Geçtiğimiz Temmuz Ayı’nın, 21. günü, Cum’a günü, Memleketimiz dahilindeki, Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, bütün Yurtdışı temsilciliklerindeki ve Gönül Coğrafya’mızdaki, bütün camii’ler’de okutulan Hutbe, Diyânet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmıştır. 

Hutbe’nin Mevzu’unda, “Allah’ın mescid’lerinde Allah’ın adının zikredilmesini yasak eden ve onların yıkılması için çalışanlardan kim daha zalimdir. Böyleleri, oralara ancak korkarak girebilmelidirler. Bunlar için dünya’da rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır,” Meâlindeki, Bakara Suresinin, 2/114. Âyet-i Kerimesi seçilmişti. 

Hutbe’nin Ana Tema’sı, bir Terör Devleti olan İsrail’in, Mescid-i Aksâ’ya karşı davranışlarını, Filistin’li Müslüman’lara karşı mezâlimini dile getirmek, en azından bu Mübârek Cum’a gününde du’â’larıyla Filistin’li Müslümanların yanında olmalarını te’min idi. 

Hutbe’de, İbn-i Mâce ve Ebû Dâvud’dan alınmış bir Hadis-i Şerif’in de meâli verildikten sonra, şöyle başlıyor: “Bir şehir düşünün; nice Peygamber’lerin tevhîd mücadelesine ev sahipliği yapmış, -Doğru Kudüs, Haz.Peygamber’in ve ümmetinin ilk kıblegâhı, bütün Peygamber’lerin, Haz.Âdem’den, Hazreti Hâtem’e kadar bütün Peygamber’lerin tevhîd mücadelesine şâhid olmuş, Yüce İslâm Dini’nin tebliğ edildiği Mukaddes bir şehirdir.- Hutbe devam ediyor, “Bir şehir düşünün; üç semâvî dinin kıblesi olmuş, bir şehir düşünün; ismiyle ve çevresiyle mukaddes ve mübârek kılınmış, sözünü ettiğimiz bu şehir, Kudüs’tür. Diğer adıyla Beytü’L-Makdis’tir.”

Hutbe’nin devamında, “Dinimizin engin hoşgörüsünün kuşatıcı ve kucaklayıcı anlayışının en açık tezâhürü, Halil Kapısı’nın iç duvarında bulunan kitabe’dir. Ecdadımız, “Lâ İlâhe illallah, İbrahim Halîlüllâh,” yazarak bütün semâvî din mensuplarının Peygamber kabul ettikleri, Haz.İbrahim’in adını Kudüs’ün surlarına hakşetmiştir. 

Allah! Allah! Neler duyuyoruz! Üç semâvî din, üç semâvî din mensuplarının Peygamber kabul ettikleri, Haz.İbrahim!... 

Bunları ve bunlara benzer deyimleri, 2015’den önce, sık sık, duyardık da, 2015’den beridir, hiç duymuyorduk. 

Hatip’ler, birinci hitabe’nin ahirinde, bir âyet okudular. Bu âyeti Kerime, Âl-i İmran Suresi’nin 19.âyeti Kerimesidir ki, Meâl-i Âlisi şöyledir: “Doğrusu, Allah indinde din, İslâm’dır; O kitap verilenlerin ihtilâf etmeleri ise, sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlıktan ve ihtirâstan’dır, her kim de Allah’ın âyet’lerine küfrederse şüphe yok ki Allah çabuk hisaplıdır.”

“Allah muhakkak, “Ondan başka ilâh olmadığına, bizzat kendisi ve bütün melekler, hakîkaten ilim sahibi olan Ulemâ-i Kâmilîn şâhid’lik etti ki, Allah katında, Allah’ın râzî olduğu ve gayesi saadete nâiliyyet olan hak din, İslâm’dan ibaret olduğunda şüphe yoktur. 

Din, müfessirler ve muhaddislerce, “Akıl sahiplerini mahmud (övülmüş) ve güzel (Hüsn-ü İhtiyarlarıyla) iradeleriyle bizzat hayr-ü Ni’mete sevk eden vaz’ı İlâhî (Allah tarafından konulmuş), Peygamber’ler tarafından getirilmiş ve ümmetlerine tebliğ edilmiş emirler, yasaklar manzûmesidir. 

Din-i İslâm’ın esası, “Allah’dan başka ilâh yoktur,” diye şehâdeti Tevhîd ile, Allah tarafından gelenin hepsini ikrar ve i’tirâf eylemektir. Diğer binâ-i İslâm ve füruat hep Tevhid-i İlâhî’ye tâbidir. Allah katında sâbit olan şehâdet hakkının bihikmet-i Adl-ü Hak ile Vahdâniyyeti İlâhiyye “El-İslâm,” da buna bütün levâzımıyla şehâdet ve Allah’tan gelenin cümlesini ikrar olduğundan Din-i Hakk’ın, İslâm’dan başka bir şey olmadığı da, hakka’l-Yakîn, Ayne’l-Yakîn, İlme’l-Yakîn sabittir Allah Teâlâ’nın kendisi için teşrî’ettiği, Peygamberler gönderdiği, evliyasına delâlet eylediği, din, Sırat-ı Müstekîm budur. 

Hazreti Adem’den, Hazreti Hâtem, Aleyhime’s-Salât ve bunların arasında gelmiş geçmiş bütün Peygamber’lerin, tabiî ki, Haz.İbrahim’in, Haz.Musâ ve Haz.İsa’nın da, tebliğ buyurdukları, din-i İslâm olduğuna göre, Yüce İslâm dini son Peygamber Haz.Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizle kemâle erip, tamamlanmış olan Yüce İslâm dini olduğuna göre, acaba bu hutbeyi hazırlayanlar, “üç semâvî dinden,” bahsederken neyi kastediyorlar? 

