Biz Türkler, tarih boyunca, devletler, imparatorluklar kurmuş bir milletiz. Büyük ve Anadolu Selçuk Devleti, Osmanlı Türk İmparatorluğu dönemlerini takiben, yurdumuz, Sevr Anlaşması ile parçalandı. İstanbul, İzmir, Antalya, Gaziantep, Kars velhasıl yurdumuzun her tarafı işgal edildi. İşte, tüm bu olumsuz ve karanlık koşullarda, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Mücadele arkadaşları, ‘Ya İstiklal, Ya Ölüm’ diyerek, Milli Mücadeleyi başlattılar, vatanımızı ve istiklalimizi kurtardılar. Yeni, Çağdaş, Modern Türkiye Cumhuriyetini kurdular. Şurasını çok iyi bilelim ki, İstiklal ve Cumhuriyetimiz, kolay kurulmadı. Eğer, bugün, bu Aziz Topraklar üzerinde, hür olarak nefes alıyor, yaşıyorsak, isteyen, istediği gibi dini vecibelerini yerine getirebiliyorsa, bunu Atatürk ve silah arkadaşlarına borçluyuz. Ne yazık ki, bazıları, bu gerçeklerin idrakinden yoksunlar, büyük kurtarıcıya nankörlük ediyorlar. Atatürk ve Atatürk ilke ve inkılapları gerektiği biçimde korunmuyor. Oysa, tekrar ediyorum, her şeyimizi, hayatları pahasına bu ülkeyi bize kazandıran, fedakar insanlara, Atatürk ve Mücadele arkadaşlarına borçluyuz. Vatan kurtulduktan sonra, 29 Ekim 1923’te, Cumhuriyet ilan edildi. Büyük Atatürk, dünyada emsalı olmayan, inkılapları, her sahada arka arkaya başlattı, Türk Milletinin çehresini değiştirip, Muasır Medeniyetlerin onurlu bir üyesi olmayı şiar edinmişti. Tüm ortaya konulan ileri fikir ve reformlara, Atatürk ilke ve inkılapları diyoruz. Bizim nesiller, anne ve babalarımız, Büyük Önderin ilke ve inkılaplarına, sımsıkı bağlı olarak yetiştik. Spor müsabakalarında, maçlarda, toplantılarda, söylenen İzmir Marşı, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz haykırışları, Türk Miletinin ne yapılırsa yapılsın, Atatürk’ün yolundan sapmayacağının göstergesidir. Cumhuriyetten sonra, İnkılaplar, Reformlar birbirini izlerken, yurdun her köşesinden, TBMM’de görev yapmak için gelen, Milletvekillerinin, sosyal amaçla bir araya gelip, siyaset üretmeleri, konuları, meclis dışında da, tartışmaları için, Atatürk’ün talimatlarıyla, 31 Ekim 1926’da, Anadolu Kulübü kuruldu. Anadolu Kulübü’nü de, İnkılapların bir parçası olarak görmek lazımdır… Mebusların bir arada siyaset üretmelerinin yanısıra, Anadolu Kulübü, devlet erkanına, vekillere, yüksek bürokratlara, dünyadan haberler, adab-ı muaşeret, davranış, yemek kültürü, kuralları, dans öğretme, vs. konularında da, yardımcı oluyordu. Anadolu Kulübü’nün ilk Yönetim Kurulu’nda, İsmet İnönü’nün Başkanlığında, Bakanlar Kurulu Üyeleri yer almıştı. İsimleri ağırlık taşıyan Mebuslarla birlikte, tüm milletvekilleri, kulübün azasıydı. Bu isimler arasında, Falih Rıfkı Atay, Hasan Şaka, Kılıç Ali, Dr. Reşit Galip, Kazım Özalp, Refik Koraltan, Mareşal Fevzi Çakmak, Şükrü Kaya, M. Esat Bozkurt, Dr. Refik Saydam, Recep Peker, Tevfik Rüştü Aras, Abdülhalik Renda, Mustafa