Cumartesi günü Cumhuriyetimizin 93ncü yılını, 100ncü yıla bir yıl daha yaklaşmanın büyük heyecanı içinde ve de şanla ve şerefle kutlayacağız. 

30 Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile muhteşem bir ZAFER kazanan, 9 Eylül’de İzmir’e giren Kahraman Ordumuzun bu büyük başarısını Başkomutan TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa milletimize şu veciz sözlerle müjdelemişti: 

“Büyük ve necip Türk Milleti, Anadolu’nun halâsı (kurtuluş) zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından, Ordu’larının selamını da takdim ediyorum.”

Bu muhteşem ZAFER’i Mudanya Ateşkes Anlaşması izlemiş, ardından da 8 ay süren Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştı. Böylece 23 Nisan 1920’de kurulan TBMM; Anadolu’yu düşmanlardan temizlemiş ve Türkiye’nin kuruluşunu bütün dünyaya tescil de ettirmişti. 

Cumhuriyete giden süreçte TBMM; 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmış, son padişah Vahdettin 17 Kasım’da İngiltere’ye sığınmış, veliaht Abdülmecit Efendi de Halife seçilmişti. 

Yine bu süreçte tek amacı vatanı kurtarmak ve bağımsızlığı temin etmek olan TBMM’nin içinde, hatta Milli Mücadelenin öncü kadrosu arasında da ZAFER’den sonrası için görüş ayrılıkları vardı. Ve bu görüş ayrılıkları milletvekili seçimi kanununa, Mustafa Kemal Paşa’nın seçimlere katılmasını önleyecek madde teklifi yapılmasına kadar varmıştı. Daha sonra Lozan Antlaşmasının kabulü aşamasında da Başbakan Rauf Bey’le Hariciye Vekili İsmet Paşa arasındaki anlaşmazlık da Rauf Bey’in başbakanlıktan ayrılmasına neden olmuştu. Rauf Bey’in ayrılmak zorunda kaldığı çatışma ortamı yeni hükümeti kuran Fethi Bey zamanında da devam etti. Siyasi anlaşmazlığın su yüzüne çıkması üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın talebi üzerine Fethi Bey ve Bakanlar Kurulu 27 Ekim 1923’te görevden ayrıldı. 

Yeni hükümetin teşkili çalışmaları başarılı olmuyordu. Zira Meclis içindeki siyasi gruplar arasında bir anlaşma sağlanamıyordu. 

O dönem Bakanlar Kurulu TBMM Başkanının teklif ettiği meclis üyeleri arasından TBMM tarafından seçiliyordu. Bu usul seçimi zorlaştırdığı gibi hükümet içinde bir görüş ve anlayış birliği sağlanmasına da imkan vermiyordu. 

Mustafa Kemal Paşa’ya göre Anayasa’dan kaynaklanan bu sorunun halli için rejimin adının doğru konması gerekiyordu. Çözüm için 28 Ekim 1923 akşamı, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa Anayasa değişikliği konusunu kararlaştırdılar. 

Hazırlanan teklif ertesi gün önce Halk Fırkası Meclis Grubunda, daha sonra da Meclis’te görüşülüp kabul edildi. Yapılan değişiklikle Türkiye Devletinin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu, Reisi Cumhurun seçimi ve hükümetin teşkili esasları belirlenmiş oldu. 

29 Ekim 1923 Pazartesi günü saat 18:00 sularında milletvekillerinin “Yaşasın Cumhuriyet” haykırışları arasında Cumhuriyet kabul edilmiş, hemen arkasından da Mustafa Kemal Paşa ittifakla Reisi Cumhur seçilmişti. 

Bu kutlu haber aynı gün saat 20:30’da şehirlerimizde 101 pare top atışı ile bütün dünyaya duyuruldu. 

20nci yüzyılın başlarında, Avrupa’da yaygın olan totaliter yönetimlere Birinci Dünya Harbi’nden sonra da yöneliş varken Türkiye’de Cumhuriyet kurulmuştu. Türkiye Cumhuriyeti biçimsel bir cumhuriyet değil demokrasiyi içeren bir cumhuriyetti. 

Kısa sürede eğitim ve hukuk alanında, kadın haklarında, din ve devlet işlerinde ekonomide çok önemli hamleler ve reformlar gerçekleştirilerek Türkiye’de demokrasi Avrupa uygulamalarının üzerine çıkarılmıştı. Zira Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’na doğru totaliterliğe doğru hızlı bir yöneliş başlamıştı. 

Aslında adı konmasa da ülkemiz 23 Nisan 1920’den beri Cumhuriyetle yönetiliyordu. Zira üzerinde başka hiçbir güç tanımayan, yasama ve yürütme yetkilerini elinde bulunduran TBMM dönemi tam bir Cumhuriyetti. Ancak o günkü konjonktür Cumhuriyetin ilanını üç buçuk yıl geriye bırakmıştı. 

93 yılda Cumhuriyetimiz çok büyük mesafeler aldı, büyük başarılar kazandı. 20nci yüzyıl başında adeta Ortaçağ hayatına mahkum, emperyalist güçlerin sömürgesi halindeki milletimiz, bugün medeni dünyanın şerefli ve güçlü bir üyesidir. Milletimizin ulaştığı düzey, elde edilen bütün kazanımlar, kazançlar, hür ve müstakil ve onurlu yaşantımız Cumhuriyetin yüce eserleridir. Dinimiz, diyanetimiz ve bütün kutsal değerlerimiz Cumhuriyetin yüksek koruması altındadır. 

Ve bütün bunları Cumhuriyete borçlu olduğumuzu unutmamalı ve unutturmamalıyız. 

Bu vesile ile Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ile Cumhuriyeti kuran O’nun yiğit ve kahraman silah arkadaşlarını ve bütün şehitlerimizi en yüksek duygularla tazimle anıyorum. 

Ruhları şad, mekanları cennet olsun.