F.T.Ö./P.D.Y. DİYÂNET İŞLERİNE NASIL VE NE ZAMAN HULÛL ETTİ!... 

1915 Ermenî Tehcir’inden sonra, Doğu Cephesi Kumandanı, Merhûm, Kazım Karabekir Paşa, tehcîr sırasında telef olup, yok olmalarını önlemek için belli bir yaştaki, Ermeni çocuklarını himayesine almış, onlardan her birini, Doğu illerindeki ağa ve eşrafın, yanına-himâyesine emanet etmiştir. Ağa’lar ve eşraf himâye’lerine aldıkları çocukların isimlerini değiştirmişler, yâ kendi isimlerini ya da sevdikleri birinin ismini vermişlerdir. Bunlardan birisi olan zât, İspir’den, Hasankale’nin bir köyüne yerleşir. Doğan çocuklarına, Ahmed, Mehmed, Bekir, Ömer, Osman, Ali Hasan-Hüseyin gibi, sarîh Müslüman isimlerinin yerine, gizemli, Fethullah, Sıbgatullah, Mesîh, Fakirullah gibi isimler verir.  

İçindeki dinî ve kavmî asabiyyeti o kadar kavî’dir. “Öyle çocuklar yetiştireceğim ki, onlarla, Müslümanlardan intikamımızı alacağım, onları içlerinden yıkacağım. Millî ve dinî asabiyyeti’nin bir tezâhürü olarak, oğullarından birisinin adını, “Mesîh,” koyar. Bilindiği gibi, “Mesîh,” sözlükte el süren, el sığayan demek olup, Kur’ân-ı Kerim’de, Hazreti İsâ aleyhisselâm’a izafe edilmiş bir sıfattır. Kur’ân-ı Kerim’de yedi yerde, Hazreti İsâ’dan “Mesîh,” olarak bahsedilmektedir. Ne eski Türk Kavimlerinde, ne Selçûkî’lerde ve ne de, Osmanlı’da, “Mesîh,” ismi kullanılmaz, hiçbir Müslüman çocuğuna “Mesîh,” ismini vermez. 

Oğullarından birisi, henüz, çocukluk yaşında, 17 yaşındayken, yurdumuzun en doğusundan en batısına, Erzurum’dan-Edirne’ye gönderilir. Edirne’de, Üçşerefeli Camii’ne müezzin ta’yin edilir. Camii’n çok geniş yan duvarlarından birisinin, penceresinin içinde yatıp-kalkmaktadır. İmam’ın bulunmadığı vakitlerde imamlık vazifesini ifa etmektedir. Akrabasından olduğunu iddia ettiği, devrin, Edirne vâizi, Hüseyin Top’un delâletiyle kendisine müftülük tarafından “va’az edebilir,” vesikası verilmiş, fakat sonradan geri alınmıştır. 

Olağanüstü dönemler, kendi şartlarını beraberinde getirir. Olağanüstü vak’a’lara şahid olunur. 27 Mayıs 1960 Darbe-i hükûmetinden sonra, Edirne Garnizonu ve Tâlî Sıkıyönetim komutanı olan zât, Edirne Müftülüğü’ne gider, devrin Edirne Müftüsü, yaşını-başını almış, Osmanlı Medrese’lerini bitirmiş, gerçekten, âlim-fazıl bir zattır. İhtilâlin mağrur subaylarından o zat, Müftü Efendiye her türlü nezâket kurallarına aykırı ve aslâ, insânî olmayan bir tavırla, “Kuyruk, düşük, hâlâ bu Makam’da oturuyor musun? Derhal bu makamı terk et!” der. Garnizon’da askerlik vazifesini yerine getirmekte olan, Burhaneddin Babayakalı, adında bir asker vardır. Askerlikte, sadece namaz kılanlara bile, “Hoca,” diye hitap edilir. Garnizon ve Sıkıyönetim komutanı, Burhaneddin Babayakalı’ya, “Şu andan i’tibâren, Edirne Müftüsü sensin, geç Makam’a otur,” der. 

Burhaneddin Babayakalı, Edirne müftüsü olarak Diyânet İşleri Başkanlığına gelen evrakı, Edirne Müftüsü sıfatıyla imzalar, ta’yinler yapar. Sonra, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda fark edilir ki, Diyânet tarafından Edirne Müftülüğüne bu isimde bir şahıs ta’yin edilmemiş, Edirne Müftüsü olarak, yaşlı zât görünmektedir. 

