Türkiye’de İnsan Hak ve Hürriyetleri konusunda, büyük eksiklikler olduğu, her yıl uluslararası kuruluşlarca yayınlanan insan hakları raporlarında yer almaktadır. Ayrıca Türkiye, insan hak ve hürriyetleri ihlalleri konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) müracaat edilen, birinci ülke konumdadır.
Demokratik rejim insan hak ve hürriyetlerinin alabildiğine kullanıldığı bir sistemin adıdır. TBMM’yi temsilen, Türk Milletvekili olarak görev yaptığım Avrupa Konseyi’nde/Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde, Batı Avrupa Birliği Assembly’nde (BAB) vazgeçilmez prensipler vardır. Bunlar, İnsan Hak ve Hürriyetleri, Demokratik, Laik Parlamenter sistem ve parlamentoların üstünlüğü prensipleridir. Bu prensipler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi kuruluşlara üyelik için zorunlu ve vazgeçilmezlerdir. Eğer bu temel ilkelerden sapmalar ve ihlaller olursa, derhal o ülkenin üyeliği askıya alınır veya sonlandırılır. Batı dünyasının gelişen ülkelerinin ve çağdaş demokrasilerin insan hak ve hürriyetleri konusunda, fevkalade hassas olduğu bilinmelidir. İnsanın kendi ülkesinde, hürriyet, huzur, güven, esenlik içinde yaşaması ve devlet tarafından refah standartlarının asgarisinin temin edilmesi esastır.
Cumhurbaşkanımız Sn. Demirel’in çok güzel bir benzetmesi vardır; “Eğer sabah karanlığında kapınızı çalan sütçü ise, o ülkede demokrasi vardır, yani, gecenin köründe veya sabaha karşı insanlar alınarak, bir meçhule doğru, sebepsiz yere götürülemezler”. Böyle bir olay gerçek demokrasilerde düşünülemez bile. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinde yapılan görüşmelerde, çeşitli ziyaretlerde “Efendim bizde her türlü hürriyet ve insan hakları vardır” demek yeterli değildir. Onlar Türkiye’de ne olup bittiğini, bizden iyi takip ederek, bilmektedirler! Nitekim, Sn. Başbakan Brüksel ziyaretinde, “Biz Türk tarafı olarak onları ikna ettik…” dese bile, onlar ikna olduk, dememişlerdir.
Hükümete karşı diye, insanların hapsedilmesi, iktidarı eleştirdi diye gazetecilerin işten atılması, internet ortamının ve bu ortamda tenkitlerin yasaklanması, görüş ve önerilerini açıklayan sivil toplum kuruluşlarının, vatan haini ilan edilmeleri, Demokratik Rejimlerde kabul edilemez. Gene demokratik rejimlerde, insanların kaç çocuk yapacakları, nasıl doğum yapacakları, içki içip içmedikleri, dinlerini uygulama biçimleri, üst yönetici olmak için eşlerinin kafalarının bağlı olup, olmadığı dini etkenlere bağlı olarak tayinler, insanların hayat tarzlarına, yaşam biçimlerine karışılması asla düşünülemez.
Rahmetli Turgut Özal, ANAVATAN Partisini kurarken, “insan hak ve hürriyetlerinin”, inanç, fikir ve teşebbüs hürriyetlerinin birinci planda olmasına, büyük önem atfetmiş ve bu hususları hassasiyetle uygulamıştır. Kendileri o kadar hoşgörülü bir insandı ki, “Yahu acaba bugün benim karikatürümü çizdiler mi, benim için neler söylüyorlar” diye muzip bir ifadeyle gazeteleri tarar, kendisiyle ilgili bir karikatür çıkmadığı takdirde, üzüntü duyardı. Bizde sık sık demokrasi paketleri açıklanıyor. Ne yazık ki, bu paketler, evrensel anlamda insan hak ve hürriyetlerini kapsamıyor. Daha ziyade Hükümet işine geldiği şekilde paket açıklıyor. Örneğin, açıklanan demokrasi paketinin altında yatan amaç, başörtülü ve türbanlı olanların meclise ve devlet dairelerine sokulmasının önünü açmaktır. Zaten hükümet çevreleri şöyle diyor, “tam 10 yıl sabrettik, bekledik, şimdi taşı gediğine koyduk”. Bu durum laik, demokratik Cumhuriyetle, Atatürk İlke ve İnkılaplarıyla hesaplaşmadır. Mesela, demokrasi paketi açıkladık diyorlar. Bir üniversitenin adına “Hacıbektaş” koyuyorlar. Ben yönetimde, istikrar sağlanması amacıyla seçim barajının kaldırılmasına karşıyım. Belki %10 yerine %7 olabilir.
Ne yazık ki, Türkiye koalisyonlarla idareyi beceremedi. Koalisyon ortakları, kendilerine bağlı Bakanlıklarda, devlet içinde devlet yarattılar. Aslında, tek başına iktidarlar, kolay karar aldıkları için, ülkeye çok daha fazla yararlı olurlar. Ancak, İktidarlar Türkiye’yi çağdaş ve medeni bir ortama getirmek, Türkiye’yi ilerleterek, fertlerin refahını sağlamayı amaçlarsa, doğru bir iş yapmış olurlar. Ancak, Türkiye bu anlamda geriye gitmektedir. Örneğin, Amerika’da benim çocuklarımın yaşadığı Arizona bölgesinde sokaklarda, birçok yerlerde İspanyolca konuşulmaktadır. Ancak, devletin resmi lisanı İngilizcedir ve okullarda İngilizcenin dışında, başka bir dilin konuşulması, eğitimi mümkün değildir. Altını çiziyorum, Amerika’dan bahsediyorum.
Bu ülkede, Türkiye’de, ülkenin asıl sahipleri Türklerdir. Biz, yıllardır, bu ülkenin toprağında yaşayan, bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen herkesi, Türkiye’nin asli sahibi olarak gördük, eşitliği esas kıldık ve kimseyi ayırmadık. Kendilerini, nedense bizden farklı gören, Kürt vatandaşlarımız, biz Türkleri, son yıllarda çok kırdılar ve üzdüler. Türk Devletinin asli kurum ve kuruluşları vardır. Devlet idaresi, ayrı ayrı dizayn edilemez. Mesela, andımız neden kaldırılıyor? Bizler okullarımızda, her sabah “Türküm, doğruyum” diye başlayan andımız ile yetiştik. Bugün, Türkiye’de laik, demokratik Cumhuriyetin, insan hak ve özgürlükleri noktasında eksiklikleri ve sıkıntıları vardır.
Bugün Türkiye’de ifade etme, istediğini yazma özgürlüğü tehdit ve tahdit altındadır. Başbakanla yapılan, televizyon programlarında, Başbakanı kızdırmamak için, körler sağırlar birbirini ağırlar misali, program oluşturulmakta, Hükümete karşı değişik görüş olmamakta ve genellikle yağcılık yapılmaktadır. Bu itibarla, Türkiye son 12 yılda insan hak ve hürriyetleri ve çağdaş, demokratik rejim uygulamaları sürecinde geriye doğru gitmekte ve kan kaybetmektedir.