Doç. Dr. AYŞE SIDIKA OKTAY Hanımefendi İle Osmanlı Ahlâkını İnşa Eden Âlim KINALIZÂDE ALİ EFENDİ ve EseriAhlâk-ı Alâî Hakkında Konuştuk  

Oğuz Çetinoğlu: Kınalızâde Ali Efendi’nin hayatı hakkında lütfedeceğiniz bilgilerle röportajımıza başlayabilir miyiz Efendim?

Doç. Dr. Ayşe Sıdıka Oktay: Kınalızâde, Hicrî 916 Milâdî 1510-11 yılında Isparta'da doğmuştur. Ailesinde pek çok âlim ve şâir olan Kınalızâde’nin babası, şiirlerinde ‘Mîrî’ mahlâsını kullandığı için bu lakapla anılan Mîrî Emrullah Efendi’dir. Dedesi ise Abdülkâdir Hamîdî’dir.  Ancak bâzı kaynaklarda Abdülkâdir Hamîdî yanlışlıkla ‘Kınalızâde’nin babası’ olarak anılır. Dedesi Abdülkâdir Efendi’nin babasının isminin Hamîdî Mehmed Efendi olması dışında aile kökleri hakkında kaynaklarda başka bilginin doğru olmadığını, Dedesi Abdülkâdir Efendi’nin o dönemde Hamîdiye iline bağlı Isparta’da yaşamasından dolayı babası Mehmet Efendi gibi ‘Hamîdî’  adıyla anılır. Abdülkâdir Efendi’nin Abdülkâdir Geylânî’nin kurduğu Kâdîrî tarikatından olduğu ve şeyhiyle isimlerinin aynı olmasından dolayı ayırt edilmek için Hace-i Sultanî Abdülkâdir Geylânî adıyla tanındığı anlatılır. Bâzı kaynaklarda Abdülkâdir Efendinin Ali Tusî’den ders alıp hizmet ettiği, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın hocalığına kadar yükseldiği ve O’nun iltifatına mazhar olduğu belirtilir. Fakat bu durum uzun sürmemiş, Sadrazam Mahmud Paşa’nın, kıskançlık sebebiyle kurduğu bir düzen sonucu gözden düşerek Isparta’ya dönüp orada yaşamak mecbûriyetinde kalmış, bir süre sonra da vefat etmiştir. Abdülkâdir Efendi’nin Fâtih’in hocası olduğu dönemde kazaskerlik makamına kadar çıktığı da söylenir. 

Gerçekten de Fâtih devrinde iki defa sadrazamlık görevine getirilen (859/1455-872/1467 ve 877/1472- 878/1474 ve Fâtih tarafından öldürtülen Mahmud Paşa isminde bir sadrazam vardır. Eğer Abdülkâdir Hamîdî Efendi, Fâtih’e hocalık yapmış ve Mahmud sadrazamlıktan azledilmeden ayrılmak mecburiyetinde kalmışsa bunun en geç 878/1474 yılından önce olması gerekir. Nitekim kaynaklarda Abdülkâdir Efendi’nin görevinden ayrılınca memleketi İsparta’ya döndüğü ve 877/1472 yılında vefat ettiği belirtilmektedir. Bu durumda Abdülkâdir Efendi’nin Fâtih’in hocası olması târihen mümkündür. Ancak Hasan Çelebinin tezkiresini yayıma hazırlayan İbrahim Kutluk, bunu târihen imkânsız görmekte ve O’nun Kanunî döneminde ve 929/1523 yılında İstanbul kadısı olduğunu, aynı yıl kazaskerlik görevine getirilip on dört sene bu görevde kaldığını iddia ederek bu söylentinin dedesinin Ahmet Paşa ile olan dostluğundan kaynaklandığını veya yakıştırıldığını belirtmektedir. Aynca ailesindeki âlimlerle övünen, bütün akrabalarını büyük şâirler arasında sayan, ailesi ve akrabalarındaki en ufak şeylerden bile büyük övünme payı çıkaran Hasan Çelebi'nin ilk elden kaynak olarak ailesinden rahatlıkla öğrenebileceği bu bilgiye tezkiresinde yer vermemiş olmasından yola çıkarak bu iddiaların geçersiz olduğunu düşünmektedir. Gerçekten de torununun oğlu Hasan Çelebi, tezkiresinde bu konudan hiç söz etmez. Ancak Hasan Çelebinin ifâdelerine dikkat edilirse, burada söz konusu edilen Abdülkâdir Hamîdî Efendi O’nun baba değil anne tarafından ceddi (dedesi)dir. Bunun dışında Abdülkâdir Hamîdî Kınalızâde Ali Efendi’nin babasının babası yâni dedesi, Hasan Çelebi’nin ise büyük dedesi olmaktadır. Muhtemelen Hasan Çelebi'nin anne tarafından dedesinin ismi de Abdülkâdir'dir ve şâir olan annesinin babasına tezkiresinde yer vermiş, babasının dedesine ise yer vermemiştir. Nitekim Abdülkâdir efendi hakkında bilgi verirken ailenin Kınalızâde lakabını almasına sebep olan dedesinin sakalına kına sürme alışkanlığına yer vermemesi bu tezimizi doğrulamaktadır. 

