LÜBNAN DOSYASI- 2

HARİRİ’YE ÖZGÜRLÜK!

Lübnan Başbakanı Saad Hariri, resmi ziyaret için gittiği Suudi Arabistan’da tehdit edilerek istifaya mecbur edildi ve rehin alındı. 

Bu zorbalık sonrasında Lübnan’da bir yönetim krizi doğmuş ve ülke belirsizliğe sürüklenmiştir. Bu durumda Fransa, Suudi Arabistan ile ABD/İsrail’in Lübnan’ı Libya’laştırma planını tek başına engelleyebilecek midir? Fransa, eski arka bahçesi saydığı Lübnan’ı elde tutabilmek için İran’la işbirliği yaparsa, Ortadoğu’nun dengeleri altüst olmayacak mıdır?

Suudi Arabistan, İran’dan Lübnan’a uzanan bir Şii kuşak oluşmasını önlemeye çalışırken bir mezhep savaşını tetikleyebilir mi? İslam coğrafyasının orta yerinde Hıristiyan bir Lübnan oluşturmaya çalışan Batılılar, hedeflerine ulaşmak için, böyle bir mezhep savaşını destekleyebilirler mi? 

ABD nasıl bir Lübnan politikası izleyecektir?

LÜBNAN KRİZİ VE REFİK HARİRİ

Lübnan'da, yine Saad Hariri’nin başbakanlığı döneminde (15 Ocak 2011), 11 Lübnan Başbakanı Saad Hariri, resmi ziyaret için gittiği Suudi Arabistan’da tehdit edilerek istifaya mecbur edildi ve rehin alındı. Bu gelişmeler sonrasında yanıtı aranılan sorular şunlar: 

Bu zorbalık sonrasında Lübnan’da bir yönetim krizi doğmuş ve ülke belirsizliğe sürüklenmiştir. Bu durumda Fransa, Suudi Arabistan ile İsrail’in Lübnan’ı Libya’laştırma planını tek başına engelleyebilecek midir?

Fransa, eski arka bahçesi saydığı Lübnan’ı elde tutabilmek için İran’la işbirliği yaparsa, Ortadoğu’nun dengeleri altüst olmayacak mıdır? 

Suudi Arabistan, İran’dan Lübnan’a uzanan bir Şii kuşak oluşmasını önlemeye çalışırken bir mezhep savaşını tetikleyebilir mi? İslam coğrafyasının orta yerinde Hıristiyan bir Lübnan oluşturmaya çalışan Batılılar, hedeflerine ulaşmak için, böyle bir mezhep savaşını destekleyebilirler mi?

ABD, nasıl bir Lübnan politikası izleyecektir?

Saad Hariri’nin babası olan Refik Hariri, Lübnan’da iç savaşın sona erdiği 1992’den bir suikaste kurban gittiği 14 Şubat 2005’e kadar ülkenin kaderinde etkin ve belirleyici bir rol oynamıştı. Refik Hariri Ekim 2004’te, yapılan bir anayasa değişikliği sonrasında, Suriye yanlısı olarak tanınan Maruni (Hıristiyan) Devlet Başkanı Emil Lahud’un ç yıllığına yeniden devlet başkanı olmasına karşı çıkarak istifa etmişti. Suriye karşıtı olanlarla birlik olan Refik Hariri, 2005’te yapılması planlanan genel seçimlerin en şanslı başbakan adayıydı. 

Refik Hariri’nin başbakanlığı döneminde Lübnan, 1992’den 2005’e kadar, belli bir istikrar dönemi yaşamıştı. 

Suikasti şiddetle kınayan ABD, İsrail ve Fransa, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesini istemişlerdi. Başta Dürzi Lider velid Canbulat olmak üzere, Suriye karşıtı muhalefet, Batıların da destek vermesiyle, Lübnan’ın en büyük sorununun Suriye’nin ülkedeki siyasi ve askeri varlığı olduğunu vurgulamış ve Refik Hariri’nin öldürülmesinden Beşşar Esat’ı sorumlu tutmuşlardı. Aslıda, Suriye’nin Lübnan’dan elini çekmesini isteyen ABD, İsrail ve Fransa da askeri ya da siyasi varlıklarıyla Lübnan’ın içindeydiler. 

