Evet,  sevgili okurlarım, Dilek EJDER İle “Bu Senin Sayfan” Söyleşimizde bu hafta ekranların en bıcır bıcır kızı, sabahların bülbül-ü ankası, Bircan İpek’in sayfasını aralamaya karar verdik? Hadi bakalım…

Evet sevgili dostlar, “Söylemezsem Olmaz”ın bıcır bıcır kızı Bircan İpek’i tanıdığımız kadarıyla değil de, tanımadığımız bilmediğimiz yönleriyle de dinleyeceğiz onu. Zira ben alışık olunan sorularla değil de, daha çok kişileri kendi yüzlerine çevirip, kendi içlerine düşürerek, kendi iç yolculuklarında geçmişleriyle, anılarıyla, belki de anlatmak istedikleriyle “Mikrofon Sende” diyorum. Tabi kalemimin doğrusunu ve yorumlarımı da katarak! Dedim ya alışılmışın dışında!  Bu bir dertleşme masası diyelim.  Ve sanat camiasının leğeninde yoğrulan, havanında dövülen her kişi, gününün zamanı demi geldiğinde, içindeki tüm birikimlerini anlatma isteği duyar… Bu hep böyledir! Yağmurlarda öyledir ya; gökyüzünün yüreğine damla damla toplanır, sonra günü geldiğinde olluk olluk yağarlar ya yeryüzüne.

Yağmur sonrası gök kuşağı da o yüzden açılır; gök gürültüsüyle, toprağa doğurduğu her damlanın sancısını dingin renkleri içinde anlatmak için…

İşte bizim masamızda, yağmur sonrası gökkuşağı masası diyelim; anlatın tüm renklerinizi ve toprağa düşürdüğünüz her damla emeğinizin sancısını. Anlatın biz sorgulamak için değil, dinlemek için sayfalarınızı aralıyor, ” Mikrofon Sende” diyoruz. O halde hadi Mikrofon sende… Dedik ya bu bir dertleşme masasıdır. Hepsi bu!

Ha bu arada; Dilek EJDER ile “Bu Senin Sayfan” Projemi ekranlara taşımak istiyorum ancak nasip vaktine esirmiş ya. Esir olan o vakte valizimiz hazır da, ancak kesilecek bileti bekliyoruz! Hadi bakalım…

Evet, Bircan İPEK kimdir? Nerden ve hangi hayallerle geldi, nereye ve hangi hedeflerle doğru gider? Şu anda hangi proje(sinin)lerinin durağındadır? Bize biraz bu geliş ve gidişattan söz edebilir misiniz?

30 yaşına henüz ulaşmış ve bu yaşa kadar hayal kurmayı vakiit kaybı zanneden tek gayesi  hayat ona ne görev verirse onu en güzel şekilde  yapmak olan son derece realist bir kadın Bircan… Gelişim bir tesadüftü, gidişatımı bilinçli şekilde devam ettiriyorum. Ezberlenenin aksine inatla  değil dua ile ilerliyorum... Muğla üniversitesi kamu yönetimi mezunuyum. Aslında hala da Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesin de ekonomiden master yapıyorum… Gidişat eğitimden geçiyor anlayacağınız:) 

Sevgili Canım Bircan Hanım; dört meziyet vardır insanı taş gibi yerinde ağır kılan…

Bunlar; tahammül, hoşgörü, af etmek ve sabırdır…

Dördü de başlı başına ağır geçişlerdir; belki de, marifet kapısına vardıran o dört zor odalardır. Evet, bakıyorum da siz aynı programın masasında, “Kimler geldi, kimler geçti” şarkısını her gidenin ardından söyleyen kemancı gibisiniz. Tabi her gidende birbirinden güzel insanlardı. Buradan her birine selam olsun diyerek devam edelim. Neyse, nerde kalmıştık?  Evet, insanı olduğu yerde tahtında oturtan meziyetlere baktığımızda, Bircan İpek’in içi çok dolu olmalı, yani gülen yüzünün arkasında çok ağlamışlıkları, affedici yüreğinin arkasında kırılmışlıkları, tahammülünün arkasındaki hep “Sus bakiyim” diyerek yüreğine çimdik atışları vee sabrının arkasında çok çizilmişlikleri vardır.

Öyle ya; insanoğlu kestane gibidir, hep çizildiği yerden sınanır,  çizildiği yerden çatlar ama yine çizildiği yerden pişer. Tamda bu tablodan Bircan İpek’e baktığımızda, ama aynı masada şu dört meziyetinizle ilgili neler söyleyeceksiniz? Ham değilsiniz biliyoruz ancak tam piştiğinizi söyleye bilir miyiz?