Dedik yâ, “Olağanüstü devirler, kendi şartlarını beraberlerinde getirirler,” Burhaneddin Babayakalı’yı, Edirne’nen yakın ilçelerinden, Hasa’ya müftü olarak ta’yin ederler. 

Onun yerine, Edirne Müftülüğü’ne, Tapu Kadastro Meslek Okulu birinci sınıfından terk, ilkokul me’zunu, Yaşar Tunagür ta’yin edilir. Erzurum’dan Edirne’ye gönderilen 17 yaşındaki gencin askerlik çağı gelmiştir. Askerlik için celp edilir. Kendi ifadesine göre, kendisini Karaağaç İstasyonundan, askerlik için, Ankara’ya uğurlamaya gelenler’den birisi de, devrin Edirne Müftüsü, Yaşar Tunagür idi. Bir il müftüsü’nün, bir müezzini uğurlamaya gelmesi hâdisâtın olağan seyrine aykırıdır. Daha ne ilişkiler ne ilişkiler!... 

Kendi anlattıklarına bakılırsa, ba’zı kurumlar tarafından, (İstihbarat’ın Askerî Kanadı,) kullanılmıştır. Zâten siz kullanılmaya müheyyâ iseniz, sizi herkes kullanır. 

Cumhuriyet kurulduğundan i’tibâren, Devletin, irtica ve tefrika (bölücülük) fobisi artarak devam etmiştir. 27 Mayıs 1960 Darbe-i Hükûmetinden sonra ise, daha da artarak, neredeyse, paranoyak bir hâle dönüşmüştür. Bilhassa, Askerî Kışla’larda, Cumartesi günleri titiz bir arama yapılır, erat’ın çantaları-çanta dediysem de çanta değil, hâkî torbalar,- yatak altları, cepleri didik didik edilirdi. Hafta geçmez, Genel Kurmay Başkanlığı’ndan, “İrtica ve bölücükle, aşırı akımlarla, ta’vizsiz mücadele edilecektir,” diye Askerî Ta’limâtnâme’ler gelirdi. Bendeniz, Vatanî Vazifemi, (05 Eylül 1966 – 05 Eylül 1968) tarihleri arasında, İzmir Bornova’da, 57. Top. Eğitim Tugay’ında yapmıştım. Tugay Camii Başimamıydım. Aramalarda, ele geçirilen, kitaplar, gazete ve dergilerle, daha ziyâde Arapça yazılmış mektuplar’a, suç delili olarak el konuluyor, şahıslar, Tugay Mahkemesi tarafından Tugay Hapishânesine konuluyorlardı. 

Bir Cumartesi aramasında, Siirtli, bir neferin torbasında Arapça yazılmış mektuplar ve Risâle-i Nûr Külliyatından, bir kitapçık ele geçirmişler. Yapılan tazyik neticesinde, kitabı kendisine Ömer Balıkcı ismindeki ast. subay’ın verdiğini i’tiraf etmiş, mektupları, yine Siirtli olan ve Arapça konuşan, diğer askerlere okutmuşlar. Mektupların içinde “Hücre,” kelimesi geçiyordu. Tamam işte! demişler, bunlar, hücre faaliyeti gösteriyor, “Sizin Hücrenizi kim idare ediyor? Hücre faaliyetlerinize daha kimler katılıyor. Aralarında subay ve ast. subaylar da var mıdır? Tugay Camii İmamı da, sizin hücrenize dahil midir?” gibi sorular sorular... 

Mahkeme Başkanı, Topçu Binbaşı’ydı. Namazlarını Kışla’da bulunduğunda, Tugay Camii’nde kılardı. Kendisiyle, hapisteki ast. subay ve erlerin durumunu konuştum. Kendisi, “Beni yanlış anlama Hocam! Said Nursî, Kur’ân-ı Kerim’in yerine kendi risâlelerini ikâme etmeye çalıştı. Şakird’ler Kur’ân-ı öğrenip-okuma yerine, risâle okuyorlar,” dedi. “Ben, gerçekten Müslüman olduğum için bunlarla mücadele ediyorum,” dedi. 

