Sizler de benim gibi uzun sohbetleri iyi demlenmiş bir çay eşliğinde tamamlamayı sevenlerdenseniz  Erzurum’lu, çay sever teyzenin hikayesini mutlaka duymuşsunuzdur. 
Erzurumlu bir teyzeyi İstanbul’da yaşayan akrabaları bir düğüne davet etmişler.
Teyzemiz düğüne gitmiş. Eğlenceler, güzel dilekler, mutlu temenniler, takı merasimi filan derken yemeğe gelmiş sıra. Düğün sahibi öyle bir sofra donatmış ki, bir kuş sütü eksik. 
Fakat İstanbul’da adet olmadığı için bu ziyafetin sonunda çay ikram etmemiş. 
Erzurum’lu teyzemiz düğünden ayrılıp, eve doğru yol aldığında olabilecek en ekşi yüz ifadesini takınıp düğün sahibini eleştirmiş.
“Vay Babo çıha”
Bir çay itmediler ki önümüze yediğimizi sindirah!
Diyardan diyara değişir çay seramonisi.
İster Çin’de ister Erzurum’da olsun. Bu sefanın hep bir biçimi, içimi vardır.
Her zevkin ayrı bir seramonisi olduğu gibi çayın da her kültürde sunumu ve içim seramonisi farklıdır. Tibetliler için konuklarının ikram edilen çayın fincanını iki elle fincanı avuçlarınızın arasında tutarak içmemek saygısızlık sayılırmış misal. Üzerinden tomurcuk ve bergamut aromaları tüten mis kokulu, aromalı, ince belli cam bir bardakta ve porselen demlik ile çayınızı hazırlayanlardansanız; siz muhtemelen poşet çay asla içmezsiniz, Semaver de demlenmemiş çaya çay demezsiniz. Uzun sohbetleri çay eşliğinde seversiniz. Çay içerken asla bir şey yemez, farklı bir lezzeti karıştırmak istemezsiniz.
Çünkü; Siz klasik beğenileri olan bir çay müdavimisinizdir.
Yeni tanıştığınız birinin evinde içeceğiniz ilk çay o kişinin yaşamı, kültürü, sosyal yapısı, sohbet kültürü, düzeni ve daha bir sürü akla gelecek hususlarda ip ucu verebilir size.
Zamanla değişen tüm alışkanlıklarımız gibi çay içme alışkanlıklarımız da değişti. Şekerli mi, şekersiz mi? Fincanda mı, Cam bardakta mı? İçmek istediğimize dair değil şimdilerde seçenekler.
Çay küçük bir ayrıntı gibi görünse de, kimine göre yokluğu düşünülemezdir. Çay olmazsa Ortaköy, Boğaz, Tophane, Eyüp Sultan Camii sırtlarındaki Pierre Lotti tepesinin manzarası  eksik kalır mıydı? Peki ya çay bahçesi gibi sıcacık bir kelime dilimize yerleşmemiş olsaydı?
Sizin olmazsa olmazınız nedir? bilemem ama yokluklarında hayatımız dan bir rengin eksileceği bu küçük molalar ve alışkanlıklar iyi ki var.
Şimdiler de yurdumuzun dört bir yanında açılan kahve sunumlarını benim hiç haz etmediğim bir biçimde plastik kapaklı, köpük, karton bardaklar içerisinde hazırlayan pek çok ithal kahve marka zincirlerinin, Türkiye pazarında kısa zaman içinde çok önemli bir yeri oldu.
 Ancak bazı alışkanlıkların ve manzaraların içerisine çayımız ve bize özel Türk Kahvemiz kadar yakışmadılar…
Elimde plastik bir bardak, içerisinde bir granül kahve ile düşünemiyorum ne kendimi, ne de Nakkaştepe sırtlarının eşsiz manzarasını…
Bebeğin, Ortaköy’ün sahilleri, Üsküdar, Salacak, Kız Kulesi’nin vapurlarını çay içmeden seyretmek hiç olur mu?
