Başta Kaşıkçı cinayeti olmak üzere önemli gelişmelerin yaşandığı olaylar silsilesi, hiç de önemsiz olmaması gerekenleri göz ardı etmeye neden olmamalı. Lozan’da çizilen çerçeveyi bir türlü kabul edemeyen Patrikhane’nin çıkışları, Dağlık Karabağ’a fiilen bağımsız devlet muamelesi yapan Fransız ve Yunan ziyaretlerini bu kapsamda dikkatle izlemek, diplomatik tepkileri ihmal etmemek gerek.

Ekim ayı içerisinde Ermenistan’da hiç de ilgisi olmadığı halde Frankofoni zirvesi toplanmıştır. Program, Türkiye ve Azerbaycan aleyhine iftira ve eylemlerle doldurulmuştur. Bu arada Uluslararası Hukuk’un tartışmasız kabul ettiği “işgal altındaki” statüsüne rağmen Dağlık Karabağ Ermeni Yönetimi’ne ziyaret düzenlenmiştir. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı, Fransa’nın Bakü Büyükelçisini çağırarak ziyareti protesto etmiştir. Türkiye’nin ve diğer Minsk grubu üyelerinin bu konuda bir tepkisi henüz bilinmemektedir. Öte yandan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nden Avrupa Konseyi üyelerinin de işgal altındaki Dağlık Karabağ’ı ziyaretleri, aynı zamanda Avrupa Konseyi açısından bir skandaldır. Bu konuda da Ankara’nın tepkisi bilinmemektedir. Azerbaycan topraklarının işgaline yönelik Rum, Ermeni, Fransız, Rus başta olmak üzere Hıristiyan dünyasının işbirliği kapsamındaki bu tür kıpırdanmaları dikkatle izlemek gerek.

1992’de oluşturulan AGİT Minsk grubu üyeleri, Azerbaycan ve Ermenistan yanında Türkiye, ABD, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç ve Finlandiya’dan oluşmaktadır. 2009’da alınan kararla Rusya, Fransa ve ABD eşbaşkan olarak seçilmiştir. İşgalci Ermenistan’ın önde gelen hamilerinden olan Fransa’ya karşı Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı’nın sözkonusu protestosu gerekli olduğu halde yeterli değildir. Çünkü her vesile ile işgali destekleyen bu ülkenin çözüm mercii olarak AGİT Minsk grubu üyesi, üstelik eşbaşkanı olmasını tartışmaya açmanın zamanı gelmiştir. Aynı durum işgali bizzat yöneten Rusya ile ABD için de geçerlidir. Yukarıdaki üye listesine bakıldığında Türkiye dışındakilerin İslamofobi ve Türkofobi sendromundan kurtulamayan ülkeler olduğu dikkat çekmektedir.

Eşbaşkan tutarsızlığı bir yana AGİT’in bu konudaki başarısızlığı tescil edilerek örneğin makul bir tahkimname ile hakeme gitme veya Milletlerarası Adalet Divanı’na müracaat gibi yollar tartışılabilir. Çünkü her halükârda mevcut sürecin bir milyonu aşkın Azerbaycan Türküne vatanını unutturma ve Dağlık Karabağ ile komşu reyonlardaki işgali kalıcı hale getirme fonksiyonundan başka bir sonucu yoktur. Esasen yaşanan süreç, bütün boyutlarıyla izlendiğinde hedefin bu olduğu net olarak görülmektedir. Başta Rusya ve ABD olmak üzere Hıristiyan batı, büyük bir keyifle bu işgale meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır.

Başta Suriye krizi ve 15 Temmuz sonrası yaşananlar olmak üzere birçok kritik konuda doğal müttefikimiz haline gelen Rusya’ya karşı Patrikhane’nin “Ukrayna golü” kafaları karıştırmıştır. Patrikhane’nin Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne, Rus Ortodoks Kilisesi’nden bağımsız (otosefal) statü vereceğini açıklamasının önemli ölçüde siyasi boyutları bulunmaktadır. Rus Kilisesi, Patrikhane’yi bu konuda yetkili görmemektedir. Bununla beraber sözkonusu açıklama, Moskova ile Kiev ve Patrikhane arasından önemli bir krize yol açmıştır.

