‘AHLAKIN KAYNAĞI DİNDİR!’  

Doç. Dr. AYŞE SIDIKA OKTAY Hanımefendi, Röportajımızın Son Bölümünde Ahlak Teorisyeni,  KINALIZÂDE ALİ EFENDİ’nin ‘AHLÂK ANLAYIŞI’nı Anlattı.                                                                                                               

Oğuz Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim. Mütefekkir müellifimiz, Ahlak-ı Alâî isimli muhteşem eserini hazırlarken faydalandığı diğer kaynaklar hakkında lütfedeceğiniz bilgilerle röportajımızı bitirebilir miyiz?  

Doç. Dr. Ayşa Sıdıka Oktay: Ahlâk-ı Alâî’nin en zengin yönünü edebî içeriği ve şiirler meydana getirmektedir. Üç dilde şiir yazmakla meşhur olan Kınalızâde, şâirliğini burada da devreye sokmuş ve yer görüşlerini şiir diliyle anlatmayı tercih etmiştir. Ahlâk-ı Nâsırî’de 17, Ahlâk-ı Celâlî’de 72 şiir yer alırken Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Alâî’sinde bunlarla kıyaslanamayacak kadar çok sayıda şiir vardır. O; Ahlâk-ı Alâî’nin beyt, rubai, rubaiyye, mesnevi, mısra, manzum şiir, kıta, arabiye adıyla neredeyse her sayfasında ve her konu ile alakalı bir veya birkaç şiire yer vermiştir. Kitabın tamamında yaklaşık 528 manzum kısım sayabildim. Bu manzumelerden bir kısmını Tûsî ve Devvânî’den nakletmiştir. Fakat yine de bu sayı gerçekten çok büyük bir rakamdır ve Ahlâk-ı Alâî, benzerlerinden sâdece bu edebî zenginliği ile bile ayrılabilir.

Bu eserinde verdiği şiirlerin bir kısmı, Arapça, bir kısmı Farsça bir kısmı da Türkçedir. O ‘ben fakir demişdi ki’, ‘fakir didi ki’, ‘fakir nazm itmişdim’ veya ‘biz de deriz ki’ ifâdeleriyle bâzı şiirlerin kendisine ait olduğuna işâret eder. Molla Abdurrahman Câmî, Şeyh Sâdi Şîrazî ve Gülistan adlı eseri Hâfız, Ömer Hayyâm, Mevlânâ İbn Yemin, Mütenebbî, Ebîd Âmirî gibi bir kısım şâirlerin manzumelerini adlarıyla beraber verir. Bir kısmının ise şâiri meçhuldür.

Zeynüddîn Havvâfi’nin Vasayâyı Kudsiye, Şeyh Necmeddîn Râzî’nin Mirsâdu’l-ibâd, Kâdı Muhsin Tenûhî’nin el-Müstecâd min fı’lâti’l-ecvâd, Kâdı Bahaeddîn İbn Şeddâd’ın Sîret-i salâhıyyetih, Şeyh İmâm Ebû Üsame’nin Ezhâru Ravzateyn fi İhtiyârıd- devleteyn, Mes’ûdî’nin Murûcü’z-zeheb, Firdevsî’nin Şâhnâme, Hoca Safî İbn Hüseyin Vâiz Herevi’nin Kitâbu Reşehâ kitaplarını müellifleriyle birlikte anarken, yazarlarını tespit edemediğimiz Kaside-i Firâset, Şirâu’r-rekâik, Menâkıb-ı Mevlevî, ve Kitâb-ı Tâci adlı eserleri veya eserlerini anmadan İbn Esir, İbn Şâme, İbn Hallikân’ı kaynakları arasında zikreder.

Kınalızâde’nin bu kaynaklar dışında İskender, Cengiz Han, İbn Haccâc, Kisrâ Seyfu’d-devle, Yezid, Timurlenk, Sultan Selâhaddin, Sultan Saîd Nureddîn Şehîd, Ömer İbn Abdülaziz ile Osmanlı sultanları Sultan Murad, Yıldırım Beyazıd ve kardeşi Musa, Fâtih Sultan Mehmed, Sultan Beyazıd, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman hakkında anlattığı hikâyeleri ve onlara atfettiği sözleri de eserinin edebî zenginliği içinde değerlendirilebilir. Atıfta bulunduğu veya görüşlerine, sözlerine ve şiirlerine başvurduğu daha birçok isim zikredilebilirse de bu kadarını vermek yeterlidir.