Abdülkâdir Hamîdî Efendi’nin mezarının Isparta’nın Hisarefendi mahallesinde, delikli taş yanındaki Uyuoğlu Tekkesi diye bilinen yerde olduğu söylense de başka bir kaynak bunun doğruluğunu ispatlayacak herhangi bir kaydın olmadığına işâret etmektedir. 

2012 yılında yapılan milletlerarası Kınalızâde Ailesi Sempozyumu sırasında Türbenin harap ve bakımsız hâli üzüntü ile karşılanmış, dönemin Isparta valisinin gayretleriyle yeni bir türbe yapılarak 23.07.2013 tarihinde halkın ziyaretine açılmıştır.

Kınalızâde’nin babası ‘Mîrî’ mahlasıyla şiirler yazan Emrullah Efendi’dir. Kendisine ait bir divanı vardır. Tahsilini tamamladıktan sonra ailenin diğer üyeleri gibi kadılık mesleğini tercih etmiş ve Anadolu'da Beçin’de kadılık yaptığı sırada 6 Şevval 967 / 30 Haziran 1560 Salı günü vefat etmiştir. Oğlu Müslimî Efendi, babasının ölümüne ‘Sâdis-i şehr-i şevval’ beyitiyle târih düşürmüştür.

Kaynaklara göre Kınalızâde’nin Abdurrahîm Kirâmî (ö. 982/1574-75), Müslimî (ö. 994/1585-86) ve Abdülvehhab adında üç erkek ve Kadın (ö. 1013/1604-05) isminde bir kız kardeşi vardır. Müslimî ve Kirâmî bâzı kaynaklarda amcası olarak geçer. Sicill-i Osmanî’nin bir yerinde de Abdurrahîm Kirâmî oğlu olarak tanıtılmaktadır. Abdülvehhab da bâzı kaynaklarda kardeşi Müslimî Efendinin oğlu olarak yer alır.

Kınalızâde’nin asıl adını, oğlu Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretüş-şuarâ’ sında Kınalızâde adıyla meşhur Ali Çelebi İbn Emrullah olarak vermiştir. Fakat muhtelif kaynaklarda değişik isimlerle anılmaktadır. Bâzen Ali Çelebi İbn Emrullah İbn Abdulkâdir Hamîdî olarak baba ve dedesinin ismiyle beraber anılır. Bâzen de Kınalızâde Alâed-dîn Ali Çelebi adıyla geçer. Buna göre kaynaklardaki tam ismi Alâ’ad-dîn Alî b. Emrullah’tır. Genellikle Kınalızâde Ali Çelebi, Kınalızâde Ali Efendi veya sâdece Kınalızâde olarak tanınmıştır.

Kınalızâde lakabının sebebini kaynaklar, dedesi Abdülkâdir Hamîdînin sakalına kına sürmesi olarak gösterirler. Dedenin bu âdeti çocukları ve torunlarının ‘Kınalızâde’ adıyla anılmasına sebep olmuştur. Kına kelimesi Arapça’da hınnâî kelimesiyle ifâde edildiği için Arapça kaynaklarda genellikle Kınalızâde yerine ‘Hınnâvî’ veya ‘Hınnâî’ adı kullanılır. Ancak bâzı Türkçe kaynaklarda da ‘Hınnâî’ adına rastlıyoruz.

Kınalızâde kelimesindeki ‘zâde’ doğmuş ve oğul mânâsına, ‘çelebi’ ise ağa, bey, efendi mânâlarına gelmektedir. Arapça kaynaklarda Kınalızâde’nin ‘Seyfü’d-dîn’ lakabından ve ‘Ali İbn İsrâfıl’ vb. isimlerinden söz edilmekte ise de bu vb. isimlere Türkçe yazılan eserlerde rastlamadım.

Oğuz Çetinoğlu: Tahsil hayatı hakkında hangi bilgiler var?