“Üç semâvî din, (Edyân-i Selâse,) ne Kur’ân-ı Kerim’de, ne Sahih Hades’te ve ne de Ehl-i Sünnet kaynaklarında vardır. 

Bu batıl iddia, bir Said Kürdî’nin risalelerinde vardır. Bir de, Ahirzaman decâcilesi’nin, en şerir Deccâlî, Mel’un, F.T.Ö.’nün kitaplarında vardır. Mel’un F.T.Ö.’nün, Türkiye’nin bütün kurum ve kuruluşlarında at oynattığı yıllar’da, yurdumuzun muhtelif yerlerinde tertip edilen toplantılarda, “Semâvî dinler,” “Kitabî dinler,” “Hak dinler,” “İbrahimî dinler,” tarzında, bâtıl inançlar dile getirilir, Müslüman Türk Milleti’nin Evladına Siyonizm ve Hıristiyanlık propagandası yapılıyordu. 

Üç semâvî din, Edyan-i Sâlise’den, Yüce İslâm Dini dışında, Yahûdî’lik-Musavî’lik, Hıristiyanlık-İsâvilik kastediliyorsa, günümüzdeki, Musavî’lik, İsavî’lik, Allah’ın vaz’ettiği din değil, tahrif edilmiş, papaz’lar tarafından dizayn edilmiş, beşerî sistemlerdir. 

Hem sonra, “Bütün semâvî din mensuplarının Peygamber kabul ettikleri Hazreti İbrahim,” iddiası kocaman bir yalandan ibarettir. 

“İşte siz öylesiniz, haydi biraz bilginiz olan şeyde tartışınız, ya hiç bilginiz olmayan şeyde niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Allah bilir siz bilmezsiniz.” “İbrahim ne Yahûdî idi, ne de Hıristiyan. Sadece Allah’a boyun eğmiş bir Hanîf (Lekesiz bir Müvahhid) idi. O, müşriklerden de olmamıştı. “Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette onun izinde gidenler, şu Peygamber ve (onun yanındaki) iman edenlerdir. Allah da, mü’minlerin velisidir.” (Âl-i İmran 3/66, 67, 68) 

Öte yandan, “Her kim de İslâm’dan başka bir din ararsa, artık, imkânı yok ondan kabûl olunmaz. Âhirette o hüsrana uğrayanlardan olur.” (Âl-i İmran 3/85) 

Hem sonra, Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, “Yahûdîler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da, “Mesîh Allah’ın oğludur,” dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. Bunu, daha önceden inkâr etmiş olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah, onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar? Allah’ı bırakıp hahamlarını ve papazlarını, Meryem oğlu İsa’yı rab’ler edindiler. Oysa onların hepsi yalnızca tek bir Allah’a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. Başka ilah yok, ancak O var. O, onların ortak koşmalarından uzaktır.” (Tevbe 9/30, 31)

“Elbette, Allah, Meryem oğlu Mesih’tir,” diyenler kâfir (müşrik) oldular. Oysa Mesih şöyle demişti. “Ey İsrail oğulları! Allah’a ibadet ediniz, O benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Şüphesiz kim Allah’a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır, onun varacağı yer, cehennemdir. Zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” (Mâide 5/72) 

“Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler de, kâfir (müşrik) olmuşlardır. Halbuki tek bir Allah’tan başkası yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse, elbette içlerinden kâfir kalanlara acı veren bir azap dokunacaktır.” (Mâide 5/73) 

Bütün bu âyeti Kerime’ler müvacehesinde, Diyânet İşleri Başkanlığı, Hıristiyan misyoner’lerin, azılı, Fetö Deccâl’inin haşhâşî’lerinin ağzıyla nasıl böyle bir hutbe hazırlar? Haydi diyelim, Diyânet böyle densizlik yaptı, yurdumuz dahilinde 90 bin camii’de, gönül coğrafyamızda yüzlerce camii’de böyle bir hutbe’yi, hatipler nasıl okurlar. En azından ba’zı bölümler Hutbe metninden çıkarılıp okunamaz mıydı? 

Böylesine bir hutbe hazırlığı, Ahirzaman decâcile’sin, en şerir deccal’i F.T.Ö.’ye havale edilseydi, ancak böyle bir hutbe hazırlardı. Filhakîka, F.T.Ö. deccâl’i, eline kalem tutuşturulsa, imlası düzgün, suğra, kübrâ ve neticeli bir paragraf yazı meydana çıkaramaz. Üzerinde imzası bulunan ve kendisine izâfe edilen, kitaplar, husûsî olarak yetiştirilmiş, Arapça’ya ve İslâmî ilimlere vâkıf, Cizvit papazları tarafından yazıldığı bilinmektedir. 

Öyle anlaşılıyor ki, bu hutbe, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın tam kalbinde, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan, Kripto, F.T.Ö. Haşhâşî’leri tarafından hazırlanmıştır. 

Tam da o günlerde istifa edeceği, makamı boşaltacağı konuşulan, Sabık Diyânet İşleri Başkanı Mehmed Görmez’e nisbet edercesine, “Bak Ey Mehmed Görmez! Sen, bizim hakkımızda, Din İşleri Yüksek Kurulu’na, raporlar hazırlattın! Televizyon kanallarında cümle âleme ilân ettin. Fakat, işte sen gidiyorsun, ama, biz hâlâ buradayız, senden sonra gelecek daha nîce Diyânet İşleri Başkan’larını da göndeririz. Ama, yine bizler buradayız,” diyerek Sabık Başkan’a nanik yapmışlardır. Zâlimlere, haşhâşî’lere merhamet eden, Mehmed Görmez Hoca, şimdi kendisi merhamete muhtaç hale gelmiştir. Ne hazîn!..