DİYÂNET’TE NELER OLUYOR?!... (5)

F.T.Ö./P.D.Y. DİYÂNET’E NASIL VE NE ZAMAN HULÛL ETTİ?!.. (3)

Vukûat, hâdisât, ayân-beyân göstermiştir ki, F.T.Ö./P.D.Y., Şerîri ve âhirzaman decâcile’sin en şerîr deccali, F.T.Ö.nün ve haşâşî’lerinin, Diyânet İşleri Başkanlığına hulûl etmeleri, Yaşar Tunagür’ün, tahsili, hizmet süresi, o makam için yeterli olmadığı halde, siyâsî bir kararla, Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığı’na getirilmesiyle başlamıştır.

Bu dönem’de, 25.10.1966 – 15.01.1968 tarihleri arasında, Diyânet İşleri Başkanlığı yapan Merhûm, Ali Rıza Hakses, etliye-sütlüye karışmayan, kendi halinde sâkin bir zat idi. Onun döneminde, Diyânet’te, asıl icraatı, Yardımcıları yapmıştır. Onun yerine, vekâleten, bu Makam’a getirilen, Lütfi Doğan ise, “Karınca Ezmez Şevki,” sadece atlıya-sütlü’ye değil, hiçbir şeye karışmaz birisiydi. Siyâsî İdare, onu, bir gölgelik, bir bostan korkuluğu olarak o makam’a getirmişti.

Bu dönemde, Başkan Yardımcısı, Yaşar Tunagür, Kardeşi Hacı Ali Demirel vasıtasıyla, sırtını, Başbakan’a dayamış, Diyânet İşleri Başkanlığı’ndaki bütün ipleri eline geçirmişti. Yaşar Tunagür’ün yanında, artık, Diyânet İşleri Başkan vekili, Lütfü Doğan’ın, hattâ, Başbakan adına, Diyânet İşleri Başkanlığı’nı tedvirle vazifeli, Devlet Bakanı’nın sözü geçmiyordu.

Yaşar Tunagür, bütün ipleri eline geçirip, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, tek hâkim duruma gelince, ilk iş, Diyânet İşlerinde, müftü, vâiz, Kur’ân Kursu muallimi, imam-hatip, müezzin-kayyım olanlar’dan, ehl-i Sünnet, Mâtürîdî-Hanefî olanları tasfiye için harekete geçti.

Süleyman Efendi Hazret’lerinin ve talebesi’nin, rahle-i Tedrisinden geçmiş olup, İslâmî ilimlere vâkıf, Diyânet İşleri Başkanlığı’nca açılan, müftülük-vâiz’lik imtihanlarını kazanmış, büyük bir vukuf, liyâkat ve ehliyetle Yurdumuzun muhtelif yerlerinde vazife yapan, müftü, vaiz, Kur’ân Kursu muallimi, imam-hatip, hatta, müezzin-kayyîm, hemen, herkesin “Zâtî” Dosyasının “özlük”, kapağına, kocaman, “S”, harfi çizilmiş, ilk fırsatta bunların çeşitli bahâneler ile yerlerinden edilmeleri için direktif verilmiştir.

Yaşar Tunagür’ün adamları, kolları sıvadılar, kocaman bir Türkiye Haritasını masaya yatırdılar, harita üzerinde, iğne ile, sürgün yer’leri tesbit ettiler. Öncelikle, Doğu’da ve Güneydoğu’da, ba’zı, merkezler tesbit ettiler. Tunceli, Hozat, Çemişgezek, Pertek ve Ovacık, Trakya’da, Bulgaristan sınır boyunda köy iken, sınırda olduklarından Sınır Emniyeti için, kazara, kaza, ilçe yapılmış, Lalapaşa ve Kofcaz sembolik sürgün yerleriydi. Hak’larında, hiçbir ciddî tahkikat mevzuu olmadığı halde, ba’zen, herhangi bir memnûniyyetsizin, ipe-sapa gelmez, gayri ciddi ihbarı ile, ba’zen, maniple edilmiş bir şikâyet dilekçesiyle insanlar yerlerinden edildiler, sürgüne gönderdiler.