Evet, “Söylemezsem Olmaz” gibi çok prestiji bir masanın 4 sezon devam eden tek üyesi benim... Kimler geldi, kimler geçti haklısın ama bunu bir şarkının sözleri gibi yaşamadım… Hepsinden öyle güzel şeyler öğrendim, tecrübeme onlar o kadar yardım etti ki, iyi ki geldiler, iyi ki geçtiler; zira sizin o söylediğiniz 4 meziyete bir baktım da hepsini o gidenlerden öğrenmişim Dilek Hanım...

Şimdi hepsi var, ilk oturduğumda hiç biri yoktu…

Ama şunu yeri gelmişken söyleyeyim, affetmek Allah’a mahsustur, biz hoş görelim kafi… Ham olduğumu söyleyemem ama piştiğimi söyleyip insanların beni yemesini beklemiycem… Ben ocağın altını kıstım en lezzetli hale gelene kadar da kapatmayacağım kolay kolay... 

Evet, Bircan değil, esasında Bincan Hanım, çok iyi bir analizci olduğumu söyleyebilirim… Gözümden hiç birey kaçmaz ancak arada bakmadıklarım olur. Hepsi bu! Baktığım ve gördüğüm kadarıyla tv dünyasının en sempatik, en bıcır bıcır kızı sizsiniz diyebilirim ancak görünen tarafınız bu. Görünmeyen tarafınız ise başlı başına dört mevsim gibi…

Kapıyı çalan kışsa; kış’ınızı giyinip, üş’ünüzle karşılıyorsunuz onu!

Kapıyı çalan yaz’sa; yazınızı giyinip, ısı’nızla karşılıyorsunuz onu!

Kısacası; İlkbahara ilkbahar, sonbahara sonbahar Bircan İpek…  

Evet, kabul insan akıllı olduğu kadar deli, olgun olduğu kadar çocuk, büyük olduğu kadar küçük olmalı da, eh be mübarek bu kadarını nasıl başarabiliyorsunuz? Birçok insan, tek mevsimle kendilerini bile ağırlamayı bilmezken, siz hem de dört mevsimle? Evet, sizi dinliyoruz.

Bu soruyu okurken burnum sızladı… Bincan Hanım... Sevdiklerimin bana hitap şeklini yakalamanız çok hoşuma gitti… Sempatik bıcır bıcır demişsiniz, ne tatlısınız ama çevremden sürekli duyduğum şey enerjimin çok yüksek olması… Bunu fazlasıyla duyuyorum hoşuma gidiyor tam enerjim bitecekken silkeleniyorum kim bana nasıl gelirse, öyle değil mevsimim! Ben hep bahar gibi karşılarım geleni, içi huzur doluverir. Öfkelenmişsem; kış gelmiştir, buz keser ortalık ama benimsemiş ya sevmişsem yaz gelir, yanar ortalık…

Beni hayatına alan kolay kolay çıkaramaz ki; zira tüm dostluklar köklü eski ve derindir.

Sevgili Bircan Hanım, evliliğiniz ve işiniz arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Programda olduğu gibi ses çıtanızı sonuna kadar açıp, çatır çatır sıralıyor musunuz? Ya da; suslara bürünerek, “Uzatmayayım artık, alttan alayımda geçsin” dediğiniz oluyor mu? Hani vardır ya; her şey küçücük bir kar tanesidir, ancak içinizde besledikçe yuvarlanır kar topu olur, daha da yuvarladıkça çığa dönüşür ve enkazında bırakır insanı. Buda evliliğin ve iş hayatının temek dinamitidir, zarar verir. Oysa o küçücük bir kar tanesiydi. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz? Mesele; Kar tanesiyken mi tartışırsınız? Tar topuyken mi? Ya da çığa dönüştürüp, sizi enkazında bırakırken mi? Hangisi?

Ben küs kalamam. Küslük konuşması yapamam. İnsanların hatasını yüzüne vuramam ama kırılırım. Kırıldığım yer zor düzelir, eskisi gibi olmam. Kaprisim yoktur ama söylenecek sözüm çoktur. Söylemezsem Olmaz :)

Sevgili Bircan Hanım, evliliklerde, ya da ne bileyim arkadaşlıklarda, tavır koymakla, küslük arasındaki ince çizgiyi farkında olmak…

Şöyle ki; mesela kaprisle, naz…  Fikir beyan etmekle, dayatmak… Triple, kayle almamak arasındaki farkları ve tüm bu ince çizgileri bilincinde olmak gerektiğidir elbette…  Sizde çok zeki ve bilinçli bir kadın olarak olması gerekenlerin bünyesindesiniz; evet,  tamda şu varların penceresinden bakarken, acaba diyorum işte ve eşte tüm sempatiyi böylemi topluyor Bircan İpek? Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Ben aynı ekranda gördüğünüz gibiyim. İkili tüm ilişkilerimde hiç bir zaman gemiyi yakan ben olmam.