Bu bilgiler ışığında müellifin Ahlâk-ı Alâî’sini kaynakları ve muhtevası itibârıyla tekrar değerlendirdiğimizde sâdece Ahlâk-ı Nâsırî ve Ahlâk-ı Celâli’nin bir kopyası, şerhi veya hâşiyesi sayılamayacağı açıktır. Eserin yazımında ve felsefî plana oturtulmasında Tûsî ve Devvânî’nin eserlerinden faydalanmıştır. Fakat onlardan aldığı bilgileri bakış açısına göre tekrar değerlendirmiş, uygun gördüklerini almış, görmediklerini almamış, bir kısmını ise nakletmiş, gerekli gördüğü yerlerde de onların görüşlerine karşı kendi düşüncelerini dile getirmiştir. Bâzı konulardaki açıklamaları ise eksik bularak ilaveler yapmıştır. Bunlara örnek verecek olursak; Tûsî’nin verdiği ilim çeşitlerinin tamamını almamış, sadece ahlâk ilmiyle alâkalı gördüğü bölümlere yer vermiştir. Nefis konusunda Tûsî ve Devvânî’de yazılanları eksik bularak İbn Sîna’nın eserlerine müracaat etmiş ve diğerlerinden kısmen farklı bir nefs düşüncesi ortaya koymuştur. Ahlâki hastalıklar ve tedâvisi konusunda da Tûsî ve Devvânî’yi yeterli bulmayarak Gazzâlî’ye başvurmuş, O’nun daha ziyâde tasavvuf ve zühd ahlâkı içinde değerlendirilebilecek görüşlerini felsefî tabana oturtmaya çalışmıştır. İslam’da ahlâksızlık olarak yorumlanan bâzı kötü huyları da ahlâkî hastalık olarak değerlendirmiş ve felsefî ahlâk düşüncesine dâhil etmiştir. Kendisinden önceki düşünürlerin adalet konusunda birbiriyle çelişen görüşlerini tekrar inceleyerek çözüme ulaştırmıştır. O, Tûsî ve Devvânî’nin aksine kız çocuklarına okuma ve yazma öğretilmesi gerçeğini savunmuş, bu konuda sahâbe ve çeşitli âlimlerle ilgili örnekler vermiştir. Aile ahlâkı içinde köle alıp satma, insanların mizaçları gibi konuları incelemiş devlet ahlâkı ile ilgili bâzı konuları aile ahlâkının içine yerleştirmiştir. Ayrıca zühd konusunda Tûsî ve Devvânî zühde karşı bir tavır sergilerken Kınalızâde zühdü savunmuş, toplum için zâhidlerin dualarını insanların emeklerinden daha değerli bulmuştur. Toplumun en üst tabakasına âlimleri yerleştirmiş, devlet ahlâkı ile alakalı görüşlerini dile getirirken daha gerçekçi davranmıştır. Bu sebeple Ahlâk-ı Alâî, Tûsî ve Devvânî’nin eserlerinin tercümesi veya şerhi diyebileceğimiz tarzda bir kitap değildir. Oysa Alâî’den kısa bir süre sonra yazılan Muhyi-î Gülşenî’nin ‘Ahlâk-ı Kirâm’ adlı eseri kanaatimize göre Tûsî’nin kısaltılmış Türkçe tercümesidir.

Bütün bu saydıklarımız dikkate alındığında müellifin Ahlâk-ı Alâî’yi yazarken bu konudaki en son kitap olmanın avantajıyla kendisine ulaşan bütün bilgileri ve büyük kültürel mirası engin birikiminin ışığında tekrar değerlendirdiğini ve felsefî, dinî ve tasavvufî yönünü ihmal etmeden ve âdeta sentez yaparak yeni bir eser meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Bu sebeple Ahlâk-ı Alâî kendi çağının şerh ve hâşiye yazma geleneği içinde orijinal bir eser, Kınalızâde de iyi bir ahlâk bilgini ve düşünürü olma sıfatını hak etmiştir kanaatindeyim. 

Çetinoğlu: Kıymeti yüksek bu kabil eserlerin müellif ve istinsah nüshalarının nerelerde bulunduğu da kayıt altında olmalı. Değil mi?  

