Kuru bir dal gibi ömürlerimiz, ağacından kırılıp ha düştü ha düşecek. Yaşamış yağmurları, rüzgârları, fırtınaları lakin mevsimi hiç gelmemiş tomurcuklanmak için baharlara.

Havaysa hava, güneşse güneş, topraksa toprak yine de kurumuş yorgun bilincimiz, sorgulamamaktan eksikliğin ne olduğunu; rengarenk çiçekleriyle coşmak için doğa ananın sıcaklığında.

***

Sistemler… 

Biz sadece kuru bir dal olup tomurcuklanamıyorken üzerimize yapay çiçekler üretip asan sistemler… 

O yapay çiçekler güneşte solmasın diye şişelenmiş can suyu sunan sistemler…

Dallara dokununca daha da kurutan bu can suyuna panzehir, şifalı suyu bulan sistemler… 

Dallar her şeye rağmen kuruyup kırılınca yapıştırma hizmetleri sunan sistemler…

Kırılmama mücadelesine kalkışanlarımızın yanında sistemle mücadeleyi öğreten sistemler… 

***

Kuruyup kırılıp birbirimize çarpa çarpa düşerken bizler, döküntülerimizle oluşturuyoruz sistemlerin her bir yeni yıkılmaz katını. Gün be gün, üzerimize asılan her yeni yapay çiçekle biraz daha parçası oluyoruz, eleştirdiklerimizin. Durduramayarak kendi kırılmamızı ve düşüşümüzü, çekiyoruz aşağıya bizimle birlikte, yakınımızda olan diğer dalları da biraz daha hızlı.

***

Önce dal olmayı bilsek sonra doğamızı, mevsimleri öğrensek sonbaharda kuruduğumuza üzülür, baharda çiçeklenemeyecek kadar kendimizden vazgeçer miyiz? Hava aynı hava, güneş aynı güneş, toprak aynı toprak da olsa; vazgeçmişsek dal olmaktan, başka her şey olmaya hazırsak, çiçeklenebilir miyiz gelen bahara? Her bir dal, kendimiz de bir gün sorgulanmamak için, birbirimizin yapay çiçeklerine övgüler düzersek, tek birimiz çiçekleri sorgulamayı aklımızdan geçirebilir miyiz?

***

Yapay çiçekleri fark edebilmemiz için, en azından bir dalın mevsimleri öğrenmesi, yapay çiçeklerini dökmesi, sonbahar ve kışı, diğerlerimizin rengarenk yapay çiçekleri arasında, çiçeksiz ve sarı yapraklarla geçirme acısını göğüslemesi, bahara çiçeklenmesi gerekir. Bu mücadelenin sonunda açan tek bir gerçek çiçeğin kokusu bizlere birer dal olduğumuzu hatırlatır, yapay çiçeklerimizi sorgulatır. Uyandırır, gerçekliğe doğru.

***

Hindistan bağımsızlık hareketinin lideri Mahatma Gandhi, “Dünyada peşinden koştuğumuz değişim biz olmalıyız” demiştir. Avukatlığını, birey bazındaki anlık özgürlüklerini, diğerleri tarafından nasıl görüneceğini bir yana bırakıp, devlet güçlerinin önünde vatandaşlık haklarında esaretin belgesi olan resmi evrakı ateşte, -gördüğü şiddete rağmen- yakıp adeta öncelikle çevresindeki bir grup insana göstermiştir ki: “Çiçekler yapaydır! Atıyorum. Çünkü onlar benim çiçeklerim değil ve ben bunun bilinciyle gerçekten çiçeklenebilirim.” Gandhi, özgürlüğün kokusu olmuş büyük kitlelere hitap etmiştir.

***

Yapay çiçekleri atarsak önce sistemin tepkisini değil diğer dalların tepkisini çekeriz. Bir anda tek değişen ve tamamen yanlış yapan biz gibi görünebiliriz. Kimseyi umursamıyor, bencilce kendimize çalışıyor, olmayacak hayallerin pesinde koşuyor, görünebiliriz. Bu derin bir içsel mücadele, güçlü bir iç disiplin gerektirir. 

***

Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu, şükran duyduğumuz atamız Mustafa Kemal Atatürk, bıraktığı gençliğe hitabesinde genlerimize, mücadeleye devam etmenin önemini kodlamıştır. Gençliğe hitabenin son cümlesi ileri görüşlülüğüne, engin bilgileri her kesimce sindirilebilecek hale dönüştürebilen dehasına kusursuz bir örnektir.

“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

***

Bir dal ki mevsimleri ve sonra içinde bu mevsimlere tepki veren özünü keşfeder, daha üstün daha büyük bir güce ihtiyacı yoktur. O artık baharlara gerçek çiçekler açabilir çünkü sonbaharda, kışta yapay çiçekleri kabul etmez, bahara ve yaza hazırlanır. Tüm bunlar için çareyi dıştan içe aramaz, kendinde bulur. Başkalarına kendini anlatmak için, başkalarını değiştirmek için mücadele vermez, önce kendisiyle mücadelesini verir, bunun için enerjisini biriktirir, disiplinini oluşturur.

***

Biz hangi çiçekleri üzerimizde taşıyoruz? 

O çiçeklerin gerçekten özümüzde bir yerlerden bize bağlı olduğundan emin miyiz? 

Yoksa derinlerde kuru, düşmek üzere bir daldan mı ibaretiz? 

Çiçeklerimiz, evreni ve bizi mi besliyor yoksa evreni ve bizi yok edip sistemleri mi besliyor?

Çevremizde, önce bizim sırtımızı çevirdiğimiz, sonbahara ve kışa direnen çiçeksiz dallar var mı?