Lübnan, ABD’nin Ortadoğu’da askeri güç kullandığı ilk ülkedir. İsrail’in güvenliği açısından Hıristiyan bir Lübnan amaçlayan ABD, Lübnan’la her zaman yakından ilgilenmişti. I. Dünya Savaşı sonrasında Suriye ve Lübnan Fransa’nın manda yönetimine verilmişti. Bu nedenle Fransa Lübnan’ı eski bir arka bahçesi olarak görüyor ve Ortadoğu’ya Lübnan üzerinden geri dönmeye çalışıyordu. Bu nedenle Fransa, Ortadoğu politikasını Hıristiyan Maruniler üzerine kurmuştu. Lübnan cumhurbaşkanlarının Maruni olma koşulu da Fransa’nın eseridir. İsrail de, sınır güvenliğini gerekçe göstererek, Güney Lübnan’ı 1982-2000 yılları arasında işgal etmişti. 

Dört devletin yörüngesine almaya, yönetiminde etkili olmaya çalıştığı Lübnan gii kozmopolit bir ülkede, Başbakan Refik Hariri’yi kimin ya da kimlerin öldürdüğünü bulabilmek o kadar kolay değildi. İslam coğrafyasında, Musevi İsrail’den sonra Hıristiyan bir devlet oluşturma çabasında olan ABD ve Fransa, doğal olarak Hariri’nin öldürülmesinden Suriye’yi, yani Beşşar Esat’ı sorumlu tutuyorlardı. 

Refik Hariri suikasti, Lübnan’a büyük ilgi duyan Batılıların yayın organları üzerinden uygulanan güçlü algı operasyonlarıyla, “Suriye, Lübanan’daki askeri varlığına son ver!” kampanyasına dönüşmüş, Rusya, İran ve Türkiye’yi de içine çeken bir bölgesel kriz oluşmuştu.  

Jeostratejik konumu, demografik yapısı nedeniyle Lübnan, Batılıların da, bölge ülkelerinin de her zaman ilgi odağı olmuştur. Geçenlerde esrarengiz bir şekilde istifa eden oğul Hariri’nin başbakanlığı döneminde de (2011), Hizbullah yanlısı 11 bakanın istifasıyla bölgeyi etkileyen bir kriz yaşanmış ve krizin çözümünde Türkiye etkin bir rol oynamıştı. Bu olayın ayrıntılarını 21. Ocak 2011 tarihli ve “Lübnan Krizi ve Refik Harir” başlıklı yazımızda anlatmıştık. Bu krize de özetle değinerek Lübnan bilmecsini çözmeye çalışalım..

SAAD HARİRİ DÖNEMİNDEKİ HÜKÜMET KRİZİ

Saad Hariri’nin başbakanlık döneminde, Hizbullah yanlısı 11 bakanın istifa etmesiyle başlayan hükümet krizi, bölge barışı açısından tehlikeli gelişmelerin tetikleyicisi olabilirdi. Krizin temeli basit bir hükümet çökmesi değildi, krizin temelinde 2005'ten beri aydınlatılamayan Başbakan Refik Hariri suikasti vardı. Şubat 2005'te kaleme aldığımız "HARİRİ'Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?", 21 Kasım 2005'te yine aynı konuyu sorguladığımız "HARİRİ NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?" ve 21 Haziran 2011 tarihli ve “HARİRİ ve LÜBNAN KRİZİ” başlıklı yazı dizilerimizde, Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin arabasına yerleştirilen bir bomba ile öldürülmesiyle, Ortadoğu'da uzun yıllar kaynayacak bir cadı kazanı yaratıldığına dikkat çekmek istemiştik. Hariri suikasti açıklığa kavuşturulmadan yalnızca Lübnan’ın değil, Ortadoğu’nun huzur bulmayacağını da vurgulamaya çalışmıştık. Çünkü Refik Hariri suikasti, çok bilinmeyenli bir denklem gibiydi. 

REFİK HARİRİ ABD/İSRAİL-FRANSA ÇEKİŞMESİNİN KURBANI OLMUŞTU

Refik Hariri suikasti Avrupa Birliği yerine kurgulanan Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli aşamalarından biriydi. Perde arkasında ABD/İsrail ile Fransa arasında müthiş bir çekişme yaşanmaktaydı. Pek dillendirilmiyordu, ama Refik Hariri, ABD/İsrail- Fransa çekişmesinin kurbanı olmuştu. (Ayrıntılarına ilerde değineceğiz)

Refik Hariri suikastinin hangi sorunların kaynağı olabileceğini sorgularken, çok geniş bir 'ilgili' listesinden dolayı, Lübnan'ı, "Ortadoğu'nun pimi çekilmiş bombası" olarak nitelemiştik. Bir suikast sonucu 22 arkadaşıyla birlikte öldürülen Başbakan Refik Hariri’nin ülkesi Lübnan, küresel aktörlerin güç gösterisi yaptıkları bir arenaya dönüşmüştür. Lübnan’da yıllar yılı süren iç savaşlar nedeniyle insanlar birbirine küskündür, insanlar birbirlerine düşmandır. Refik Hariri’nin hunharca öldürülmesinden sonra, Lübnan’da, insanları birbirlerine kaynaştırarak millet yaratacak bir harç oluşturmak artık çok zordur. 

