Merkezî Sistem’de, ezan, Merkezî Sistem’de va’az, Merkezî Sistem’de Hutbe, 28 Şubat Post-Modern, Darbe-i Hükûmet döneminin şen’î bir bid’atı olarak, hâlen, Merkezî Sistem Hutbe bütün Türkiye çapında, Merkezî Sistem Va’az, Türkiye çapındaki il ve ilçe’lerin kâhir ekseriyyetinde, Merkezî Sistem Ezan ise, Memleketimizin ba’zı bölgelerinde devam ettirilmektedir. 

Bundan bir önceki, Diyânet İşleri Reisi, Prof. Dr. Mehmet Görmez, ondan bir önceki, Diyânet İşleri Reisi, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, televizyon’ların canlı neşriyatında, bütün halkımızın huzurunda, “Merkezî Sistem’in, vâiz’leri, imam-Hatip’leri tembelleştirdiğini, zihnî faaliyetlerinin dümûra uğradığını ve daha pek çok mahzurlarını sayarak, en kısa zaman’da, Merkezî Sistem’leri sona erdireceklerini taahhüd etmişlerdi. Her ikisinin de gücü, Merkezî Sistemleri sonlandırmaya yetmedi. 

O tarihler’de, Reis Beyefendilerin, bu çıkışlarına karşı, Diyânet Mensuplarından, cami cemaatinden, herhangi bir reaksiyon gelmez iken, sadece, Elektrik ve Elektronik Sanayiicilerinden gelmesi de câlib-i Dikkat idi. Demek ki, Türkiye genelinde, 100 bine yakın camii’de, ses iletim ve aksettirme hatlarının (Radyolink), cihaz’larının te’mini ve sürekli bakımı bu Sanayiiciler için çok önemli bir para kaynağıdır. 

Bütün dünya’da, bir merkez’den idare, Sosyalizm-Komünizm ideoloji’sinin bir idare sistemiydi ve artık Komünizm’le idare edilen ülkeler’de bile, çoktan terkedilmiştir. 

25-30 Camii olan bir ilçe’de, düşünün, 3 Vâiz’lik kadrosu vardır, dolayısiyle üç vâiz vardır; İlçe’de, Merkezî Sistem mevcud ise, merkez’deki camii’de yapılan va’az-u Nasîhat, ilçe’de bulunan, diğer 25-30 cami’ye, Radyolink vasıtasıyla naklen veriliyor. Cum’a va’az’larını da, umûmiyyetle, ilçe müftüsü veya vâiz’lerden sadece birisi yaptığı için, vaizler, en azından vâiz’lerden ikisi, Merkez Valî’leri gibi, ya evlerinde, ya da, müftülük’te kendilerine tahsis edilen bir masa’da oturmaktadırlar.  

İmam-Hatip’ler, Cum’a günleri ve bayram’larda, Ankara’da, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, alakalı, dâiresince hazırlanmış, hazır hutbe’leri, Cum’a namazına, tâkriben, bir saat kala, bilgisayar’ın düğmesine basarak, bilgisayar’dan almaktalar, herhangi bir muhakeme’ye tâbî tutmadan-tutamadan, çıkıp okumaktadırlar. 

Fikrediniz ki, Ankara’da hazırlanan hutbeler, coğrafik mâni’alar, cemaatin akıl ve idrâk durumları hiç dikkate alınmadan, Türkiye’nin en ücrâ köşeleri dâhil, her yerde, okutulmaktadır. Ankara Kocatepe, İstanbul, Süleymaniye, Sultanahmed, camii’lerinde, okutulan hutbelerle, Toros’ların tepelerinde, dağ köylerinde, sadece Tarım ve Hayvancılıkla iştigal edilen yerler’de, okutulan hutbe’ler, aynı hutbe’dir. Tarla-Bahçe işlerken, ayağında, ayakkabısında toprakla, ahırdan çıkıp gelmiş, ayakkabısındaki iki-üç cm’lik, gübre ile camiye gelmiş birilerine, hutbe’de, “Ey Müslümanlar! Metâl, çinko, plâstik, cam gibi, dönüşümü mümkün olan çöplerinizi, diğer çöplerden ayırınız, ayrı ayrı, çöp kutularına atınız,” deniliyor. 

Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

“İnsanlara akıl ve idrakleri ölçüsünde konuşunuz,” buyurmuştur. 

T.B.M.M.’si veya Cumhurbaşkanlığı külliye’lerinde bulunan, camii’lerin cemaatiyle, Memleketimizin muhtelif bölgelerinde bulunan, “kuş uçmaz, kervan geçmez,” dağ köylerindeki cemaate aynı hutbe okunmamalıdır. 

