F.T.Ö./P.D.Y. DİYÂNET’E NASIL VE NE ZAMAN HULÛL ETTİ?!.. (2)

27 Mayıs 1960 Darbe-i hükûmetinden sonra yapılan ilk serbest seçimlerde, Ekim 1965 Milletvekilliği Umûmî Seçimlerinde, aleyh’te şiddetli propagandaya, dünya’nın hiçbir ülkesinde uygulanmayan, acayip seçim sistemi, Millî Bakiye Sistemine rağmen, %2,3, nisbetinde rey alan partilerin bile, milletvekilliği kazandığı bir seçimde, devrin, Süleyman Demirel’in reisi olduğu, Adalet Partisi, %53 rey nisbetiyle, 450 kişilik, Parlamento’ya, 240 milletvekili sokabilmişti. Bu durum, 1950’li yıllardan sonra ilk def’a, bir parti’nin tek başına iktidar olması demektir. 

Ekim 1965’de Adalet Partisi iktidara geldiğinde, Anayasa Mahkemesi üyesi, Umur-u Şer’iyye vekillerinden, Mustafa Fehmi Gerçeker’in oğlu, Mehmed Tevfîk Gerçeker, Diyânet İşleri Başkanıydı. 16.12.1965 tarihinde vazife’den alınmış, yerine, İstanbul Müftüsü, İbrahim Bedreddin Elmalı getirilmişti. İbrahim Ethem Elmalı, dik başlı, Salâbet-i Diniyye sahibi, kimseye boyun eğmeyen bir zât idi. Siyâsetçiler, “Evet Efendim, sepet Efendim,”ci olmayan bürokrat ve üst kademe idarecilerinden pek hoşlanmazlar. Nitekim, İbrahim Ethem Elmalı, 10 ay, 8 gün, çok kısa bir süre vazife yaptıktan sonra, çıktığı, Libya, Cezayir ve Tunus seyahatindeyken, vazifeden azledilmiş, vazife’den alındığını, Yurdumuza dönmeden, Tunus Hava Meydanında gazeteci’lerden öğrenmişti. Onun yerine getirilen ve bir yıl iki ay 20 gün vazife’de kalan, Ali Rıza Hakses sakin mizaçlı etliye-sütlüye karışmayan birisi olmasına rağmen, bir an evvel, Diyâneti ele geçirmek ve Diyânet’e hulûl etmek için acele edenler, ona bile tahammül edemediler, 15.01.1968 tarihinde vazife’den aldılar. 

Onun yerine, bilâhare, Erbakan Hoca’nın parti’lerinden, Gümüşhane Senatörü, Gümüşhane Milletvekili olarak Parlamento’ya girecek olan, Lütfi Doğan, 15.01.1968 tarihinde Diyânet İşleri Başkanlığı’na getirildi. 

Lütfi Doğan, tam da siyâsetçilerin aradığı, “evet Efendim, sepet Efendim,” diyenlerden birisiydi. Lüzumundan fazla Halîm-Selîm, “Karınca Ezmez Şevki,” gibi mülâyim, hımbıl...

Merhûm Üstad Necip Fazıl, Erbakan Hoca ile birlikte siyâset yapan, Hasan Aksay için, “Mütebessim Ahmak,” Lütfi Doğan için, “Sakit Ahmak,” derdi. 

Bu dönem’de, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, yeni bir gelişme oldu. Daha önce, Tapu Kadastro Meslek Okulu, 1. sınıfından terk, dinî Yüksek okullarından birisinden me’zun olmayan, husûsî olarak, dinî ilimler eğitimi almamış, Diyânet’çe açılmış, herhangi bir imtihanı kazanmamış olmasına rağmen, kimler tarafından ve nasıl, Edirne Müftüsü, Ege Bölgesi, Gezici Vâizi, yapılmış ise, bu kerre, Yaşar Tunagür, İlâhiyat Fakültesi, Yüksek İslâm Enstitüsü gibi, Yüksek din eğitimi veren bir okuldan me’zun olmak, ayrıca, din eğitimi veren bir Yüksek Okulda veya Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, en az, 12 yıllık bir kıdeminin bulunması şart olduğu halde, bunların hiçbirisine bakılmaksızın, ilkokul me’zunu, resmî ve husûsî dinî bir eğitimi olmadığı, herhangi bir imtihan kazanmadığı halde, Diyânet İşleri Başkanlığı’na, Başkan Yardımcısı olarak ta’yin edilir. 

