“Demokrasi’nin üçlü bir sacayağı vardır: Hür seçimler, hukuk devleti, idarecilerin seçimle gelmesi. Çağdaş insanın ve gelişmiş toplumların geliştirebildikleri, şimdilik en iyi idare biçimi demokrasi olarak gözükmektedir. İnsanın duygu ve kabiliyetleri hürriyet ve demokrasiyle maddî manevî gelişme imkânı bulur. Kişi ancak hür bir ortamda; insan olmanın gereği olan temel hak ve özgürlüklerine kavuşarak, insanî bir hayat sürebilir.

     “Eğer demokratik bir düzen olmazsa, tek görüş, tek fikir, zorba ve tekelci bir anlayış hüküm sürer, temel hak ve özgürlüklerden yoksun, ‘hayvanî’ bir hayat söz konusu olur. Kuvvet hakim olur, kanun hakimiyeti söz konusu olmaz. Keyfî uygulamalar artar. İdareye hakim olanlar, keyiflerine göre devleti yönetir. Zulümler, haksızlıklar artar. ‘Kuvvetli olan her zaman haklıdır.’ mantığı işler.

     “Bediüzzaman devletin var oluş nedenini; insana, vatandaşa, insanlığa hizmet olarak ifade etmiştir. Devlet, vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayan, maddî ve manevî kişiliğinin gelişmesi için gerekli ortamı hazırlayan bir tüzel kişilik (hükmî şahsiyet)tir. Vatandaşın rahatı ve huzuru için hizmet eden bir yapıya sahip olması gerekir. Demokratik hukuk devleti bunun gerçekleştirilmesi için güvenli bir idare biçimi olarak görülmektedir.

     “Toplumlar için din; sosyolojik bir gerçekliktir. Toplumun bir arada, birlikte var olması ve moral değerleriyle ayakta kalması açısından din birleştirici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Ayrıca din; toplumun var olması ve bekası açısından da sosyolojik bir ihtiyaçtır. Eğer dini, bir toplumun içinden  çekerseniz yerini sosyolojik anlamda birleştirici özelliği olan diğer bir unsur ile doldurmanız gerekir.

     “Millet kavramının üç temel unsuru vardır: Din, Dil, Vatan. Bu üç unsurun bir arada olması güçlü bir milleti, birlikteliği ifade eder. Bir toplumu oluşturanlar aynı dili konuşuyor ve aynı dine inanıyorlarsa, vatan diyebilecekleri bir toprakları da varsa, orada güçlü bir millet tesis edilebilir.

     “Millet kavramının unsurlarından tek bir unsurun bulunması, üçünün birlikte olmasına göre, zayıf da olsa, millet kavramının oluşması açısından yeterli görülmektedir.

     “Terör fitnesini bitirmek; Türkiye için bir hayat-memat meselesi. Yıllardır akan ve gencecik insanları aramızdan çekip alan kan durmalı, anaların gözyaşı dinmeli, hasret kalınan barış ve huzur sağlanmalı, herkes güven içinde aslî gündemine yoğunlaşarak yoluna devam edebilmeli.

     “Bunca yıldır huzurumuzu, enerjimizi, kaynaklarımızı tüketen bu kanlı fitne; artık sona erdirilip tarihe karışmalı. Ve bunun için, herkes iyi niyet ve samimiyetle elini taşın altına koyarak üzerine düşenleri yerine getirmeli. 

     “Görevini yapmayıp yine gerilim siyasetleriyle vakit geçirmeye kalkanlara da prim verilmemeli.

     “Aslında Said Nursî’nin başından beri Kürtlere yaptığı ısrarlı tavsiye, Türklerle birlikte olmak.

     “Meselâ, 2. Meşrutiyet döneminde Kürt hamallara hitap ederken, ‘Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi (tevhid bayrağını) umum âleme karşı ilân eden ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i âdât-ı milliye ile (millî âdetlerini terk ederek)ihtiyarlanan BİZİM  ŞANLI  TÜRK  PEDERLERİMİZE  KUVVET  VE  CESARETİMİZİ PEŞKEŞ  VE  HEDİYE  EDELİM. Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz.’ dedikten sonra şu ilginç tesbiti yapıyor:

     “ ‘Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz (hepimiz) bir iyi insan oluruz. Hodserane (serkeşlik) yapmayacağız (kendi başımıza hareket etmeyeceğiz). Bu azmimizle başka unsurlara (diğer etnik gruplara da) ders-i ibret (ibret dersi) vereceğiz...’

     “Ve ‘İyi evlât böyle olur’ deyip devam ediyor: ‘Hem de istibdat zamanında bir batman itaat etmişsek, şimdi bin batman itaat ve ittihad (birlik ve beraberlik) farzdır. Zira şimdi sırf menfaati göreceğiz. Çünkü hükümet-i  meşruta (meşrutiyet hükümeti), hakikî hükümet-i meşruadır (meşru hükümettir). (Eski Said Dönemi Eserleri, s.186)’

     “Türklerle Kürtler arasındaki irtibatı (bağı) peder-evlât ilişkisiyle bir tutarak konuyu bir aile sıcaklığı ortamına taşıyan (Said Nursî)...böylece ayrılıkçı duyguları besleyen komplekslere gerek olmadığını ima” eder.  

     (Kâzım Güleçyüz – Ömer Ergün)