Doç. Oktay: Ahlâk-ı Alâî nin Türkiye kütüphânelerinde pek çokyazma nüshası mevcuttur. Avrupa kütüphânelerinde de yazma nüshalarının olduğu belirtilmiştir.

Müellif nüshasının nerede olduğu belli değildi ise de Bursa Bölge Kütüphânesi, Hüseyin Çelebi bölümünde kayıtlı 519 demirbaş, 297.8 tasnif numaralı 973 târihli Ahlâk-ı Alâî müellif hattı olarak geçmektedir. Bu nüsha üzerinde derkenarların bulunması bunlardan bir kısmının araya yerleştirileceğine veya ilâve edileceğine işâret edilmesi, müellif hattı olması ihtimalini güçlendirmektedir. F. Babinger’in Paşa Kütüphânesi’ndeki nüshanın müellif hattı olduğu iddiası,  kaynakların da ifâde ettiği gibi yazılış târihinin1007 olması sebebiyle imkânsızdır. İstanbul kütüphânelerindeki en eski yazmalar 973, 978 ve 982 târihlerinde yazılmış olan nüshalardır ve 973 yılında Hüseyin b. Veli tarafından yazılan nüshası Topkapı Kütüphânesi’nde, Ahmed b. İsa tarafından 978 yılında  yazılan nüsha İstanbul Merkez Kütüphane’sinde Derviş Mehmed Ahlâkî tarafından 982 târihinde ya yazılan nüsha ise Süleymâniye Kütüphânesi’nde bulunmaktadır. Burada bir konuya dikkat çekmek istiyoruz, kütüphânehane kayıtlarında Ahlâk-ı Alâî’nin yazıldığı târih olan 973 târihli birçok yazma nüsha ile karşılaştık.Bunlar üzerinde yaptığımız incelemelerde bu kitaplarda müstensihlerinin kendi isimlerini yazmadıkları gibi yaptıkları târihleri de belirtmediklerini, bu sebeple Kınalızâde'nin kitabın sonunda verdiği bitiriş târihinin eserlerin istinsah târihleri olarak kayıtlara geçtiğini gördük. Bu nüshaların istinsah târihlerinin daha sonraları olmasından dolayı kayıtlara târihsiz olarak geçmesi daha uygundur.

Ahlâk- Alâî Mehmed Ali Paşa’nın yardım ve arzularıyla Şevval 1248/1833 Şubat ayında Mısır’da Bulak Matbaası’nda basılmıştır. Eserin ilk tashihini Sadullah Said Efendi, son tashihini Abdülvehhâ Dağıstânî yapmıştır. Daha sonra müstakil olarak 1288/1871 târihinde Bursa Vilâyet Matbaası’nda tekrar basılmıştır. Bu nüshanın bir örneği Ankara Millî Kütüphane’de bulunmaktadır.

Kaynaklarda Ahlâk-ı Alâî’nin İstanbul’da Venedik Sefâreti tercümanı Ciovanni Medua tarafından yapılan bir tercümesinin Bonn Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunduğu bu tercümeden G. B. Toderini Letteratura Turchesca (Venedik, 1787), I850’de R. Reiper Sitimmen Aus Der Morgenlande ve Breslau’da da 1848’de Das Capitel von der Freigebigkeit adı ile anıldığından söz edilmektedir. 

Ahlâk-ı Alâî’nin daha sonraları kısaltmaları (telhis) yapılmıştır. Bunlar Osmanzâde Ahmed Tâib’in Hülâsatü’l-ahlâk’ı (İstanbul, 1323) ile Yağlıkçızâde Ahmed Rifat Efendi’nin önce Bergüzâr (Girit-Hanya, 291) daha sonra Bergüzâr-ı Ahlâk (İstanbul, 1315, 1318 adıyla basılankitaplarıdır. Bunların her ikisinin de kütüphanelerde nüshaları vardır.

Ahlâk-ı Alâî Latin harfleriyle ve sadeleştirilerek iki cilt hâlinde basılmıştır. Ahlâk-ı Alâî’nin birinci kitabı ‘Ahlâk’ adıyla Hüseyin Algül, ikinci ve üçüncü kitabı tek cilt hâlinde Devlet ve Aile Ahlâkı adıyla Ahmet Kahraman tarafından baskıya hazırlanıp Tercüman 1001 Temel Eser serisi içinde yayınlanmıştır. Ancak her iki kitap da birçok eksikleri bünyesinde barındırmaktadır. Ahlâk-ı Alâî’nin ferdî ahlâka dair İslâm Ahlâkı adlı kitabın birinci bölümü olarak sonra tekrar basılmıştır.