İstanbul-Çatalca, Müftüsü, Merhûm, Lûtfi Davran-Merhûm Lütfi Ağabey, kendi isimlerini, “Lütfi,” değil de, “Lûtfi,” olarak telaffuz ederdi. Bendeniz, teberrüken, ismini kendi telaffuz ettiği gibi yazdım, lütfen tashih edilmesin, -Yunanistan’ın Elbasan civarından, göçle gelmiş, Çatalca’ya yerleşmiş bir aile’nin en büyüğü. Lakabı, “Lütfi Usta, “Süleyman Efendi Hazretleriyle müşerref olmadan önce, hattâ, Müşerref olduğunda, iyi bir duvarcı, duvar ustası... Efendi Hazretlerine kapılanınca, isti’datı ezeliyse ve Himmet-i Ricâl, himmet-i Üstaz ile, kısa zaman’da, zâhirî ve bâtînî ilimlerde büyük mesâfe kat’eder, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın açtığı müftülük imtihanı’nı kazanır, müteakiben, İstanbul-Çatalca’ya, müftü ta’yin edilir. Ramazan aylarında ve mübârek gün ve geceler’de, İstanbul’da, Salâtîn Cami’lerde va’az etmektedir. Ateş’in konuşmaları, gözünü budaktan esirgemeyen, cesûr tavrı, Salâbet-i Diniyyesiyle herkesi kendisine hayran bırakır. Öğleden önce, va’az ettiği camii’de, ikindiden önce veya sonra da, şu camii’de olacağım, dediğinde cemaat o cami’lere koşardı.

O yıllar’da, Çatalca, yaklaşık dört bin nüfuslu bir kasaba idi. İkisi tarihî olmak üzere, Çorlulu Ali Paşa Camii, Ferhad Paşa Camii, Kaleiçi Camii, üç cami olmasına rağmen, bütün kasaba’da, beş vakit namaz kılanların sayısı, iki elin parmakları kadardı. Çatalca’da, o yıllarda beş vakit namaz kılanları hâlen, isim isim, sayabilirim. Müftü, Lûtfi Davran, Ferhad Paşa Camii’nin hemen yanında oturur. Sabah Ezan’larını bizzat okurdu. Küçücük bir dağın eteklerindeki Ferhad Paşa Camii’nin minaresinden akseden ve derîn bir sükûnetteki Çatalca Ovasına yayılan çok güzel ve dik, Davûdî sesi, insanı ötelerin ötesine götüren Lâhûtî bir iklim meydana getiriyordu. O lâhûtî iklimde, Müftü Efendi, güzel, dik ve Dâvûdî sesiyle, ezan okurken, meyhâne’dekiler, dışarı çıkıyor, Sabah’ın derîn sükûneti ve huzurunda, ezan sesinden başka hiçbir ses yok, belki kuş sesleri, nöbet değiştiren, Kirâmen Kâtibîn meleklerinin kanat sesleri var. Ayakta zor duran, sarhoş, Müftü Efendi’nin Ezanı’nı derîn bir huşû içerisinde dinler ve “Abe yav, bu Adam insanı camiye getirecek,” diye mırıldanıyordu.

Çatalca Merkezinin nüfusunun azlığı’na karşın, hinderlandı, çok geniş ve kalabalık nüfusa sahip. O tarihlerde, Çatalca’nın, 90’dan fazla köyü vardı. Bunlar arasında, Anadolu’daki pek çok ilçe’nin nüfusundan fazla nüfusu olan, Büyükçekmece, Istıranca, Karacaköy gibi, Nahiye’ler ve köyler vardı. Müftü Efendi, yalnız Çatalca’da değil, tüm Trakya’da saygın, hürmet edilen bir şahsiyyetti. Zengin bir kişinin desteği olmadan, herhangi bir vakıf veya dernek bulunmadığı halde, tek başına, bir Kur’ân Kursu yaptırmış, Yatılı olarak, Tekâmül Seviyesinde, Tedrisât’da bulunan, 60 kadar talebe’nin iaşe ve ibâtesini te’min ediyordu. Kardeşi, Çatalca’nın Çaklı Köyünde tarım ve hayvancılık yapıyordu. Müftü Efendi de, Çatalca’da Evinin bitişiğindeki ahırda inek besliyor ailesinin nafakasını böylece te’min ediyor, müftülük maaşını, bir kuruşuna bile dokunmadan talebe için harcıyordu.

