Sosyal dışlanmayı kavramsal açıdan anlamaya çalışmak komplike bir durum, ama literatürden de anlaşılacağı üzere, kavram pek çok kuramcı tarafından farklı şekillerde ele alınıyor. Fakat konu toplumsal düzeyde, yetersiz sosyal uyumu ve bütünleşmeyi ifade etse de tüm bunlar genelgeçer bir tanımı mevcudiyeti oluşturmayıp, bireylerden oluşan ahlaki bir düzeni de içerisini kapsıyor. Sosyal dışlanma da bu düzenin bir parçası olmaktan çıkmak anlamına geliyor. Sosyal dışlanmayı kavram olarak anlamaya çalışmak son derece karmaşık bir süreci beraberinde getirse de, literatürden de anlaşılacağı üzere, kavram pek çok kuramcı tarafından farklı şekillerde ele alınabilir. Fakat konuyu kültürel bir süreç olarak değerlendirenler olduğu gibi, ekonomik süreçlerle ilgili bir olgu olarak görenler de yok değil. Nitekim sosyal dışlanma tarihsel süreçte yoksulluk tartışmalarının neresinde durduğu ve küresel kapitalizmin hız kazanması ile birlikte kavramın ne ölçüde görünür hale geldiği tartışabiliriz.

Dışlanmaya değişken açılardan bakıp, değerlendirildikten sonra, bu olgunun son dönemde tartışılmadığını fark edebiliyor olsak da, nedenselliği, nesnel boyutları ve sonuç öbeğine baktığımız zaman sosyal dışlanma, aslında belirtildiği gibi, küresel kapitalizm dönemine özgü bir kavram. Bahsi geçen bu terim için yapılan tanımlar konunun hangi açıdan ele alındığına göre değişiklik gösterebilmekte ve bazı tanımlar kimlerin dışlandığına yanıt verebilir. Fiziksel engelli ve yoksullar, diğerleri, hangi sebep ile dışlandığına veya dışlanma sonucunda ortaya çıkan sorunlara, dışlanmaya neden olan süreç ve hangi durumlarda ortaya çıktığına ve/veya kimlerin dahil olduğuna cevap verebilse de, bireylerin sırf ait oldukları gruplardan ötürü sahip oldukları bir sosyal kimlikleri var.  Yoksulluk ve dezavantajlılık tartışmalarına yeni bir ivme kazandırmış olsa da, yaygın olarak kullanılması 1980’li yıllarda gelişmiş ülkeler ile birlikte başladı. Gerek sosyal ve politik, gerek kültürel ve ekonomik dezavantajların birikmesi sonucunda ise sosyal dışlanmanın ile oluşan kısır döngüden söz edebiliriz.

Toplumsal düzeyde, yetersiz sosyal uyumu ve bütünleşmeyi ifade eder iken; bireysel düzeyde ise toplumdaki sosyal aktivitelerde yer alma yetersizliği ile anlamlı sosyal ilişkiler kuramamayı kapsar. Fakat tüm bunlar genelgeçer bir tanımı mevcudiyeti oluşturmuyor. Ne de olsa bu sosyal dışlanma, bireyin toplum ile bütünleşmesini sağlayan sivil, politik, ekonomik ve sosyal haklara ulaşamaması olarak tanımlanabilir. Eşitsizliği ortaya çıkaran altyapısal nedenlerin değişmemesi ve daha geniş kesimleri etkilediği de olası bir durum olsa da, işsizlik, düşük ücret ile çalışma, yoksulluk, gelir dağılımı dengesizliği ile mi kendini gösteriyor. Tüm bunlar sosyolojik olduğu kadar, psikolojik etkileri ile de alakalı. Ama unutulmamalıdır ki; çalışmanın temel problemi, sosyal dışlanma ve güvencesizleştirmenin, kent yoksulluğunun bir sonucu olarak ortaya çıkması ve güvencesizlik ile sosyal dışlanmanın da yoksulluk ile birlikte birbirlerini yeniden üretmeleridir. Peki bu yoksulluk mu, yoksunluk mu?

Göreceli olabilir. Fakat yoksulluk sınırında yaşamak veya ekonomik standartların alt seviyelerinde bir yaşam sürmek ve buna mecbur bırakılmış olmak bireylerin toplumda dışlandıkları ve ayrımcılığa tabi oldukları doğru. Tabii, yoksul olmak da bir o bireylerin suçu değil. Bu durumu değiştirmek için bir irade ortaya koymuyormuş gibi suçlanmaları ve hatta toplumsal parazit olarak algılanmaları gerekli. Nitekim her bireyin yoksul, eğitimsiz, bedensel/zihinsel engelli veya işsiz olması gerekmiyor. Bu doğrultuda herkesin eğitimli, üst gelir grubuna mensubu veya kariyer sahibi olmuş kimseler olması da beklenmiyor. Cinsel tercihlerin, etnik özelliklerin diğer bireylerden farklı olma algısı yaratması da sayıca hiç düşük değil. Bu dengeler bize ise yoksulluğun yalnızca sosyal dışlanmanın etkili faktörü olmadığını gösteriyor. Çünkü dezavantajlılık her toplumda farklı algılanıyor. Bazı bireyler için normal iken, belli birileri için ise bir dışlanma sebebidir. Bunlar arasındaki fark, farklı algılandığı için toplumun farklı değer yargılarının sosyal dışlanmışlığı ve ona karşı olan tepkileri etkilediği ile alakalıdır.