5000 yıl önce Çin’de yine pek çok şeyin icadında, kullanımında olduğu gibi tesadüfen başlamış çayın serüveni. Kaynatılmış suyun şifa olduğunu düşünen ve bunu ferman olarak yayınlayan Çin İmparatoru Shennong’un sıcak suyunun içine düşen bir yeşil yaprak suyun rengini değiştirmiş ve bu içeceğin ferahlattığını fark eden İmparator Shennong çayı keşfetmiş olmuş… Aristokratların, zenginlerin içeceği olmuş uzun yıllar.. Ancak yüzyıllar önce keşfedilmiş, ritüelleri oluşmuş olan çayın bilinen ilk çay mağazasını bir İngiliz açıvermiş 1706’da…
Biz Türkler tavşan kanı içmişiz, Çinliler dertlere deva etmiş, yeşil çay içmiş, Japonlar işin içine dini ritüelleri de katarak zen çayları demlemiş, İngilizler geç keşfetmiş olsalar da ilk çay dükkanı açmışlar, ithalatını yapmışlar. Çayı süt ile karıştırarak içmişler, Tibet’de içine süt ve bir de tereyağı eklenmiş, bu şekilde sevilmiş…
Ve çayı bizim yazının başında ki  Erzurum’lu teyze gibi Ruslar’da kıtlama severmiş. 
Rusya’dan Yazar Dostoyevski ile ilgili bir hikaye vardır.
Dostoyevski Avrupa’ya gitmiş. Almanya, İtalya, Floransa’yı filan gezmiş…
Notlar tutmuş…
Almanlar köprü yapımında iyi. Muazzam köprüleri var demiş, uzun uzun yazmış. Altına şöyle bir not düşmüş; Almanlar köprü yapımında ileri ama bizim gibi semaverde çay kaynatamıyorlar. Hiçbir millet Ruslar gibi çay yapamazlar… 
Çay deyip geçmeyelim İnsan daüsssıla çekmeye görsün.
“Ben bir bardak çay demledim. Tek başıma mutfağım da oturup o çay bardağına bakıp saatlerce ağladım…
Kokusunda memleket, annem, geçmişim, arkadaşlarım, tüm geçmişim ve özlemlerim vardı” diyen insanlar tanıdım....
Sevgiyle Kalın…
YAZ BİR KENARA
Bu hafta yaz bir kenara bölümünde “Yeni Yıla İyilikler ile Girelim” sloganı ile lösemi hastası olan ve kemik iliği bekleyen çocuklarımız için “Alp Şen İyilik Vakfının” düzenleyeceği kermesten söz etmek istedim.
Alp Şen Vakfı onların işbirliği içerisinde olduğu çocukların mont, ayakkabı gibi zorunlu ihtiyaçlarını temin eden, onlara aralarında ki yardımlaşma halkaları  aracılığı ile hayallerinde ki odaları düzenleyen, hastanelerde onkoloji servislerinde yatan hasta çocuklarımıza donör olunması için kampanyalar hazırlayan, kan veren, onlara moral ziyaretlerinde bulunan gülümseyen maskelerin iyi kalpli yardım sever anneleri ve Enka Okulları öğrencilerinin de vakfa buradaki alışveriş standlarında satış yaparak destek olacakları bir alışveriş günü düzenleyecek..
Yeni yıl yaklaşıyor. Hepimiz sevdiklerimize küçük çapta da olsa hediyeler alacağız. Bu hediyeleri Gülümseyen Maskelerin çocuklar yararına bastırdığı 40 TL değerindeki tişörtlerden satın alarak yada 30 TL değerindeki Yeni Yıla İy-ilik ler ile girelim temalı kermes etkinliğinin  biletlerini satın alarak veya 10 Aralık Cumartesi Günü Demirören Alışveriş Merkezindeki standlarını ziyaret ederek yapacağınız alışverişlerinizle destek olabilirsiniz…
Yeni Yıla “İY-İLİK”ler ile başlayalım…