Diyânet İşleri Reisliği Neşriyatı denilince, ilk akla gelenler, Sâbık, Diyânet İşleri Müşâvere Hey’eti azası ve bilahare, Diyânet İşleri Reisi, Merhûm, Ahmed Hamdi Akseki’nin büyük gayret’leriyle, ilk neşredilenler, Merhûm, Muhammed Elmalı (Yazır) Mufassal Türkçe Tefsiri, Hak Dini Kur’ân Dili, 9 Cild’lik Muhalled eseriyle, Merhûm, Ahmed Naim Bey ile, Merhûm, Kâmil Miras’ın, “Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih’in,” Tercüme ve Şerhi’dir. Gerek, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır’ın Türkçe Tefsiri, gerekse Ahmed Naim-Kâmil Miras ikilisi’nin Tecrid-i Sarîh tercüme ve şerh’leri, aradan geçen bunca zamana rağmen, tefsir ve hadis sahasında, henüz, geçilememiş, hatta, ulaşılamamışlardır. Her iki esere de, gerçekten, “Muhalled,” Eser’ler, denilir. Tefsir’in birinci baskısını, Diyânet İşleri Reisliği yapmış ise de, anlaşma gereği, İkinci Baskısı, Merhum, Muhammed Hamdi Yazır’ın oğlu, Merhum, Muhtar Yazır, üçüncü baskısı, Merhûm Müellif’in oğulları ile, devrin Eser Kitabevi Sahibi, Merhûm Halil Eser’in müşterek gayret ve himmetleriyle 1971’de yapılmıştır. 

Tecrid-i Sarih’in tercüme ve Şerh’inin ise, elimizde, 1976 yılı, 4. baskısı, T.C. Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından yapılmıştır. 

Elimizde bulunan, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın son yayınlarından, “Kendi Dilin’den FETÖ Örgütlü Bir Din İstismarı,” adlı rapor, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, Genel Serî’de, 1367, İlmî Eser’ler Serî’sinde, 215. yayınıdır. Bunlar arasında Ansiklopedik çap’ta, çok cild’li eser’ler bulunduğu gibi, 10-15 Sahifelik risâlecikler de mevcud’dur. 

Bildiğim kadarıyla, Diyânet İşleri Başkanlığınca, neşredilmesi düşünülen eser’ler, 1965 yılının ortalarına kadar, Diyânet İşleri Reisliği, Müşâvere Hey’eti’nin tetkiki ve müsbet kararıyla, 1965 yılından sonra, 633 Sayılı kanun mer’iyyete alındıktan sonra da, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun tetkîk ve müsbet kararıyla mümkün oluyordu. 

Yine bildiğim kadarıyla, ne Müşâvere Hey’eti zamanında ve ne de Yüksek Din Kurulu zamanında, ehl-i Sünnet Akîde’sine aykırı düşecek te’lif ve tercüme eser’lerin Diyânetçe neşrine izin verilmiştir. Diyânet İşleri Başkanlığı Neşriyatı arasında bulunan, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları, 157 Sayılı yayın, kitap, “İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın bir noktaya Cem’i,” 1974 Ankara Basımı. Müellifi, M.Reşid Rıza el-Hüseynî, Mütercimi, Merhûm, Ahmed Hamdi Akseki, Notlar ekleyerek sadeleştiren Hayreddin Karaman... 

Kitab’ın müellifi, Mısır, Câmîatü’L-Ezher’in Şeyhi, (Rektörü) ve Mısır Müftüsü, Büyük Mason’lardan, Muhammed Abduh hayranı, Muhammed Abduh’un da hayranı olduğu, Büyük mason Cemâleddin Efgânî’nin de hayranı olan, Büyük bir mason, M.Reşid Rıza’dır. Kitap, masonik, reformist, Ellâ Mezhebiyye, ehl-i Sünnet harici görüşler ve fikirler ihtiva etmektedir. 

