:

“Son Ağaç kesildiğinde, Son nehir kuruduğunda, Son balık öldüğünde. Beyaz Adam; paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”.

İşte o gün gelmeden siyasetçilere, bilim insanlarına ve sorumlu tüm insanlara büyük görevler düşmektedir.

Aslında yapılması gereken çok basitti; doğa kendi kendini sürekli yeniler. Sadece yapmamız gereken ticari kaygılardan uzak doğamızı temiz tutmak kirletmemektir. Sadece bu kadar.