Doç. Oktay: Kınalızâde, ailesinin bulunduğu konum gereği iyi bir eğitim görmüş, devrinin ileri gelen âlimlerinden ders almıştır. Kınalızâde’nin çocukluk ile ilk gençlik yıllarının Isparta'da ilim ve öğrenme aşkı içinde geçtiğini, o dönemde herkesi kendisine hayran bıraktığını oğlu Hasan Çelebi'den öğreniyoruz.

Gerek ailenin ilme olan merakı gerekse ondaki ilim sevgisi Kınalızâde’nin genç yaşlarda eğitim için İstanbul’a gönderilmesine sebep olmuştur. İstanbul’da ilköğrenimini o sırada kazasker olan akrabası Kadri Efendi’nin yanında yapmış, 22 yaşına (938/1531-32) gelinceye kadar O’nun nezâretinde kalmıştır. Daha sonra Mahmud Paşa müderrisi Malûl Emîr Efendi’nin (ö, 963/1556) yanına gidip orada öğrenimine devam etmiştir. Bundan sonra Dâvud Paşa Medresesi Müderrisi Sinan Efendi’den ve Atik Ali Paşa Medresesi’nde Merhaba Efendi’den ders almıştır. Oğlu Hasan Çelebi babasından “Edirne’de Üç Şerefeli Medresesi’nde Merhaba Efendi’ye danişmend” iken sözlerini naklediyor. Merhaba Efendi önce İstanbul’da Atik Ali Paşa Medresesinde daha sonra da Edirne’de Üç Şerefeli Medresede görev yapmıştır. Öyle görünüyor ki Kınalızâde önceleri İstanbul’da eğitimine devam ederken hocasının Edirne’ye tâyin olunmasıyla O’nun peşinden Edirne’ye gitmiş ve öğrenimine burada devam etmiştir. Lise seviyesi olarak kabul edebileceğimiz bu öğrenim dönemlerini tamamladıktan sonra Sahın Medresesinde müderris olan Kara Sâlih Efendi’ye muid (yardımcı/asistan) olarak ileri seviyede öğrenime başlamış daha sonra o sırada Anadolu Kazaskeri olan Çivizâde Mühyiddin Mehmet Efendi’nin muidi olmayı tercih etmiştir. 945/1539 yılında Sâdi Çelebi’nin vefatı üzerine Çivizâde şeyhülislamlığa tâyin edildiğinde Kınalızâde de O’nun fetfasıyla mülâzım olmuştur. Kınalızâde bu târihte yirmi dokuz yaşlarında olmalıdır. Kınalızâde’nin Çivizâde’den sonra Mühyiddin Fenârî’ye mülazım olduğu belirtilmekte ise de Türkçe kaynaklarda bu bilgiye rastlayamadım.

Dönemindeki en seçkin âlimlerin öğrencisi olup onlardan ders alan Kınalızâde’nin fazilet ve ilminin bir kısmı; aldığı bu iyi eğitime, bir kısmı da ailesinden kendisine intikal eden yeteneklere bağlanır.    

Çetinoğlu: Üstlendiği resmî vazifeler nelerdir?

Doç. Oktay: Kınalızâde öğrenimini tamamladıktan sonra âdet olduğu üzere ‘Rûznâmçe-i hümâyûn’a adını yazdırıp müderris veya kadı olmak için ‘nevbet (nöbet)’ denilen sırayı beklemeye başlamıştır. Ancak o sırat Rumeli Kazaskeri olan ve müderris tâyinlerini yapan Ebussuûd Efendi, şeyhülislâm Çivizâde’yi beğenmediği ve araları açık olduğu için O’nun muidi Kınalızâde’nin tâyinini ağırdan almış, bunun üzerine Kınalızâde, Ebussuûd Efendi’nin huzuruna çıkıp çalışmalarını göstermiş ve O’ndan kendisine müderrislik verilmesini istemiştir. Bu yaklaşımdan son derece hoşlanan Ebussuûd Efendi O’nu 948/1541 senesinde Edirne’deki Hüsâmüddîn (veya Hüsamiye) Medresesine yirmi akçe ile tâyin etmiştir. Burada üç yıl görev yapacak olan müellifimizin meslekî kariyeri böylelikle otuz iki yaşında başlamıştır.