Merhûm Ahmed Hamdi Akseki, Ulûm ve Fünûn’un, ba’zılarından, yeni icâzet almış, henüz çok genç bir Dârulfünûn talebesi, Dârulfünûn’da aynı zaman’da hocası da olan, Dârulfünûn, Siyer-i Nebî ve İlm-i Hilâf ve Felsefe Profesörü, İzmir’li İsmail Hakkı’nın teşvikiyle ve gençliğinin verdiği heyecan ile, Arabî Metinlere vukûfiyyetini tecrübe için, bu kitabı tercüme etmiş, Kitap 1914 tarihinde, İstanbul’da, Âmedî Matbaasında 407 Sahife olarak bastırılmış ise de, piyasa’ya verilmemiş, rağbet görmemiş, o devir’de, neredeyse, tamamı ehl-i Sünnet olan ehli İlimce reddedilmiş, Matbaa’nın tozlu raflarında nisyana terk edilmişti. 

Yıl, 1974, devir, 12 Mart 1971 Darbe-i Hükûmetinden sonraki, ara hükûmetler, vesâyet dönemi, fetret dönemi, hangi ihtiyaca cevap, hangi maksada mebnî ise, bu kitap küllenmiş, paslanmış raflardan alınmış, o devir’de, İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğretmen olan Hayreddin Karaman tarafından ba’zı notlar ilave edilerek sadeleştirilmiş ve Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından bastırılarak, meccanen, dağıtılmıştır. Bu Kitab’ın neşri ve tevzii için, herhangi bir Din İşleri Yüksek Kurulu kararı olduğunu sanmıyorum. Belli ki, devrin husûsiyetlerinden olarak, siyâsî baskı ve telkinler neticesi Diyânet böyle bir kitabın neşrine âlet edilmiştir. Aradan 43 sene geçmiş olmasına rağmen, bu Kitab’ın başkaca basımlarının yapılmamış olması bu iddiamızı te’yid eder. Öyle ya! Mâdem, Diyânetçe basımına çok değer verilmiş, devrin tekniğine göre i’tina ile basılmış, bu kitab’ın, yeni baskıları için, niçin zarûret hissedilmemiş veya herhangi bir faide mülahaza edilmemiştir. 

2014 yılının son aylarında, FETÖ Şerîri, âhirzaman decâcilesinden, Fethullah Gülen’e karşı olan ba’zı, şakird’ler’in Hükûmet nezdindeki teşebbüsleri neticesinde, Bakanlar Kurulu Kararıyla, Said Nursî’nin küçüklü-büyüklü, 195 Risâle’sinin, basım, dağıtım ve te’lif hakları Diyânet İşleri Başkanlığı’na verilmiştir. Bu karara göre, bu risâle’lerin basım ve dağıtımını, ya Diyânet İşleri Başkanlığı kurum olarak yapacak, ya da, aslına dokunmamak kaydıyla, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın vereceği izin ve yetki çerçevesinde, diğer kurum-kuruluş veya şahıslar yayınlayıp dağıtabilecekler. 

Bu, tamâmen, siyâsî gerekçeler ile alınan, siyâsî bir karar gereği, Diyânet İşleri Başkanlığı, Said Nursî’nin, ba’zı, risâle’lerini neşredip, tevzî etmiştir. Hâlen Diyânet İşleri Başkanlığı veya Türkiye Diyânet Vakfı’nın yayınevlerinde ve kitapçı dükkanlarında satılmaktadır. 

Pekiyi! Diyânet bu Risâle’leri, hangi zarûrete binâen veya ne gibi fâide’leri mülahaza ederek, bastırıp-neşredip, dağıtıyor? Risâle’lerin müellifi, -Müellifi demek de doğru değil, çünkü, kendisi, bu risâle’lerin kendi te’lifi olmadığını, kendisine ihtar ile, ilham ile vahiy ile yazdırıldığını, Levh-i Mahfuz’dan indirildiğini, Kur’ân’ın delâletleri olduğunu, Kur’ân’ın risâle’leri, risâle’lerin Kur’ân’ı te’yid ve tesbit ettiğini iddia eder.- kimdir? Risâle’ler hangi mevzu’ları ihtiva etmektedir? 