Kınalızâde ve Ahlâk-ı Alâî üzerinde bizden önce de bir takım çalışmalar yapılmıştır. Bunlar, Muhterem Aktuğ’un hazırladığı Kınalızâdeler adlı lisans tezi, Hasan Aksoy’un hazırladığı ‘Kınalızâde Ali Çelebi, Hayatı, İlmî ve Edebî Şahsiyeti, Arapça Eserlerinin İstanbul Kütüphânelerinde Mevcut Yazma Nüshaları’ adlı mezuniyet tezi, Ali Köse’nin hazırladığı ‘Ahlâk-ı Alâî’nin İkinci Kitabı İlmü Tedbiri’l-menzil’de Eğitim’ adlı yüksek lisans tezidir. ‘Hüseyin Öztürk’ün hazırladığı Kınalızâde Ali Çelebi’de Aile’ adlı doktora tezi daha sonra basılmıştır.

Ahlâk-ı Alâî kendinden sonra yazılan ahlâk kitaplarına da kaynaklık etmiştir. Mülkiye ve İdadilerdeki öğrencilere ders kitabı olması için yazılan Abdurrahman Şeref Bey’in ilmü’l-Ahlâk isimli eseri bunlardan birisidir.

Ahlâk-ı Alâî büyük bir ilgi görmüş, bizzat ders kitabı olarak okutulmamakla beraber Osmanlı medreselerinde son dönemlere kadar okutulan bütün ahlâk kitaplarına kaynaklık etmiştir. Doğrudan Ahlâk-ı Alâî yerine onun muhtasarı olan Bergüzâr-ı Ahlâk ve Abdurrahman Şeref Bey’in İlmü’l-Ahlâk kitaplarının idadilerde, vezâifü’l-etfâl türü kitaplar rüşdiyelerde ahlâk kitabı olarak okutulmuştur.

Çetinoğlu: Müsaadenizle son bir soru: Gün ışığının kaynağı nasıl ki güneştir, Ahlâkın kaynağı da ‘din’ olsa gerek. Bu gerçeği Kınalızâde’nin eserinde de görüyor muyuz? 

Doç. Oktay: Müellifin bu eserini, diğer iki kaynağından farklı kılan hususlardan bir tanesi O’nun dinî kaynaklara diğerleriyle kıyaslanamayacak ölçüde çok yer vermesidir. Gerçi Devvânî de İbn Miskeveyh ve Tûsî’ye nazaran daha fazla âyet ve hadise yer vermiştir. Ancak Kınalızâde bu konuda daha cömert davranmış görünmektedir. Konuların açıklanması sırasında tespit edebildiğim kadarıyla 95 adet âyete, 94 adet hadise yer vermiştir. Bu sayı Ahlâk-ı Nâsırî’de 30 ayet ve 15 hadis iken Ahlâk-Celâl’ide 47 âyet ve 88 hadistir.

Görüldüğü gibi özellikle âyetleri Kınalızâde’den fazla kaynak olarak kullanmış, âyetlerin genellikle Arapçasını verip Türkçesini açıklamayı tercih etmiştir. Hadislerde de çoğunlukla Arapçasını verip Türkçesini açıklamış veya sâdece Türkçesini vermiştir. Hadisler konusunda belirtmem gereken bir konu da müellifin mevzu hadislere veya hadis olarak meşhur olmuş haberlere yer vermesidir. Gerçi ahlâk kitaplarında bu titizlik fazla aranmasa da O’nun gibi çok hadis ezberlemekle tanınan ve hadis ilmiyle meşgul olan birisinden bu konuda daha dikkatli ve özenli davranması beklenirdi. Özellikle aile ahlâkıyla ilgili birçok meselede âyetlerle berâber hadislere başvurmuş, açıklamalara da bunları delil olarak kullanmıştır. Ancak bu hadisler ne yazık ki güvenilir kaynaklarda yer almamaktadır. O’nun hadisler konusundaki bir başka eksikliği de Gazzâlî veya İmam Mâverdî gibi âlimlerden nakletiği hadisleri sâhih hadis olarak aynen alması, bunların muteber kaynaklara dayanıp dayanmadığını araştırmamasıdır. Nitekim bu hadislerin bir kısmını da sahih hadis kaynaklarında bulamadım.