Kınalızâde 953/1546 yılında o sırada Anadolu Kazaskeri olan Mîr Kösesi Muhammed Efendi tarafından yirmi beş akçe ile Bursa’daki Hamza Bey Medresesine tâyin edilmiştir. Burası Hüsâmüddîn Medresesi gibi kırklık medreselerdendir. Burada ‘Hâşiye-i tecrid’e hâşiye ve ‘Hâşiye-i şerif’e tâlik yazmıştır. 955/1548 yılında Muhaşşi Sinan Efendi sadaretinde otuz akçe ile yine kırklık bir medrese olan Bursa’daki Veliyüddinoğlu Ahmet Paşa Medresesi’ne tâyin olmuştur. Sadrazam Rüstem Paşa Kütahya’da yeni bir medrese yaptırınca Kınalızâde’yi 957/1550 senesinde kırk akçeyle buraya tâyin etmiş bir yıl sonra da 958/1551 yılında Ataullah Efendi yerine elli akçeyle Rüstem Paşa’nın İstanbul'daki ellilik medresesine nakledilmiştir. 960/1553 yılında ise Karamanîzâde Mehmed Efendi yerine altmışlık Haseki Medresesi’ne terfi etmiştir. Safer 963/Aralık 1555'te Kürt Çelebi yerine Semâniye Medresesi'ne müderris olmuştur. Burasının Semâniye'den dördüncü medrese olan Ayakkurşunlu Medresesi olduğu söylenir. Burada üç yıl görev yapan Kınalızâde, Muharrem 966/Ekim 1558’de Kanunî’nin kendi adına yaptırdığı Süleymaniye Medresesi’nin batı tarafındaki (Haliç) Çifte Medrese tamamlanınca kuzeydeki üçüncü Medreseye tâyin edilmiştir.

Kınalızâde’nin meslekî kariyerindeki ilerleme, Zilhicce 970/Temmuz 1563’te Kürt Çelebi’nin yerine Şam Kadısı olarak tâyin edilmesiyle devam etmiştir. Böylelikle 22 sene devam eden müderrislik görevinin ardından 54 yaşından itibâren kadı unvanını almış, Cemaziyelevvel 974/Kasım 1566'da Şah Efendi yerine Kahire Kadılığına, aynı sene Zilhicce/Haziran ayında Haleb Mollası yerine Bursa Kadılığna getirilmiştir. Bâzı kaynaklarda Kınalızâde’nin Mısır Kadılığı ile Bursa Kadılığı arasında Halep Kadılığı görevinde bulunduğu belirtilmekteyse de kanaatimce burada söz konusu edilen Halep Kadılığı değil, Halep Mollası yerine Bursa Kadılığına tâyin edilmiş olmasıdır. Zâten Kahire ile Bursa görevleri arasında beş aylık kısa bir süne vardır. O zamanın ulaşım şartları göz önüne alındığında arada üçüncü bir göreve tâyini pek mümkün görünmemektedir. Bursa Kadılığından da Recep 976/Aralık 1568’de Şah Efendi yerine Edirne Kadılığına terfi ettirilmiş, Cemaziyelâhir 978/Ekim 1570’te Şeyhî Efendi yerine İstanbul Kadılığına tâyin olmuştur. Muharrem 979/Mayıs 1571’de ise Anadolu Kazaskeri görevine getirilmiştir.

Kınalızâde'nin bundan sonra gelebileceği şeyhülislamlık gibi muhtemel görevlere ömrü yetmemiş, Anadolu Kazaskeri iken vefat etmiştir.

Çetinoğlu: Ölüm sebebi biliniyor mu?

Doç. Oktay: Kınalizâde, Anadolu Kazaskeri görevindeyken o sırada Padişah olan Sultan İkinci Selim Han ile beraber Edirne’ye gitmiştir. Burada daha önce yakalanmış olduğu nikris hastalığı kış sebebiyle şiddetlenince 63 yaşındayken vefat etmiştir. Atâî ve O’na dayanan kaynaklar ölüm târihini Ramazan ayının 6. günü olarak verirler. Ancak mezar taşında Ramazan ayının 5. günü yazılıdır.  Buna göre tam olarak ölüm târihi 5 Ramazan 979/21 Ocak Pazartesi günüdür. Atâî, Hadâik’da O’nun bir Yahudi doktor tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü iddia eder. Bir başka kaynak ise O’nun yanlışlıkla zehirli merhemle tedâvi edildiği için öldüğünü belirtir. 

Ancak Ferit Kam, bunu hayal mahsulü olarak nitelemiştir. Cenâze namazı bütün büyükler, vezirler, âlimler ve salihlerin katıldığı kalabalık bir grup tarafından Eski Cami’de kılındıktan sonra İstanbul yolunda Seyyid Celâlî türbesi civârında Nâzır Çeşmesi denilen mezarlığa gömülmüştür. Daha sonraları asfalt yol yapım çalışmaları sırasında mezarlıklar kaldınlırken Kınalızâde Ali Efendinin mezarının da Selimiye Camii’nin haziresindeki bir tümseğe defnedildiği, bu sırada ayaktaşının kaybolduğu baş taşında ise Farsça şu beyitlerin yer aldığı kayıtlarda geçer. 