Necati, Hamdullah Suphi Tanriover gibi, dönemin önde gelen ve Atatürk’e yakın isimler vardı. Anadolu Kulübü, Ankara’da kurulmuş ve Başvekil Hasan Şaka (Mülkiyeli) tarafından, Kızılay’da tahsis edilen, iki katlı bir binada faaliyetini sürdürmüştür. Toplantıların kalabalık olup, bu binanın yetmediği durumlarda, eski TBMM’nin karşısındaki Ankarapalas, işlev görmüştür. Esasen, mebusların konakladığı, yemek yedikleri Ankarapalas’ı, Anadolu Kulübü’nden ayırmak mümkün değildir. Hatta o tarihlerde çok meşhur olan Karpiç Lokantası da, Atatürk’ün ve milletvekillerinin müdavim olduğu yerdi. Anadolu Kulübü’ne tahsis edilen bina ihtiyaçlara yetmeyince, yeni bir bina için aynı yerde inşaata girilmiş, 1968’den beri, Anadolu Kulübü, İzmir Caddesi’ndeki bilinen binasında faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu meyanda, Ankarada’ki, merkeze ek olarak, Büyükada’da İngilizlere ait olan yat Kulübü, Atatürk’ün emirleriyle, 1930’da Anadolu Kulübü’ne tahsis edilmiştir… Büyükada’nın öyküsünü, yakın dostum, kardeşim, Sağlık Bakanı ve İstanbul Valisi Sn.Dr. LÜTFÜ Kırdar’in oğlu, Büyükelçi Dr. Üner Kırdar’dan şöyle dinlemiştim. İstanbul’un İngiliz İşgali altında olduğu günlerde, birgün Atatürk, Büyükada’ya gelir, Yat Kulüp’te oturmak ister, ancak, İngilizler girmesine müsaade etmezler, Atatürk, bu muameleye çok içerler. Sonraki yıllarda, meseleyi kökünden çözer, İngilizler dışarı, Yat Kulüp, Anadolu Kulüp olur. Anadolu Kulübü, 9 Ocak 1996 yılında, Cumhurbaşkanı Sn. Süleyman Demirel’in talimatlarıyla, kamu yararına hadim, dernek statüsüne geçirilmiştir. Anadolu Kulübü’nün asıl azaları, milletvekilleridir. Ancak, toplumda temayüz etmiş, Anadolu Kulübü’ne değer katacak, güzide insanlar, profesörler, yüksek devlet bürokratları, büyükelçiler, valiler, gerçek sanatçılar, iş adamları gibi kişiler, Kulüp üye şartlarını yerine getirerek, titizlikle incelenerek, özenle seçilerek, üye olabilmektedirler. Ben, Anadolu Kulübü’nün uzun yıllardan beri üyesiyim. Çok severim. Milletvekili olarak, TBMM’de görev yaptığım yıllarda ve daha sonraları, her Ankara’ya gittiğimde, her vesileyle Anadolu Kulübü’ne gider, arkadaşlarımı oraya davet eder, yemeklerimi orada yerim. Aynı şekilde, Büyükada’nın açılması için yaz aylarını iple çekerim. Sık sık gider, eşimle birlikte, kulübün o muhteşem terasında, bahçesinde, bilhassa akşamüzeri, güneşin batısını, harika gurubu izler, keyifle yemek yeriz… Hemen ifade edeyim, Anadolu Kulübü’nün yemekleri nefistir. Personelimiz, fevkalade kibar, saygılıdır… Biz Anadolu Kulüp Azaları, büyük önder Atatürk’ün, ilke ve inkılaplarının yılmaz bekçileriyiz. Büyük Atatürk’ün, modern Türkiye’nin medeni ve hür dünyanın onurlu bir üyesi olması yolunda, millete hizmet eden milletvekilleri için kurduğu Anadolu Kulübü’nde, onun Aziz hatırasını, daima özlemle yaşayacağımızdan, hiçkimsenin şüphesi olmamalıdır…