En başından beri tavrım nettir. Duvarımı, ya da haddini aşan olursa, gemiyi o ateşe vermiş demektir…

Kar tanelerini severim ama çığlarla savaşırım. İçimden geçenlerin her zaman hacmi  büyük, yaptırımı zordur.

Bircan Hanım, bir kocayı mutlu etmesi zordur derler ancak bu gariplerimi zor gösteren belki de bizdeki algı sistemimizdir.  Onların, kadınlardan öyle aman aman süs püs, taş tuş istedikleri yok bana göre… Bu algı, her an etraflarında arı gibi vızıldamak gerektiği bilincini aşılanmışlığımızdandır. Adam bir şortunu, salaş bir tişörtünü giyinir, oooh rahat rahat oturur ama kadın öylemi ki? Kadın o şort tişörtle oturan adama, güzel görünmek için helak eder kendini! Dersinki az sonra sahneye çıkacak. Bu sahnelerin tek seyirci olan bu adamların pijamalı kadınlarıyla bir sorunları yok ki, onlar için rahatlık önemli. Peki, sizde böyle tersane bir durum var mı? Yani kocanız şart tişörtle otururken, siz o tek seyircisi olan sahneye hazırlık içerisine düşüyor musunuz, ya da yerine göre her ikisi de oluyor mu? Kısacası dengeyi nasıl sağlayabiliyorsunuz?

Bu soruyu geçmek istiyorum…

Kimse kimseyi mutlu etmek zorunda değil. 

Sevgili Bircan Hanım, o kadar akıllı bir kadınsınız ki; “ Kocam beni aldatmışta olabilir, inkarcı davranarak kendimi komik duruma düşürmek istemem” diyorsunuz.

Esasında meseleyi ; “Ohalde neden hala o durakta duruyorsunuz?” diye soruyorlardır?

Oysa ki, emin olmadan tüm duraklardan çekip gidemezsiniz ki…

Hem;

Erkek her kadında bir parça sever ve bir kadını asla bütün sevmez.

Birinin kaşını seviyorsa, diğerinin gülüşünü, berikinin yürüyüşünü sever.

Birinin akılı oluşunu severken, gider gider diğerinin de aptal oluşunu sever.

Onun için erkek aldatımı sevmiyor sanma, sen ondan çıktın hiç sanma.

O şaşkın bir arı gibidir; bir çiçeğe kondu mu, daha konar konmaz başını kaldırır, bu sefer   hangi çiçeğe konacağına bakar;

Ondandır ki işte öyle manyak manyak vızıldayıp durur işte. Hepsi bu.

Oysa kadın öylemi ki; eğer bir başkası varsa, sen bitmişsindir.

Çünkü o tek sever, harbi sever, bütün sever…

Bitirdi miydi de, tam bitirir, bütün bitirir, harbi bitirir!

Kısacası Erkek Hamurundan, Kadın İse Mayasından… Aldatır!

Ha birde erkek kıskanıldıkça aldatmak ister; çünkü bundan haz duyar.

Kıskanılmasın, gör bak aldatmanın hiçbir zevki olmaz onun için. Vallaha bak.

Evet tasvip etmiyoruz elbet ancak gerçek bu ne yazık ki! Buradaki analizimiz genel ve mesajımız tüm erkek ve kadınlara. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Ben o cümleyi söylerken tipik Türk kadının söylediği “Benim  kocam yapmaz” sözlerini söylerken ne kadar komik duruma düştüğünü  bildiğim için söyledim... 

Hayatımdaki insanın  sürekli  yanında olup, başını tutmadığım için. Kendisinin olmadığı yerlerde kocasının ve ya sevgilisinin ne yaptığının garantisini verenlere şaşırıyorum...

Gözümle gördüğüm şey kanıttır ama görmediğim her şey şüphedir… Bence ayrılığın sebebinden çok, zamanı önemlidir! 

Sevgili Bircan Hanım, insanı en çok da kendinden gitmeler yorar; kızar gidersin, çeker gidersin, tükenir gidersin… Ve en çokta kendine dönmek zorunda olmalar koyar insana. Ama mecbur dönersin, ruh bedenini ister çünkü. Her gidenin bir hikayesi, ya da bir çok yorgunluğu olduğu gibi, her gitmelerin ardından içten içe bi’dolu “Çığlık”ları, dışından ise bir o kadar derin “Sus”ları vardır. Buradan bakacak olursak, siz hangi durumlarda şöyle bir kendinizden çıkıp gitmek istersiniz? Sonra hemen döner misiniz kendinize?

