Suruç'da yaşanan terör saldırısının üzerinden günler geçti ve ne yazık ki olayın perde arkasında başka işlerin döndüğü tek tek gün yüzüne çıkmaya başladı. Örneğin Amara Kültür Merkezi güvenlik kameralarının karartılması, açıklama yapan gruba HDP'lilerin son anda katılmaktan vazgeçmesi, tüm olay yerini didik didik arayan 4 özel görevlendirilmiş savcı ve onlarca görevli uzman polisin bulamadığı canlı bomba Abdurrahman Alagöz'ün kimliğinin HDP'liler tarafından bulunarak 14 saat sonra polise teslim edilmesi ve bu kimlik bilgilerini ilk olarak PKK'nın yayın organı olan DİHA ve Fırat Haber Ajansı tarafından yayınlanması gibi...
İddia edildiği gibi Suruç'da ki bu saldırıyı DAEŞ isimli örgüt mü planlayıp yapmıştır bilemiyorum. Orada  toplananlar Taksim'de Öcalan posteleri ile birlikte yürüdüklerinde HDP'den destek görmüşlerdi ancak Suruç'da ki açıklama da sadece dernek gönüllüleri gerçek ismi Ayn El Arab olan ancak PKK'nın “Kobane” ismini verdiği bölgeye gidecekleri vakit yalnız bırakılmışlardı. Kobane dedikleri bölge ise sivil halktan hemen hemen arındırılmış PYD (PKK'nın bir kolu) güçlerinin hakim olduğu ve dolayısı ile DAEŞ isimli örgütün de ele geçirmeye çalıştığı bir bölgeydi. Haliyle söz konusu böylesine stratejik bir bölge olunca saldırının arkasında hemen DAEŞ aranmaya başlandı. 
Ancak daha önce MİT tırları ile başlayan süreçten sonra ne yazık ki dünya kamuoyu önünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin terör örgütlerini besleyen, destek veren ve uluslar arası silah ticareti başta olmak üzere pek çok kara para trafiğinde aktif rol oynayan bir devlet gibi göstermeye çalışanlar inanılmaz şekilde provakasyona başladı. 
Ancak burada önemli bir husus daha var, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere diğer Ak Partili yetkilileri eleştirmek bir gazeteci veya vatandaş olarak hepimizin en doğal hakkıdır ve özgürlüğümüzdür. Ancak icraatları eleştirmek başka bir konudur, devletin istihbari, iç ve dış güvenlik bilgilerini ortalığa saçarak bunlar üzerinden bel altı vuruşlar yapmak başka bir konudur. Cumhurbaşkanı veya Başbakanı hedef alma maksadıyla Türk devletini zan altında bırakacak ve terör gruplarını finanse eden bir devlet imajı vererek dünya kamuoyunda karalama çalışmaları yapacak kişilere İngiltere'nin Edward Snowden'e uyguladığı ceza ne ise uygulanmalıdır. 
DAEŞ isimli örgütün “Tagut'un Başkanı” diye niteledikleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ülkenin en tepesindeki isim olarak kendisini “şeytana hizmet eden” olarak gördükleri DAEŞ'i bir terör örgütü kabul ettiklerini ve destek verdiği iddialarının asılsız olduğuna dair “sesleniş” konuşması yapmasını umud ile bekliyoruz. Belki daha önce çeşitli konuşmalarında konuya değinerek elbette ki herhangi bir destekleri olmadığını beyan etmiş olabilir ancak Cumhurbaşkanına saldırmak isteyen güruh ne yazık ki dolaylı olarak Türk Devletine de saldırıyorlar temsil ettiği makam hasebiyle...
DAEŞ örgütünde savaşan Türk asıllı kişilerin olmasından hareketle Türk devletinin yardım ettiği anlamını çıkaranlar, Ürdün'ün nasıl kaynak sağladığına, Fransa, Almanya, İngiltere, Kıbrıs Rum Kesimi gibi ülkelerden de gönüllü savaşçıların katıldığına bakmaları gerekir...
Son olarak DAEŞ isimli örgütün PKK'nın bir uzantısı olan PYD isimli örgüt ile çatışmalarının perde arkasına bakmak DAEŞ'in güç bela bölge ordularının elinden alarak işgal ettiği bölgeleri hiç problemsiz bir şekilde nasıl kolayca PYD'ye bıraktığını iyi analiz etmek, “Kürt Koridoru” olarak ifade edilen bölgelerin oluşumunda asıl mimarinin DAEŞ'e ait olduğunu unutmamak gerekiyor. 
Türk devleti elbet topraklarını kana bulayan bu terör gruplarının cezasını verecektir. 
Saygılarımla...