Ben kendisine, “Mektupları okudum. Mektuplarda aşırı akımlarla alakalı herhangi bir şey yok. Siirt’teki ba’zı ailelerin ana dilleri Arapça olduğu için bu mektuplar, Arapça yazılmıştır. Ast. subay ve diğer er ve erbaşlar, zavallı insanlar. Bunların hücre faaliyetleri, aşırı akımlarla bir alakaları olamaz. Siz, beni bu dosya’da bilirkişi olarak gösteriniz, ben mektupları tercüme edeyim, bir rapor halinde size arz edeyim. Bunları, Tümen Mahkemesine sevk ederseniz, ast. subay’ın rütbesi sökülür, askerlikten tard edilir, er ve erbaşlar da, hiç yere hapiste yatarlar. Kabûl etti, verdiğim rapora istinaden hapistekileri serbest bıraktı. 

Aynı kaynaklar, beni de kullanmak istediler, “Tugay Camii’ne namaza gelenler ve gruplara-bölüklere verdiğiniz din ders’leri sırasında, muttali olduğunuz aşırı akımlara mensup, subay, ast. subay ve eratı, bize rapor ediniz. Biz, sizi, gerçekten, Vatanı’nı seven, Milliyetçi, Atatürkçü(!), Cumhuriyetçi birisi olarak biliyoruz,” diyorlardı. 

O yıllar’da, şâkird’lerden duymuştum. Erzurumlu’nun, pekç ok şakird’i jurnal ettiğini söylerlerdi. Konuşmalarında sık sık, “Pîr-i Mugan,” diye bahsettiği Said Nursî’nin talebesi, şakirdler tarafından dışlanmıştır. 

Edirne Müftüsü, Yaşar Tunagür, Edirne’den, naklen, Ege Bölgesi Gezici vâiz’liğine ta’yin edilir. -633 Sayılı, Diyânet İşleri Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri hakkındaki kanun, me’iyyete alınmadan önce böyle bir kadro ve uygulama vardı.- Yaşar Tunagür’ün Edirne’den ayrılması üzerine, himâyesiz kalan Erzurumlu genç, geçimsiz, herkesle kavgalı birisi olduğu için, artık Edirne’de kalamaz. Yaşar Tunagür’ün şefaatiyle, Edirne’ye komşu il, Kırklareli’ne ta’yin edilir. Kırklareli’nde, 8 ay gibi kısa bir müddet kaldıktan sonra, apar-topar İzmir’e gönderilir. Daha sonraki yıllar’da, ayan-beyan anlaşılmıştır ki, Kırklareli’nden apar-topar kaçırılması, Amel-i Kavmi Lût iddiasıyla, Ahbesü’L-Habâis’den olduğu içindir. Aslında buradan uzaklaştırılıp, “Nesyen, Mensiyyen,” olarak, adem’e mahkûm edilmesi gerekirken, hangi güçler devreye girmiştir de, hiçbir dinî yüksek okuldan me’zun olmadığı, haricen ciddî bir dinî tedrisatta bulunmadığı, -“Mızdaklı İlmihal,”e ve te’lif eden zât’a hakaret olur.- halde, o devirde, nüfus ve gelişme bakımından Türkiye’nin ikinci büyük ili, İzmir’e, Merkez Vâizi olarak ta’yin edilmiştir. 

Yine, Yaşar Tunagür’ün himaye ve desteğiyle, İzmir’in tarihî Camii’lerinden, Kestane Pazarı Camii’ne, Camii’n mülhakatında bulunan, Akseki’li, Merhum, Ali Rıza Güven Merhum’un Başkanı olduğu, İmam-Hatip ve İlâhiyyat’a öğrenci Yetiştirme Derneği’ne aid, küçük odalarda kalan ilkokulu yeni bitirmiş talebenin başına müdür yapılır. 

Araplar, bu gibi durumlarda, “Mine’l-Garâib ve mine’l-Acâyîb,” derler. Garabete bakınız ki, Amel-i Kavmi Lût ve habâsetten, Kırklareli’nden kaçmak zorunda kalan bir ahbes’i, ilkokul me’zunu, 12 yaşındaki çocukların barındığı yurt, aslında yurt da denmez, hücrelere vazifelendirmek... 

Kader ağlarını örüyor, daha neler neler olacak?!.. (Bekleyiniz, Efendim...)