Hariri suikastini aydınlatmak üzere Birleşmiş Milletler (BM) Özel Mahkemesi’nin görevlendirilmiş olması, Lübnan’ın yalnız Ortadoğu barışı için değil, dünya barışı için ne kadar tehlikeli bir girdap olduğunu gösterir. Konuya verdiğimiz önemden dolayı, 2005 yılında, Şubat ve Kasım aylarında iki yazı dizisi yayınlamıştık. Yazılarımızı gazetemizin internet sitesinden okuyabilirsiniz. 

HARİRİ SUİKASTİ ÇÖZÜLMEDEN… 

Kısaca anımsayacak olursak, yanmış yıkılmış bir Lübnan’dan çağdaş, ekonomik sorunlarını çözmüş bir ülke yaratma yolunda başarılı adımlar atmış olan Sünni Başbakan Refik Hariri’nin, 14 Şubat 2005 tarihinde bombalı bir saldırıyla öldürülmesi, ülkede istikrarın bir anda altüst olmasına neden olmuştu. Lübnan halkı bu katliama büyük tepki göstermiş ve kargaşalı bir dönem sonrasında yapılan seçimlerde, Refik Hariri’nin oğlu Saad’ı seçerek, Hariri’leri yeniden iktidara taşımıştı. 

Seçim sisteminin azizliğinden dolayı, Refik Hariri’nin öldürülmesinden Suriye ile birlikte sorumlu tutulan Şii Hizbullah da Meclis’e taşındı ve hükümete ortak oldu. Sedir Devrimi sonrasında kurulan Lübnan’daki koalisyon hükümeti, ülkenin eski başbakanı Refik Hariri'nin 14 Şubat 2005’te düzenlenen bir suikast sonucunda 22 adamı ile birlikte öldürülmesiyle ilgili Birleşmiş Milletler soruşturmasının taleplerini karşılamamasını, suikastten Hizbullah’ı sorumlu gören bir tutum içinde olmasını gerekçe gösteren Hizbullah’ın 11 bakanını çekmesi sonucunda çökmüştü (14 Ocak 2011). 

Hükümet ortağı Hizbullah, 2005 yılında gerçekleşen Hariri suikastında rol oynadığına dair tüm iddiaları reddetmişti. Hizbullah ayrıca, hükümetten mahkemeye sağladığı fonları geri çekmesini, mahkemeyle işbirliği yapmamasını istemişti. Bilindiği gibi, Özel Mahkeme, 2005 yılında arabasının altına yerleştirilen bombanın patlatılmasıyla öldürülen Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri suikastini soruşturmak için, Lübnan hükümetinin isteği üzerine, BM Güvenlik Konseyi'nin 2007 yılında aldığı 1757 sayılı kararla kurulmuş, 1 Mart 2009'da da resmen çalışmalarına başlamıştı. 

İDDİANAME MAHKEMEYE SUNULDU, LÜBNAN’DA HÜKÜMET KRİZİ PATLADI 

Refik Hariri’nin, arabası bombalanarak öldürülmesiyle ilgili soruşturmada ilk iddianame Lahey’deki BM Mahkemesi’ne sunuldu. BM Mahkemesi sözcüsü Herman van Hebel, yaptığı açıklamada, iddianamenin içeriğinin Yargıç Daniel Fransen’e verildiğini söyledi. Davanın reddine ya da kabulüne, delilleri yeterli ya da yetersiz görmesine göre, Yargıç Fransen karar verecek. İddianamenin “Özel Mahkeme”ye sunulması öncesinde Lübnan'da gerilim tırmanmış ve 14 Ocak 2011’de, Hizbullah bakanlarının hükümetten çekilmesiyle ülkede bir hükümet kriz patlak vermişti. 

Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, “Özel Mahkeme” hazırlıklarıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Hizbullah üyelerinin suçlanmasından kaygı duyduğunu ve  üyelerinin tutuklanmasına asla izin vermeyeceklerini söylemişti. 