Said Kürdî (Nursî), 1876 yılında, Bitlis’in Hizan Kazasına bağlı İsparit Nahiye’sinin, Nurs Köyü’nde dünya’ya gelmiş, Said Kürdî olan ismi-lakabı, bu köye izâfeten, bilahare, Said Nursî olarak değiştirilmiştir. 23 Mart 1960’da Şanlıurfa’da vefat etmiştir. 

Said Nursî, İslâmî İlimler’de, diğer Ulûm ve Fünûn’da, formel eğitim almamıştır. Şakird’ler, Üstad’larının yıllar süren Medrese Eğitimini, üç ay gibi kısa bir zaman’da yaptığını iddia ederler. “Gençlik yıllarını alabildiğine hareketli bir tahsil hayatiyle değerlendirmiş, ilimdeki üstünlüğünü, devrinin ulemasıyla çeşitli zeminlerde yaptığı münâzara’larda fiîlen ispatlamıştır,” iddiaları ise, yukarıdaki “Normal şartlarda yıllar süren klasik medrese eğitimini üç ay gibi kısa bir zamanda tamamlamıştır,” iddialarıyla tam bir tenâkuz ve tezâd teşkil etmektedir. 

İddia odur ki, “Şark’da, din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite kurulmasını te’min için, 1907 tarihinde, İstanbul’a gelmiştir. Devir, Sultan 2.Abdülhamid Han devridir, Devlet-i Aliyye, dâhilî ve hârici düşmanların gizli-âşikar, ihânetleriyle, inkiraza sürüklenmek üzeredir. Türk Devletler tarihinin en büyük ve tehlikeli fitnelerinden birisi, Yahûdî, Rum, Ermeni ve gayr-i Millî unsurlarca oluşturulmuş, İttihad ve Terakkî Çetesi, ortalığı kasıp-kavurmaktadır. 

Said Nursî İstanbul’a geldiğinde, kılık-kıyâfeti, dengesiz hareket ve sözleri, cehl cesaretiyle, ulemâ’yı, münâzara’ya da’vet etmesi gibi hâl ve hareket’lerinden dolayı, Bîmarhâne’ye, (Tımarhane’ye) atılır, ba’zı doğulu, (Şark) uleması’nın tavassutu ve ricalarıyla serbest bırakılır. Artık, İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin, (hizbinin) hizmetindedir. İstibdâd, Adalet, uhuvvet, müsavât terâneleriyle, Devleti Aliyye’mizi yıkmak isteyen, Yahûdî, Hıristiyan, Ermeni ve gayr-i Millî unsurlarla beraberdir ve onların emrindedir. Devletimiz ve Sultan Abdülhamîd aleyhine neşriyatta bulunan, gazete ve mecmua’lar’da, yazılar yazmakta, komitacı’ların toplantılarına katılmakta, konuşmalar yapmaktadır. O kadar ki, bu uğur’da, Selânik’e kadar gidip, Selânik Meydanında, Adalet, Uhuvvet, Müsavât nutku atmıştır. (Şakird’ler, Üstad’larının Tarihçe-i Hayatında ısrarla, bu Selânik Nutkunu gizlerler.) 

Devleti Aliyye’mizi inkıraza uğratıp yıkmak isteyen’lerin ısrarla talep ettikleri, Meşrûtiyet İlânı’nın, hararetle desteklemiş, Meşrûtiyet’in ilânı için, devlet düşmanı cerideler’de makaleler neşretmiştir. İstanbul’da, 31 Mart meş’ûm, hareketine bizzat katılmış, nümâyişçilere aktif olarak destek vermiş, kışkırtmış kalabalıkları tahrik için Yeşilköy’e kadar yürümüştür. Diğer isyancılarla birlikte, Urfî İdare Mahkemesine sevk edilmiş ise de, diğer, isyancılarla birlikte, İttihad ve Terakkî Mensubu hâkimler tarafından beraat ettirilmiştir. 