Öncelikle kiliseler arası kavgalara müdahale etmek, Türk Dış Politikası açısından gereksiz veya anlamsızdır. Kırım’ı ilhak etmiş olan Rusya’ya karşı Ukrayna tarafında yer almanın da getirisi ve götürüsü son derece karmaşıktır. Bununla beraber Lozan ile verilen statüye göre Türkiye’deki Rum cemaatinin ibadetleri konusunda görevli Patrikhane’nin Ekümenik iddialarıyla Vatikanlaşma yolundaki heves ve icraatlarının da hesabı sorulması gerekmektedir. İçişleri Bakanlığı, İstanbul Valiliği üzerinden Patrikhane’nin yasal olarak bağlı olduğu kaymakamlık aracılığıyla idari soruşturma başlatmalıdır. Bu kapsamda Fatih Savcılığı’na da görev düşmektedir. 

Tıpkı bir ilçe müftülüğünün başka ülkelerdeki benzer kuruluşlarla ortak faaliyetleri gibi Patrikhane’nin de aynı inancı paylaşan kurumlarla teşyik-i mesaisi makul karşılanabilir. Ancak bunun yasal, idari ve güvenlik boyutları izlenmeli, bu tür faaliyetler gerekli izinler, bilgilendirmeler çerçevesinde gerçekleşmelidir. Sık sık ima edildiği üzere devlet içerisinde devlet hastalığının müsamaha ile karşılanmaması gerekmektedir. Bu cümleden olarak bir kaç bin kişilik cemaatin kilise önderi olarak Patrik’in üst düzey toplantı ve temaslarda diplomatik ve protokol mevkii, Vatikanlaşma sendroumu yolunda gittikçe şımarıklığa yol açmaktadır. Gayr-i Müslim veya gayr-i Türk unsurlara tanınan bu ayrıcalıklar, bu ülke insanını kesinlikle rencide etmektedir. Benzer yanlışların Yahudi ve Ermeni cemaati için de sözkonusu olduğunu belirtelim.

Batı Trakya’da Türklere yapılan baskı, zulüm, haksızlıkların ülkemizdeki azınlıklara yapılması reva görülemez. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin başta Batı Trakya olmak üzere, Yunanistan ve Ermenistan’daki Müslümanların haklarını, camiler ve diğer tarihi eserlerin âkibetini her fırsatta sorgulaması, gerekli merciler nezdinde teşebbüse geçmesi gerekmektedir. Bir süre önce Gürcistan’daki Ermeni kiliselerine yönelik “haksızlıklar” konusunda bazı Ermeni kuruluşlar Tiflis’te protesto gösterisi yaptı. Tam da bu aşamada Batum’daki camiler ile Ermenistan ve Yunanistan’daki Müslüman eserlerinin gündeme getirilmesi gerekmez mi? Başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere ecdadımız, devlete sadakat ve mükellefiyetleri yerine getirmek şartıyla bütün unsurları inanç ve mabetlerinde serbest bırakmıştır. Ancak bu serbestlik Türk ve Müslümanlara karşı üstünlük, ayrıcalık aşamasına gelmemiştir. 

Diğer bir gelişme ise AGOS gazetesinin Ağrı Dağı yerine Ararat ifadesiyle mevcut sınırları tanımayan Ermenistan’a selam göndermesidir. Bu ülkede huzur ve emniyet içinde yaşayan herkesin öncelikle bu ülkenin ülkesel bütünlüğüne saygılı davranması gerekmektiği bir daha hatırlatılmalıdır. Soykırım iddiaları gündeme gelecekse tarih ve hukuktan kimse kaçmamalıdır. Fransa, Cezayir’deki soykırımı için tarihe takılmamak lazım derken Erivan’daki iftira anıtına çelenk koymuştur. Soykırım konusunda özür gerekliyse Taşnak ve Hınçak torunlarının Müslümanlara karşı böyle bir borçları olduğunu tarih haykırmaktadır. Hocalı konusunda ise, soykırımcılar hayatta iken öncelikle Azerbaycan Savcılığı görevini yerine getirmelidir! Azerbaycan savcılğının bugüne kadarki ihmali, Fransa, ABD, Rusya ve diğer ülkelerin bu vahşeti görmezden gelmelerini meşru kılmaz!