Hizbullah, suikastla ilgisi olduğu iddialarını şiddetle reddediyor, “Suikastin gerçek suçlusu İsrail’dir; elimizde belgeler var” diyordu. Hizbullah İsrail’i, İsrail de mezhepsel bağlardan yola çıkarak Suriye, İran ve Hizbullah’ı suçluyordu. Refik Hariri suikastiyle ilgili iddianamenin "Özel Mahkeme"'ye sunulmasından dolayı Lübnan halkının çok önemli ve duygu dolu anlar yaşadığını ifade eden Obama da, ABD’nin ve dünya kamuoyunun, Lübnanlı yetkilileri ve grupları heyecana kapılmamaya, ve itidalli davranmaya çağırıyordu.

Hizbullah tedirgindi. Kanada'nın CBC televizyonu, bir yayınında, Lübnan'ın eski başbakanı Refik Hariri suikastinin ardında Hizbullah olduğunu öne sürmüştü. CBC News'de yayınlanan haber programda, Hariri Suikastini soruşturan Özel Mahkemeden elde edilen belgeler ve Mahkeme üyeleriyle yapılan söyleşiler ışığında, Refik Hariri'yi 2005'te öldürenlerin İranlı Kuds ve Hizbullah üyesi olduklarının anlaşıldığı savunuluyordu. İddiaya göre, Suudi Arabistan ajanı olmakla suçlanan Refik Harri, İran Lideri Hamaney’in verdiği emir doğrultusunda öldürülmüştü. 

Hariri'nin öldürülmesiyle ilgili uluslararası soruşturmanın sonuçlanmasın beklendiği bir dönemde, 10 Ağustos 2010’da, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah, düzenlediği bir basın toplantısında, Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin ölümünden İsrail'in sorumlu olduğunu iddia etmişti. Hizbullah lideri, 2005'teki suikastte İsrail'in parmağı olduğuna dair ellerinde görüntülü belgeler bulunduğunu, İsrail casus uçaklarının Refik Hariri"nin kullandığı güzergahlar ve öldürüldüğü bölgede uçtuğunun saptandığını" söylüyor ve İsrail'in rolünün de soruşturulmasını istiyordu. Hariri suikastini araştıran BM Özel Mahkemesi soruşturma ekibinin suikastta Hizbullah’ın rolü olduğuna ilişkin duyumlar, Lübnan’da hükümet krizinin patlamasına neden oldu. 

BM ÖZEL MAHKEMESİ HARİRİ SUİKASTİNİ NEDEN AYDINLATAMADI?

Peki, BM Özel Mahkemesi’nin Hariri suikastini aydınlatabiliceğine inanılıyor muydu? Bugüne kadar Hariri’nin öldürülmesiyle ilişkili olarak o kadar insan, o kadar örgüt hatta o kadar devlet suçlandı ki, BM Özel Mahkemesi’nin gerçek katili açıklaması bile inandırıcı olmayacaktı. Hariri’yi öldüren her kimse ya da hangi örgütse, bu konuda o kadar becerikli ve güçlüydü ki, dünya kamuoyunu gerçek katilin kendisi olmadığına inandırmakta güçlük çekmeyecekti. Lübnan sorunu burada düğümleniyordu. Soruna çözüm bulmada aracı olan ve Sünnilere destek olurken Şii Hibullah’la da dirsek temasında bulunan Türkiye de bunun bilincindeydi; taraflara “yeni bir sayfa açalım” tavsiyesinde bulunuyordu. Lübnan’da gece yarıları, Saad Hariri ile Hizbullah Lideri Nasrallah arasında mekik diplomasisi uygulayan dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu da krizi, kitabını yazdığı “sıfır sorun” politikası üzerinden “yeni bir sayfa” formülüyle çözmeye çalışıyordu. 

Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, Beyrut'a giderek, devrik Başbakan Saad Hariri ile Hizbullah Lideri Hassan Nasrallah arasında gerçekleştirdiği mekik diplomasisinden henüz somut bir sonuç elde edilmemiş olsa da, Lüban krizinin çözümünde umutların tükenmediğini göstermesi açısından memnuniyet verici bir gelişme sayılmıştı. Lübnan'da halk, sokaklarında silahlı çatışmalar yaşanmayan istikrarlı, huzurlu bir ülke istiyordu ve huzurlu, istikrarlı bir Lübnan oluşturabilmenin yolu da Refik Hariri suikastinin aydınlatılmasından geçiyordu. Sokaktaki insanlar, "Suriye ve Suudi Arabistan Lübnan konusunda etkili olamadılar. Erdoğan çoğu Arap liderinin yapamadığını yaptı. Türkiye, Sünni olasına rağmen, hem İran'la hem de Körfez ülkeleriyle sıcak ilişkileri olan bir ülke. Belki Türkler birşey yapabilir" diyorlardı.

Suriye krizi henüz patlamamıştı.. 

Yarın: HARİRİ NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?