Çok Partili Hayata Geçişimizin 70. Yılı Münasebetiyle (1)

Sevgili okuyucularım, 7 Ocak 1946 tarihini yani Demokrat Parti’nin kuruluşunu demokrasinin doğuş ve emekleme dönemi olarak nitelendirebiliriz. Çünkü bu tarih Milli Şefliğin tamamen rafa kalktığı, Türkiye’de çok partili hayata kesin ve kararlı bir şekilde geçiş yapıldığı tarihtir.  7 Ocak 2016 tarihinde Demokrat Parti’nin kuruluşunun 70. Yıl dönümü olacak. Bugün demokrasi, çok partili rejim, siyasal özgürlük gibi kavramlar kulağımıza kolay ulaşılabilir gibi görünebilir. Ancak 70 yıl öncesine gittiğimizde demokrasiye geçişimiz kolay olmadı. Demokrat Parti’nin kuruluşu uzun yıllar sürecek bir sürecin kilometre taşıydı. Demokrasimiz 27 Mayıs darbesiyle başlayarak sıklıkla kesintilere uğrayarak bugünlere geldi. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Demokrat Parti’nin Türk Siyasal yaşamındaki önemi ortaya çıkmakta- dır. Bu yazı dizisinde sizlere çok partili hayata geçiş sürecini hazırlayan etmenlerden bahsedildikten sonra Demokrat Partinin kuruluş süreci anlatılacaktır.
Türkiye, 1923 tarihinden yani Cumhuriyetimizin kuruluşundan 1946 tarihine kadar geçen süreçte çok partili hayata geçmek için üç deneme yapmıştır. Bu denemelerden 2’si başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İlk deneme 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası idi. Parti altı aylık bir süreç sonucunda kapatıldı. İkincisi sadece 97 gün sürecek olan Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi idi. Onun da akıbeti aynı idi. Ancak üçüncü deneme 1946 tarihinin 7 Ocağında meydana geldi. Demokrat Parti deneyimi Türkiye için tek partili yaşamın dönmemek üzere tarih olduğu deneyimdi. 

Türkiye’nin tek partili yönetimden çok partili yönetime geçiş ortamını siyasal, sosyal ve ekonomik faktörleri içinde barındıran iç ve dış nedenler birlikte hazırlamıştır. Öncelikle iç sebeplere baktığımızda; Türkiye 2. Dünya Savaşına girmemişti ancak savaşın tüm olumsuz etkilerini hissetmişti. Savaş; toplum arasında sosyal adaletsizliğe, işçi, memur ve küçük esnaf gibi halk kitlelerinin daha da yoksullaşmasına neden olmuştu. Savaş sırasında bir kesim yoksullaşırken karaborsa, vurgunculuk, istifçilik yapan diğer bir kesim oldukça zenginleşmişti. Toplumda bir sosyal adaletsizlik meydana gelmişti. Yaşanan gelişmeler halkın hükümete olan güvenini sarsmaktaydı. Hükümete yönelik olan güven eksikliği zamanla Cumhuriyet Halk Partisine yönelmişti. Hükümet savaş yıllarının kötü etkilerini silmek istercesine bir dizi uygulamaya girdi. Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi… Bu uygulamalar savaşın izlerinin silinmesinin aksine halkın üzerine yüklediği ağırlıktan dolayı iktidara karşı hoşnutsuzluk olarak sonuçlandı.

Türkiye’yi etkileyen dış faktörlere baktığımızda ise savaş sonrası bir süper güç olarak ortaya çıkan Sovyetler Birliğinin Türkiye’ye yönelik politikaları ve ileri sürdüğü istekler Türkiye’yi Batı Bloğu ile ittifaka adeta zorlamıştır. Özellikle Sovyetlerin Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasını yenilemek istememesi ve 19 Mart 1945 tarihinde Boğazlara yönelik talepleri Türkiye’yi Batı ile yakınlaştırmıştır. Türkiye Birleşmiş Milletler Anayasasını kabul etmekle adeta demokratik bir rejime yönelmenin taahhüdünü batıya vermiştir. Savaşın sona ermesinin akabinde diktatörlükler teker teker yıkılarak yerini özgürlük, adalet ve eşitlik prensiplerinin moda olduğu bir döneme girilmiştir. Çok Partili hayata geçiş için hemen hemen tüm koşulların olgunlaştığı böyle bir ortamda beklenen hamle İsmet Paşa’dan gelmiştir. Paşa 19 Mayıs 1945 tarihinde 19 Mayıs kutlamalarında yaptığı konuşmasında “Memleketin siyasi ve fikir hayatında demokrasi müessesemiz olan Büyük Millet Meclisi ilk günden itibaren idareyi ele almış ve memleketi demokrasi yolunda mütemadiyen ilerletmiştir. Büyük Millet Meclisinin şimdiye kadar parlak bir surette ispat ettiği hakikat halk idaresinin memleketi serbest düşüncelere ve hürriyet hayatına alıştırıp eriştirmesi ve geçmişte olan otoriter idareden daha kuvvetli olarak vatanda anarşiyi ve sözü ayağa düşürmemesi olmuştur. Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıklar kalktıkça büyük meclis az zaman içinde büyük inkılâplar geçirmiş memleketin sarsıntılara uğramadan daha ziyade ilerlemesini temin edecektir” şeklindeki sözleriyle adeta beklenen fitili ateşlemiştir. İnönü’nün bu sözleri ülke içindeki muhalifleri cesaretlendirecek nitelikteydi. Türkiye nefesini tutmuş muhalif hareketin nereden geleceğini bekliyordu. Muhalefet ise hiç tahmin edilemeyen bir yerden kendini gösterecekti. Bizzat Cumhuriyet Halk Partisi içinden gelecek muhalif seslere öncelikle paşa sonrasında ise Türkiye kulak verecekti.
Yarın: Parti İçi Muhalefet