Ferid-i Dehr vahîd-i zaman Ali Çelebî 

Ki Bâd can-ı azîzeş be-huld câvîdân 

Be sâl-i nuhsed u heftâd u ne vefat nemud

Be-şehr-i Edirne der pençum-i meh-i ramazan

Eş-şehir be Hınalî-zâde

5 Ramazan 979

Kınalızâde’nin ölüm zamanı olan 979 senesi için şu beyitlerle târih düşürülmüştür:

Kazasker-i İslâm-ı güzin 

Ol Âlî Nam-ı reisü’l-fudalâ

Dediler nakledecek târihin

İrtihâl eyledi kutb-ı ulemâ (979)

ve

Elin Hınâlızâde yudı gör âb-ı hayattân (979)

Kaynaklarda Kınalızâde’nin ölüm yeri ve târihiyle ilgili bâzı hatâlara rastlanır. Mesela; Şemseddin Sâmi Kâmûsü’l-a’lâm’da Kınalızâde’nin Edirne’de rahatsızlanıp İstanbul’a (Dersaadet) dönüşte vefat ettiğini belirtir. Uzunçarşılı ise bir eserinde Şam Kadısı iken yâni 974/1563-974/1566 yılları arasında öldüğünü iddia ederken bir diğer eserinde kaynaklarda geçen 979/1572 yılını zikretmektedir.

Çetinoğlu: İlmiye sınıfından oğullarının olduğu biliniyor. Onlardan ve talebelerinden bahseder misiniz?

Doç. Oktay: Tezkiretuş-şuarâ sâhibi Kınalızâde Hasan Çelebi’nin Kınalızâde’nin oğlu olduğunu biliyoruz. Hasan Çelebi Tezkire’sinde Fehmi ile Fevzi isimli şâirlerin kardeşi olduğunu belirterek Fehmi’nin adının Mehmet, Fevzi’nin Hüseyin olduğu bilgisini verir. Bu durumda Kınalızâde’nin Tezkiretü’ş-şuarâ sâhibi Hasan (d. Bursa 953/1546-47 ö. Şevval 1012/Mart 1604), Hüseyin Fevzi ve Mehmet Fehmi (d.Şam 970/1564-65, ö. 28 Şevval 1004/1596) isminde üç oğlu olmalıdır. Hüseyin Fevzi’den Abdurrahman Abdî (ö. 1038/1628-1629) ve Mehmet Fehmi’den Rıza Mustafa isimlerinde torunlarının olduğu da kayıtlarda yer alır.

M. Süreyyâ, Sicill-i Osmânî’de Kınalızâde Ali Çelebi’nin dört oğlu olduğunu belirterek Hasan Çelebi ve Mehmet Fehmî Efendi’den başka Abdurrahim Kirâmî Efendi ile Mustafa Vasfî Efendinin adını verir. Abdurrahim Kirâmî Efendinin daha önce Kınalızâde’nin kardeşi olduğuna işâret etmiştik. Mustafa Vasfı Efendi (ö. Üçüncü Murad devri sonları yaklaşık 1595) ise Kınalızâde’nin değil, kardeşi Abdurrahim Kiramî Efendi’nin oğludur. M. Süreyyâ, Kınalızâde Ali Efendinin Kardeşi Müslimî Efendi’nin Hasan isminde bir oğlu olduğunu belirtmektedir.

Hasan Çelebinin Tezkire’sini yayıma hazırlayan İbrahim Kutluk da Hasan Çelebi’nin kendinden büyük, Hüseyin isminde bir ağabeyi ile Fehmi ve Fevzi adlarında iki kardeşi olduğunu belirtir. Ancak Kutluk’un sözünü ettiği Hüseyin Kınalızâde’nin oğlu olmayıp Tezkirede de geçtiği gibi ‘Anka’ lakabıyla tanınan Şiraz’lı bir şâirdir.

Kaynaklarda Kınalızâde’nin öğrencisi olarak tanınmış herhangi bir kişiye rastlayamadık. Ancak Atâî Hadâik'ta Yîr Mehmet Azmî, Mehmet Vücûdi Mustafa ve Mehmet Nîlî hakkında bilgi verirken Kınalızâde’nin öğrencisi olduklarını belirtmiştir. Beyânî de de Nahifî ve Vezni’nin Kınalızâde’den mülâzım olduğu bilgisini verir.

(DEVAM EDECEK)