Bütün bu mahzurları, ısrarla, tebârüz ettirdiğimizde ve vechen an vechin, görüşmelerimizde de ifade etmemiz üzerine, devrin Diyânet İşleri Başkanı, Mehmed Görmez, Cum’a ve bayram hutbe’lerinin hazırlanma işinin, il müftülük’lerine bırakılmasını emretmişti. Hutbeler, bir müddet, iller’de, kurulan Hutbe Komisyon’ları tarafından hazırlanmış ise de, 15 Temmuz 2016, Darbe-i Hükûmet, İşgal ve İsti’lâ teşebbüsünden sonra, yeniden Hutbe hazırlama işi, Merkeze alınmış, hâlen hutbe’ler, Diyânet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmaktadır. 

Bu vaziyet, vâiz’leri, İmam-Hatip’leri atalete sevk etmekte, günlerini-gecelerini herhangi bir ilmî mesâî ve te’tebbû’a vermeden boşa geçirmektedirler. Doğru olan, liyâkat ve ehliyet’lerini, isbat etmiş, imam-hatip olarak ta’yin edilmiş kimse’lerin hutbe’leri kendilerinin hazırlamasıdır. Hafta’nın ma’na ve ehemmiyyetini dikkate alarak, bulunduğu bölgenin ve cemaatin de ma’nevî ihtiyaçlarını ve eksikliklerini göz önünde bulundurarak hutbe hazırlaması çok daha faideli olacaktır. 

DİYÂNET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NIN HUTBE’LERİNİN MAHİYETİ VE İLMÎ DERECESİ: 

Bu süreç’te, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın alakalı dâiresi, (Din Hizmet’leri Genel Müdürlüğü), öyle hutbeler hazırladı ki, “Etliye-Sütlüye Karışmayan,” niçin neyi ifade etmek için hazırlandığı belli olmayan, uzunca hikâyeler. Hatip’ler, bu uzun metin’leri, vücûd diline, aksanı’na, harf ve kelime vurgularına riayet etmeksizin, soluksuz, okumaktadırlar. Halk arasında bir deyim vardır, “Köroğlu Gazetesi gibi,” denilir.  

Geçtiğimiz yaz aylarında hazırlanan ve bütün Türkiye Camii’lerinde okutturulan, bu hutbe vardı ki, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, haklı olarak, hakkında, kitaplar, raporlar hazırlattığı, FETÖ. Deccâli, Misyoner’lik faaliyetlerinde beraber çalıştığı veya emirlerinde çalıştığı, Cizvit papaz’larına rica etseydi, ancak onlar böyle bir hutbe hazırlardılar. 

Kudüs-ü Şerif hakkında hazırlanan bu hutbe’de, “Üç Semâvî Din, Semâvî Dinler, Üç Dinin Peygamber’i, Haz.İbrahim aleyhisselâm, İbrâhimî Dinler,” gibi, Kur’ân-ı Kerim’e Sünnete (Sahîh Hadis), kıyas ve icmâ’ya, Ehl-i Sünnet Akîde’sine, örfe ve bütün Müslümanların umûmû kabûlüne uymayan fikirler serd edilmiştir. 

Hak’larını teslim edelim, son haftalar’da, bilhassa, yeni Diyânet İşleri Başkanı, Prof. Dr. Ali Erbaş Beyefendi’nin vazifeye başlamasından sonra, hazırlanan hutbe’ler’de, Hazreti Peygamber’imizi, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizi, Sünnetini, Edille-i Şer’iyye’den, Kıyas ve İcmâ-ı, Ehl-i Sünnet Akîdesini, Ehl-i Sünnet’in ehemmiyyetini öne çıkaran hutbeler de hazırlanmıştır. Yalnız, hazırlanan bu hutbe’lerde, hutbe’ye mevzû edinilen âyetler ve hadis’ler asıl bağlamlarından koparılarak izah edilmeye çalışılmıştır. 

Meselâ, 17.11.2017 Cum’a günü, Türkiye genelinde okutturulan hutbe’de Buhârî Şerif’ten bir hadis alınmış, fakat asıl bağlamından koparılmış, hadis hatalı bir şekilde tercüme ve şerh edilmiştir. 

Hutbe’de, “Resûlullah Efendimiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem’in hizmetinde çalışan Yahûdî bir genç, amansız bir hastalığa tutulmuştu. Vefâkârlık örneği Peygamber’imiz, ölüm döşeğinde yatan bu genci ziyarete gitti. Gencin ruhunu bu şekilde teslim etmesine gönlü razî olmayan rahmet elçisi, şefkat dolu uslûbuyla, bir kez daha onu Müslüman olmaya da’vet etti. Genç çekingen bir eda ile yanında bulunan babasına baktı. Belli ki, Müslüman olması durumunda ailesinin tepkisinden korkuyordu. Lâkin sonuç korktuğu gibi olmadı ve babası Allah Resûlü’nün bu nazik da’vetini kabul etmesini istedi. Genç de Kelime-i Şehâdet getirerek İslâm ile müşerref oldu. Bu duruma son derece sevinen Peygamber Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle diyerek şükrünü ifade etti; “Benim vasıtamla bu genci ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun,”

Oysa ki, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınlarından, yayın No: 123-1 olan, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh Tercümesi ve Şerh’i (1972, Üçüncü Baskı Eser’in 4. Cild, Sahife 527 ve 663 No: Söz konusu Hadis-i Şerifi, Mütercim ve Şârih, Dersiâm, Prof. Merhûm Kâmil Miras şöyle tercüme etmiştir. 