Aslında, Demirel ve Kardeşi, Hacı Ali Demirel, kendisini doğrudan, Diyânet İşleri Başkanı olarak ta’yin etmek istiyorlardı. Fakat, müktesebatı, Diyânet İşleri Başkanı olarak ta’yinine kesinlikle kâfi değildi. Filhakîka, müktesebatı, Başkan Yardımcılığı’na da, yeterli değildi. Ama, olsun du. Nasıl olsa, iktidarda bir tek parti iktidarı vardı, i’tiraz eden olmazdı, olsa bile, bütün i’tirazlar gözardı edilebilinirdi. 

Onun yerine, kukla bir isim, Diyânet İşleri Başkanı olarak ta’yin edilir, bütün yetkiler elinde olmak üzere, kukla Diyânet İşleri Başkanı’na da, hükmetme salâhiyetiyle Yaşar Tunagür Başkan Yardımcısı olarak ta’yin edildi. 

Yaşar Tunagür, Diyânet İşleri Başkanı Yardımcılığı’na getirilince, ilk işi, devletten külliyetli miktardaki tahsisât ile, Başbakan Süleyman Demirel’in kardeşi, Hacı Ali Demirel ile birlikte, uzunca bir zaman süren, Ortadoğu ve Kuzey Afrika seyahatine çıkar. 

Osmanlı-İslâm Coğrafya’sında, hey’ette bulunanlardan, Hacı Ali Demirel, T.C. Sadrıâ’zamı Süleyman Demirel’in Kardeşi ve veziri olarak, Yaşar Tunagür de T.C.Şeyhulislâm’ı, diye tanıtıldı. Bu coğrafya’da uğradıkları ülkelerde, büyük i’tibar gördüler. 

Yaşar Tunagür, Türkiye’ye avdetinden sonra, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, bütün ipleri eline aldı. 

“Burasının tek hâkimi benim,” dercesine, Diyânet İşleri Başkanı olan, Lütfi Doğan’ın makam odası kadar ve en az, onun makam odası konforunda, bir makam odası hazırlattı. Sert mizacı ve Hâkimâne tavrıyla, Merkez’de çalışanlara ve Diyânet’i ziyâret edenlere, “Buranın tek hâkimi benim,” demek istiyordu. 

Devlet Terbiyesi, bürokrasi âdabı, odur ki, ast makamda olanlar, üst makamda olanlara, asgarî hürmeti gösterirler. Herhangi bir arzu ve talepleri varsa, makam odası tıklatılır, makama girilir, selâm verilir, pes bir sesle ma’rûzatını arz eder, arka arkaya makamı terk eder. 

Oysa, Yaşar Tunagür, Diyânet İşleri Başkanı’nın bir mertebe aşağında ast olduğu için, bir arzusu ve talebi varsa, bir mûcib imzalatacaksa, saygı çerçevesi dahilinde, Makam’a çıkıp, hürmetle arz edeceğine, çaycı’ların, kapıcı ve müstahdemlerin bile, duyabilecekleri bir vasatta, avaz avaz, “Lütfîiiii! Sana gönderdiğim evrakı hemen imzalayıp bana gönder,” diye bağırıyordu. Demek istiyordu ki, burada bütün salâhiyetler benim elimdedir. Sen burada bir kukla mesabesindesin... 

Keşke, Yaşar Tunagür’ün, Diyânet İşleri Başkanlığı’ndaki tahribatı, sadece, bu devlet edebine, bürokrasi usullerine uymayan, tarihe kötü bir örnek olmakla, geçiştirilebilinseydi. 