31 Mart Vaka’sından sonra, İstanbul’dan ayrılmış Van’a gitmiş, Birinci Cihan Savaşı’nın patlak vermesi üzerine, Bitlis Müdafaası sırasında esir düşerek yaklaşık üç yıl Rusya’da, esir kaldıktan sonra, Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a dönmüştür. Son yıllar’da, Alman Devleti’nin arşiv’lerinde, Said Nursî’nin imzasını, unvanını taşıyan bir belge’de, Almanya’nın, Said Nursî’ye, 50 milyon Mark ödediği, tesbit edilmiştir. Bu meblağ’ın Said Nursî’ye niçin ödendiği, paranın kime veya kimlere, ne maksatla gönderildiği, bugüne kadar vuzuha kavuşturulmamıştır. Bu demek oluyor ki, Said Nursî, Rusya esâretinden dönüşünde, önce, Almanya’ya uğramış, daha sonra, sırasıyla, Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a dönmüştür. Şakird’ler her nedense, Said Nursî’nin, Almanya Seyâhatini ısrarla gizlemişlerdir, gizlemeye devam etmektedirler. 

Said Nursî’nin tedrisat ve ilim-irfan sahasında, resmî-gayr-i Resmî, deruhte ettiği, tek vazifesi, “DÂRÜ’L-HİKMETİ’L-İSLÂMİYYE,” azalığı’dır. Dârü’L-Hikmeti’L-İslâmiyye, 1918 yılında, Şeyhulislâm, Musa Kazım Efendi’nin teklifi üzerine, Sultan Reşad’ın iradesiyle kurulmuştur. 

Devr’in Şeyhulislâm’ı, mason, Musa Kazım Efendi, Pâdişah, Sultan Mehmed Reşad, İttihadçı’ların kuklası durumunda, ilk ta’yin edilen aza’lar, Ekserisi, Süleymaniye Medresesi Müderris’lerinden, Arapgirli, Hüseyin Avni Efendi, Bergamalı Cevdet Efendi, Şevketî Efendi, Muhammed Hamdi Efendi (Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır), Halep Meb’usu, Şeyh, Beşir Efendi, Şam Ulemasından, Haydârî Zâde İbrahim Efendi, Mustafa Tevfik Efnedi (Amasya Müftüsü) Said Efendi (Said Nursî).... Bilahare, aza olarak, ta’yin edilenler, Mustafa Sabri Efendi, Mustafa Asım, Ahmed Rebî’î, Ahmed Rasim Avnî, İzmir’li, İsmail Hakkı, İzmir’li, Hafız İsmail, Ermenekli, Mustafa Saffet, Hüseyin Kâmil, Ferid (Kam), Ahmed Şirânî... Ve elbetteki, onsuz olmazdı. Dârü’L-Hikmeti’L-İslâmiyye’nin, Serkâtibi, (Başkâtib tabiî ki, Mehmed Akif Ersoy’dur. 

Dârü’L-Hikmeti’L-İslâmiyye’nin azâ’larının, husûsiyyetlerine bakıldığında, aralarında, İsmail Hakkı İzmir’li gibi, masonlar var. Fakat bir bütün olarak hepsi, Abdülhamid düşmanı, Abdülhamid’i taht’dan indirmek, Devlet-i Aliyye’mizi yıkmak için teşekkül ettirilmiş İttihad ve Terakkî Çete’sine yardım etmiş, Meşrûtiyet Meclisinde vazife yapmış kimselerdir. Said Nursî’nin bu dâireye aza ta’yin edilmesinin tek sebebi, İttihad ve Terakkî’nin yanında yer alması, Abdülhamîd düşmanlığı’dır. 

Hazindir! Garîp bir tecellidir ki, İttihad ve Terakkî’nin yanında yer alıp, Abdülhamîd’e amansız, adavet besleyenler’den ba’zıları, Başta, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır olmak üzere, müessir nedâmet gösterdikleri halde, sadece, Mehmed Akif ile Said Nursî hiçbir nedamet göstermemişlerdir. Hisapları âhirete kalmıştır...