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den, şöyle dediği rivâyet edilmiştir: 

(Abdü’L-Kuddüs) adlı bir Yahûdî çocuğu vardı. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e hizmet ederdi. (Bir ara) çocuk hastalandı. Nebî aleyhisselâm bunu iyâde’ye (Ziyârete) geldi. Ve başucunda oturdu ve çocuğa: “Müslüman ol!” buyurdu. Çocuk (yanında bulunan) babası(nın yüzü)ne baktı: Babası: 

- Ebü’L-Kâsım salla’llâhu aleyhi ve sellem’in emrini kabul et! dedi. 

Abdü’L-Kuddüs de hemen: 

(Eşhedü en Lâ ilâhe illâ’llâh ve eşhedü enne Muhammeden Resûl’üllah) 

deyip Müslüman oldu. Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem (hastanın yanından şu çocuğu Cehennem ateşinden halâs eden Cenab-ı Hakk’a hamd-ü senâ’lar olsun, diyordu.” 

Dikkat buyrulursa, Diyânetçi arkadaşlarımız, hadis’in tercümesinde, biraz edebiyyat yapmışlar, biraz niyet okumuşlar ve fakat bu arada hadis’in meâlini asıl bağlamından koparmışlardır. 

Haz.Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Allah’ın izniyle Şârî’dir; Kavlî, Fiîlî ve Sükûtî sünnetleri, hal, tavır ve davranışları hep birer şer’î hüküm va’z’ıdır.  

Hadis Metninde geçen, “Gulâmün Yahûdiyyün,” (Yahûdî Çocuğu)’dur. Yahûdî Genci değildir.) Yahûdî bir genç ile, Yahûdî bir çocuk arasında, âyet-i Kerime’ler müvâcenesinde ve şer’î hükümler bakımından çok farklar vardır. 

Bu Hadis-i Şerif’ten, Müçtehid’lerimizin çıkardığı ba’zı hükümler vardır ki, Doğan her çocuk İslâm Fıtratı üzerine doğduğundan, Yahûdî, Hıristiyan ve diğer kâfirlerin çocuklarına İslâm’ın teklifi câizdir. Zimmî birisini, husûsiyle komşuluk da varsa, hastalandığında ziyaret etmenin câiz olduğu, zirâ, böyle bir ziyârette, İslâm’ın güzelliklerini ve ehl-i Zimmet komşulara ziyâde ülfet ederek İslâm’a teşvîk ve tergîp vardır. 

Ayrıca, bu Hadis-i Şerif’ten, kâfirlerin çocuklarının kendilerine uygun hizmetlerde istihdam edilmelerinin cevazı da çıkarılabilinir. 

Geçtiğimiz hafta okutturulan hutbe, Cum’a Günüyle alakalıydı. (01.12.2017) Cum’a günkü hutbe... 

Tabiî olarak, hutbe’ye, Cuma Suresi’nin, “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için hayırlıdır.” Meâlindeki 9. ayeti Kerimesi mevzû edilmişti. 

Bu âyeti Kerime’den çıkarılması gereken, sarih şer’î hüküm, “Ve Zerû’L-Bey’ı” (Alış verişi bırakınız). Zâhirî, sarîh, kat’î emir’dir, vücup ifade eder. Yâni, ezan okunduktan sonra, alış verişi terk etmek farz’dır, Mefhum-u Muhâlif, ezan okunduktan sonra, Cum’a namazı kılınıncaya kadar, alış veriş haramdır. Cum’a Hutbe’sinde bu hüküm es geçilmiştir. Oysa ki, en ehemmiyyetli şer’î hüküm bu hükümdür. 

Şârî, Peygamber’imizin Cum’a ile alakalı koyduğu hükümler ise, Cum’a Hutbesinin de, Cum’a Namazı gibi, farz olduğu, dinlemenin de farz olduğu, hutbe dinlenirken, tahiyatta oturur gibi oturulması, sükût edilmesi gerektiği, sükût ve sükûnun bozulması halinde, Cum’a namazından beklenen kaidelerin hiçbirisinin kazanılamayacağı, hususu da, es geçilmiştir. Aksine, sükûtu bozmak için, hutbe’nin hemen başında, “Cum’a’nız Mübârek Olsun,” diye du’a ile başlanmış, hutbe yine du’â ile bitirilmiştir...