Yaşar Tunagür, Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığı’na, Başkanın da, salâhiyetlerini sonuna kadar kullanmak üzere, getirildiğinde, Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde, müezzin-kayyım, İmam-Hatip, Kur’ân Kursu muallimi, murâkıp, vâiz ve müftü olarak hizmet verenlerden %60’ı Süleyman Efendi Hazretlerinin medreselerinde, tedrisat sisteminde yetişmiş, Osmanlı Medrese’leri tedris usûluyle, İslâmî ilimleri tahsil etmiş, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından açılan imtihanları kazanmış, müezzin-kayyım, imam-hatip, Kur’ân kursu muallimi, vâiz, ilçe ve il müftüsü olarak, büyük bir muvaffakıyetle ve Aziz Milletimizle bütünleşmiş, yüzdeyüz Millî ve yerli, katıksız ehl-i Sünnet mensubu insanlardı. Geri kalan, yüzde 40’ın, %20’si, Osmanlı Medreselerinde eğitim görmüş, 03 Mart 1924’de Medreselerin kapatılması üzerine, me’zun olamadan ayrılmak mecbûriyetinde kalmış, Anadolu’ya dönmüş kimseler. Bunlardan ba’zıları, Diyânet İşleri Başkanlığı, Müşâvere Hey’etinde bulunan Muhterem Zevât, dersiâm ve müderrislerin, medreselerden, tanıdığı, ilmine, fazlına, liyâkat ve ehliyet’lerine, idrâk’lerine muttalî idiler. Medreseler kapatılmasaydı da, bir-iki yıl daha devam ettirilmiş olsaydı, bunlar me’zun olacaklardı. İşte, bu zevâtı, Diyânet İşleri Başkanlığı, Müşâvere Hey’eti bulundukları il ve ilçelere, umûmiyetle vâiz, müftü olarak ta’yin edilmişlerdir.  

Geri kalan, %20’si de, İslâmî ilim’lerin tahsil edildiği ilim müesseseleri, medrese’ler kapatıldıktan sonra, Doğu ve Güneydou Anadolu’da ve ba’zı Karadeniz illerinde, eli öpülesi hocaefendiler ki, bunlardan birisi, Merhûm, Dersiâm, Of’lu, Dursun Efendi olarak meşhûr, Dursun Güven Efendi Hazretleriydi. 

Rahmetle ve minnetle yâd ettiğimiz bu Muhterem Hocaefendilerden ders okumuş, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, açtığı müftülük-vâiz’lik imtihanını kazanıp, muhtelif il ve ilçelere ta’yin edilenlerdendi. 

Hak’larını ketmeyelim. Konya’da, Hacı Üveys Zâde, İstanbul’da, Hafız Hasan Akkuş, Düzce’de, Çankırılı, Hafız Hasan ve şu anda hatırlayamadığım başka yerlerdeki zevât da, hafızlar yetiştiriyorlardı. Bu hafızlar da, Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde, müezzin-kayyım ve imam-Hatip olarak vazife yapıyorlardı. 

27 Mayıs 1960 Darbe-i hükûmetinden sonra Devletimizin bütün kademelerinde deprem yaşanmış, pek çok, devlet dairesinde, ast’lar, üst, ayaklar baş olmuştu. Devlet hiyerarşisinde, piramit alt-üst olmuşken, İhtilâli ta’kip eden günlerde kimi il ve ilçe’de, tâlî Sıkıyönetim komutanlarının çiğliği yüzünden ba’zı, yaşını-başını almış, Muhterem müftü ve vâiz’e hakaret edip azarladıkları için emekliliklerini talep edip ayrılanlar dışında, İhtilâl İdaresince Diyânet İşleri Başkanlığı’na, askerî eğitimin dışında dinî bir eğitim almadığı ve din’le, Diyânet’le alakalı, hiçbir vasfı bulunmadığı halde, Başkan Yardımcısı olarak ta’yin edilmiş iseler de, Diyânet İşleri bünyesine, fitne ve fesadı sokamamışlardı. Çünkü Diyânet’de çalışanlar da, idareciler de, hepsi, yerli, millî ve su katılmamış ehl-i Sünnet mensubuydular.