Kınalızâde bu eserinde sâdece Kur'an âyetlerine yer vermekle kalmayıp Tevrat’a atıfta bulunmakta Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Dâvud, Hz. Süleyman, Hz. İsa peygamberlerin sözlerine veya onlarla ilgili haberlere de yer vermektedir.

Âyet ve hadisler dışında Hulefâyı Raşidin, Hz. Ebubiker, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ayşe, İbn Abbas, Hz. Hamza, Ebû Hureyre, Hz. Bilâl, İbn Mesud, Zeyd İbn Haris, Abdurrahman İbn Avf, Hz. Hasan ve Hüseyin Abdullah b. Cafer Tayyâr gibi sahabelere atfedilen sözleri ve rivayetleri de Kınalızâde’nin kaynakları arasında sayabiliriz Şeyh Abdullah et-Tusterî, Sadreddin Konevî, İbn Sirin, İbrahim Havâs, Necmeddin Kübrâ, Şeyh Evhaduddîn Kirmânî, Hoca Abdullah Ensârî, Abdullah İbn Mübârek, Hoca Semerkandî, Cüneyd-i Bağdadî, Mevlânâ Abdurrahman Câmî, Beyâzıd Bestâmî, gibi tasavvuf ehli ile Hasan Basri, Seyyid Şerif Cürcânî, Süfyan-ı Sevrî, Ebûl-Musa el-Eşârî gibi daha çok kelam ilimlerindeki çalışmalarıyla tanınan âlimler; Ebû Hanife, İmam Şafiî, gibi fakihler; Emir Buharî, Şeyh vefâzâde, Şeyhülislâm Ahmet Zendebil gibi Osmanlı âlimleri düşünceleri veya onlara atfedilen haberlerle Kınalızâde'nın bu eserinde kendilerine yer bulmuşlardır. Ayrıca Zeyne’l-Abidin, İmam Necefî, İmam Züfer, İmam Şa'bî, Ka’b İbn Zübeyr, Tavus-ı Yumnî, Hoca Efdala’d-dîn Kaşî, Molla Ömer, Şeyh Ali Müezzin gibi âlimlere atfettiği sözleri de bu gruba dâhil edebiliriz. 

Müellifimizin kaynakları arasında atıfta bulunarak görüşlerini kendi düşüncelerine delil olarak kullandığı İmâm Mâverdî ve O’nun Edebü’d-dünya ved-dîn adlı eseri de vardır. Tasavvuf ve zühd konusunda ise, Sühreverdî’in Avarifu’l-maârif adlı kitabını kaynakları arasında anar.

Kınalızâde’nin Tûsî ve Devvânî’den sonra en fazla faydalandığı kaynak Gazzâlî’dir. Tûsî ve Devvânî’de bulamadığı veya eksik kaldığına inandığı bilgileri Gazzâlî ile telafi etmeye çalışmıştır. Bâzen  O’na atıfta bulunarak, bâzen karşılaştırmalar, bâzen de doğrudan O’ndan nakiller yaparak 27 defa Gazzâlî’ye eserinde yer vermiş, bir defa da ‘İhyâ’ adlı eserine atıfta bulunmuştur. Ancak O, İhya dışında ‘Mîzânul-amel’ adlı eserinden de faydalanmıştır. Gazzâlî’nin O’nun üzerindeki etkisi çok ahlâk ilmini dinîleştirme ve ahlâkî problemlere âyet, hadis veya din büyüklerinin bakış açılarından çözümler bulma konusunda kendisini hissettirmektedir. Çünkü O, Tûsî ve Devvânî tarafından ahlâk ilmine dâhil edilmeyen -dilin âfetleri konusunda olduğu gibi- bâzı meseleleri ahlâk ilminin problemleri arasında değerlendirmiş, bu ve diğer ahlâki hastalıkların tedâvisinde Gazzâlî’nin önerilerine de yer vermiştir.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Efendim. Feyizli çalışmalarınızın bereketli olmasını Cenb-ı Hakk’tan niyaz ediyor, kolaylıklar diliyorum. 

Doç. Oktay: İlginiz için ben teşekkür ederim. 

(BİTTİ)