En kriz geçirdiğim anlarda bile kontrolü bırakmam elimden, o nedenle çekip gitmem kendimden. Bu hale getiren ben isem, ben çözerim. Gidersem, mutlu sonu geciktiririm!

Sevgili Bircan Hanım; şu hayatta iki savaş vardır; biri kazanma, diğeri ise onu kaybetmeme savaşı… Mesela; güzeller bir gün çirkin olmaktan çok korkar, zenginler fakir olmaktan,  zirveye tırmananlar aşağıya düşmekten ve hep orada kalamamaktan korkarlar…

O yüzden yüksekteki aşağıdakini görmek istemez,  o yüzden zengin fakiri hakir görür, o yüzden güzel çirkine bakmak istemez… Bunun bilinç alında hep bir düşüş ve o hep kaçtıkları o korkularıyla yüzleşme endişesi vardır. Sanki batkımıydı, gayb-ı alemden suratlarına o korktukları maskeyi giyinivereceklermiş gibi! Var mıdır sizinde böyle korkularınız?

Tek korkum Annemi kaybetmek… Dünyevi hiçbir şeyden korkmuyorum onu bana Allah vermiş Allah isterse alır biliyorum. Annemi de Allah yarattı bu konuda tedavi gördüm ama baş edemiyorum! ANNELER HİÇ ÖLMESELER KEŞKE :(

Sevgili Bircan Hanım; şimdi bir itiraf tepsisi içerisinde,  keşkeleriniz ve iyikileriniz size sunulsa, geçmişe bakıp; “Keşke” ve “İyi ki de” leriniz ne olur?

Keşke; bu işe girdiğim yaş 18 olsaydı...

İyi ki; yaşadığım her şeyi yaşadım, tecrübelerim iyi ki var…

İYİ Kİ. 

Sevgili Bircan Hanım, yine ortak bir sorun ve aynı soruyla size de soruyorum; sosyal medyadan klavye başında kendisini yaptıklarınızın jürisi sanan, kötülükten beslenen ortalığı yangın yerine çeviren klavyenin “Ses” kargaları Vardır ya hani… Bir diğer taraftan sizi gözü gibi gözetleyen, canı gibi koruyan onca melek insan… Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Daha öncede söylemiştim. Benim en büyük hayranlarım onlar… 

Çünkü onlar kimsenin fark etmediği detaylardaki kusurları  bulup yazmak için beni en çok inceleyenler…

Dudağımdaki uçuğu, dip boyamı, ütüsüz gömlek yakasını annelerimiz bile farkında değil…

Düşünün ki; onlar bizi nasıl ezberlemiş...

Ses varsa başarılı olmuşsundur demektir, artık bunu öğrendim.

Sevgili Bircan İpek, bu son soru sizin; burada ne söylemek isterseniz buyurun, soruda sizin, cevapta. İster göndermelerinizi yapın, ister varsa içinizde hep itiraf etmek istediğiniz bir sır, ya da ne bileyim adı her neyse… Mikrofon Sizde.

Uzun zamandır gördüğüm en keyifli sorulardı…

Çok teşekkür ediyorum sevgiyle kalın, hayat boyu başarılar Dilek Hanım.

Sevgili Bircan İpek, ancak basım sonrası okuduğunuzda haberdar olacağınız bu son soru kendime…

Beni benden alan en en çok beğendiğim cevap hangisi mi?

Cevabımı İnstagram sayfamda bu keyifli söyleşimizi paylaştığımda açıklayacağım ve sizinde en beğendiğiniz soru hangisiyse, merakla instagram paylaşımınızda bekleyeceğim. Buda söyleşimizin bir diğer farkı. 

Evet, sevgili Bircan İpek, verdiğiniz samimi, içten, sıcak sımsıcak cevaplarınız için kendim ve gazetem adına çok çok teşekkür ediyor, bu güzide yolda

size ve o birbirinden güzel masa arkadaşlarınız Ali Eyüboğlu, İlkay Buharalı, Ece Erken’e daimi başarılar dileyerek Allah’ın selamını SÖYLEMEZSEM OLMAZ.

Evet, sevgili okurlarım, hoşça kalın, dostça kalın ama asla ve asla sevgisiz veee

Dilek EJDER İle “Bu Senin Sayfan” Söyleşilerimizden habersiz kalmayın.