Lûtfi Davran Hoca, sadece Çatalca için değil bütün Trakya için çok önemli bir zât idi. 1924’den i’tibâren, başlayan Lâdinî bir hayat tarzı ve rejim dolaysiyle, Yüce İslâm Dini, bütün Türkiye’de gurbete düşmüş, ama en çok Trakya’da gurbete düştü. Trakya’nın ba’zı ilçe ve köylerinde, ezan okunmuyor, camiler açılmıyordu. Lûtfi Davran’ın gayretleriyle, Trakya’da, Çerkezköy, Saray, Çorlu, Hayranbolu, Demirköy, Edirne ve Kırklareli’nde, Kur’ân Kurs’ları açılmıştı. Çatalca Merkez, Büyükçekmece, Tepecik, Anarşi-Gürpınar’da açılan kurs’lardan başka...

Çatalca bir nev’i Trakya’nın giriş kapısı gibiydi.

Hiçbir gerekçe yokken, hakkında, herhangi bir şikâyet yokken, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın tertip ettiği, hizmet içi eğitim seminerlerinde, bütün il ve ilçe müftü’lerine, İlm-i Ferâiz başta olmak üzere, eğitim veren -Türkiye’de Ferâiz İlminde, zamanın vahîdi idi.- Lûtfi Davran Hoca’nın, Kırklareli’nin Kofcaz İlçesine naklen ta’yini çıktı.

İstanbul’da ve taşra’da, hocaefendiler, va’az ederken, kürsüye çıkmazlar, mihrab’lardan veya camii’n herhangi bir köşesine oturarak va’az ederdiler. İstanbul’da, Salâtîn Camii’lerde, aynı anda, minber’in sağında ve solunda, müezzinler mahfilinin altında, iki-üç, hatta dört hocaefendi va’az ederdi. Her birinin sekiz-on kişilik bir cemaat grubu olurdu.

İstanbul’da, Salâtîn Camii’lerde kürsüye çıkarak Camii’n tamamına ve bütün cemaate ilk hitap eden, Süleyman Efendi Hazretleriydi. Süleyman Efendi Hazret’leri, Dersiâmlık unvanıyla 1924’den, irtihal buyurduğu, 1959 yılına kadar zaman zaman, Eminönü, Arpacılar, Kasımpaşa Cami-i Kebîr Camii gibi, nisbeten, küçük Camii’lerde va’az etmesine rağmen, umûmiyetle, Dahil-i Sûr’daki Salâtîn Camii’lerinde va’az ederdi. Camii’lerde, mikrofonu, hoparlörü, ilk kullanan Süleyman Efendi Hazretleri’ydi.

Efendi Hazret’lerinin ebediyyete intikalinden sonra, Rahle-i Tedrisinde ya da, talebe’sinin Rahle-i Tedrisinde bulunup, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın açtığı müftülük-vaiz’lik imtihanını kazanmış, İstanbul Merkezinde veya Fatih, Bakırköyü gibi, ilçelerine vâiz olarak ta’yin edilmiş, ama İstanbul’daki Salâtîn Camii’lerde va’az eden, Rize’li, Hafız, Hüseyin Kaplan, -Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda askerlik vazifesini ifa ederken, İstanbul Camii’lerinde asker urbasıyla va’az ettiği için, İstanbul’lular, kendisine “Bahriyeli Hoca,” derlerdi. – Alanya’lı, Mehmed Arıkan, Düzce’li, Seyfeddin Alkan, Tokat’lı, Feyzullah Değer’li ve Bayburt’lu Mustafa Yumak..

Her biri, İstanbul’un Salâtîn Camii’lerinde, bülbüller gibi, şakıyor, Cem-i Gafîr halindeki cemaatlere hitap ediyorlardı. Bir camii’de kendilerini dinleyen cemaat “şu vakitte de şu camii’de olacağım,” dediklerinde, eksiksiz, o cami’ye yönelirdiler. Hüseyin Kaplan, Cum’a günleri, İstanbul’da, ticaretin kalbinin attığı Tahtakale’de, Marpuççular Camii’nde va’az ederdi. Camii’n içi, saat 10’dan itibaren dolardı. Namaz vaktinde ise, insanlar, Camii’n civarındaki cadde ve sokaklarda namazlarını eda ederdiler.

Hal böyle iken, Diyânet İşleri Başkanlığı, Fatih Merkez Vâizi, Mehmed Arıkan Hocamızı, Zonguldak-Kurucaşile’ye, -Bartın henüz daha il yapılmamış, Bartın da, Kurucaşile de Zonguldak İli’ne bağlı ilçelerdi.- Hüseyin Kaplan da, o yıllar’da karayoluyla ulaşılamayan, mahrûmiyyet bölgesindeki Muğla’ya..