YA AŞAĞIDAKİ GERÇEKLER?

Günümüz Türkiye’sinde, devletimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, o büyük dâhinin heykellerine, büstlerine, eserlerine yapılan fiili, sözlü, yazılı saldırılar; gün geçmiyor ki, medyada yer almasın!

Kimileri heykellerine saldırıp zarar veriyor,

Kimileri posterlerini yırtıp yakıyor,

Kimileri bazı gerekçelerle heykellerini söküp, başka yere taşıyor,

Kimileri o büyük dâhinin bağımsızlığımızın kazanılmasının önderliğine, Cumhuriyetin ilk on beş yılında gerçekleştirdiği o mucizevî gerçeklere olumsuz şeyler söyleyebiliyor!

Kimileri sosyal medyada sövüp, sayabiliyor,

Bir milletvekili çıkmış, Atamızın en büyük eseri Cumhuriyete; ‘’Yüz Yıllık Pranga’’ tanımlaması yapabiliyor! 

Ve en nihayetinde kendini bilmez birisi de çıkıyor, bu güzel vatanı bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum yeri Selanik olduğu gerekçesi ile onun Türk olmadığını, Yunan olduğunu söyleme cüretinde bulunabiliyor! 

Hem de, asırlar boyunca atalarımıza yurt olmuş o topraklardan Türkiye’ye göç etmiş, hala o topraklarda Türk olmanın, Müslüman olmanın gururuyla anavatan hasreti taşıyan on binlerce insanımızın mevcudiyetine rağmen…  

Atatürk’e, o büyük dâhinin eserlerine yönelik benzer tutum ve davranışları okullarımızın eğitim müfredatında yapılması düşünülen değişiklerde de görmek mümkün! Atatürk ilke ve devrimlerinin, Türk’ün olmadığı, Türk Milletinin ulus bilincinin yok sayıldığı bir eğitim müfredatının olabilmesi, tarihe yazılı gerçeklerimizle bağdaşması mümkün müdür?

 İnancım odur ki, medya haberlerine düşen böylesi bir eğitim müfredatı değişikliği gerçekleşmez, sadece haber olarak kalır.

Ancak böylesine acımasız, olumsuz davranışların temel hedefinde; hala bir güneş gibi ülkemizin yarınlarını aydınlatmaya devam eden Atatürk ve onun eserleridir.

Ama her şeye rağmen unutulmamalıdır ki!

Nasıl ki, dünyamızı aydınlatan güneş balçıkla sıvanıp, ışıltıları hapsedilemeyecek ise, Atatürk’ün eserleri de, ilkeleri de, devrimleri de karartılamayacak; umutlara, aydınlık yarınlarımıza ışık olmaya devam edecektir.

2023’ü, hatta 2071’i hedefleyerek; ülkemizin ‘’Yeni Türkiye’’ kavramı içerisinde türlü açılımlarla dönüşümünün yapıldığı/planlandığı, demokratik parlamenter yönetim sistemimizin ‘çoktan bekleme odasına’ alındığı son dönemde; ülke yönetiminin ‘Türkiye’ye has Başkanlık Sistemine’ taşınmasının amaçlandığı değişiklerin yapıldığı ‘anayasa referandumu’ sürecinde;

Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında yaratılan ekonomi mucizesini görmezden gelerek, ülkemizde ne yapıldıysa 2002 yılından sonra yapılmış gibi söylemlerle siyaset yapanlara, bu haksız açıklamalara yanıt olması bakımından, o tarihi gerçekleri bir kez daha hatırlatmamız gerekir.

İşte Osmanlıdan devralınan miras:

‘’Yıl 1923; Ülke nüfusumuz 13 milyon civarında, 10 milyondan fazlası köylerde yaşıyor, köy adedi 40 bin, sadece iki bininde okul vardı.

Tarım; karasaban ve bir çift öküzün sırtında… Traktör yok, hayvancılık yoktu. Mevcut hayvanlar hastalıktan kırılıyordu, tıpkı o dönemde yaşayan insanlarımız gibi..! 

Çünkü yoksullukla, yokluklarla mücadele eden milletimiz verem, tifo ve frengi gibi salgın hastalıklarla boğuşuyordu.

Ülkemizde doğan her iki bebekten biri ölüyordu. Toplam 337 doktorumuz, 434 sağlık memurumuz, 60 eczacımız olup; diş doktoru hiç yoktu! Diplomalı ebe sayısı sadece 136 idi. 

Ortalama insan ömrü ise; 40 yıldı!

İstiklalimizin bedeli, sadece kanımızla, canımızla ödenmedi! 

Çünkü ülkemizi işgal eden düşman; denize dökülmeden önce vatan topraklarını terk ederken, ülkemizi baştan aşağı yakıp, yıkmıştı; binlerce bina yanıp kül olmuş, binlercesi hasarlıydı…

Ülkemizde Osmanlıdan ne kaldıysa geriye: Limanlar, madenler, demiryolları; tamamı yabancılarındı. 

Ne karayolları vardı, ne barajlar, ne de fabrikalar…

Osmanlıdan Cumhuriyete miras kalan fabrika sayısı sadece dörttü..! 

Hereke’de ipek fabrikası, Feshane’de yün, Bakırköy’de bez, Beykoz’da ise; deri fabrikası. (bunların çoğu günümüzde kartpostallarda anı olarak kaldı!)

Elektrik sadece İstanbul, İzmir, Tarsus’ta vardı. Otomobil sayımız 1490 adetti. Sanata baktığımızda; henüz içine tükürülmemişti! Çünkü ne tiyatro, ne müzik, ne spor, ne resim, ne de heykel vardı!

Günün saat hesabı bile farklıydı! Kimisi Alaturka Zevali saati kullanıyor, kimisi ezani saati esas alıyordu. 

Alaturka saatte güneşin battığı an 12.00’yi, Zevali saate göre ise; güneşin en tepede olduğu an saat 12.00’yi gösteriyordu. Zamanın göstergesi ise; kimine göre Hicri, kimine göreyse Rumi idi! 

Açıkçası halkın hepsi aynı zaman dilimindeydi ama farklı ayların, farklı günlerini yaşıyorlardı!

Kullanılan ölçüm birimlerimizde çağdaşlıktan uzaktı! Ağırlığımız dirhem, okka ile tartılıyor! Mesafelerimiz arşın, kulaç ve fersah ile ölçülebiliyordu!

Toplam nüfusun okuryazarlık oranı erkeklerde yüzde yedi, kadınlarda ise; binde dörttü. Ülkede toplam 4894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise vardı. Liselerimizde kayıtlı kız öğrenci sayısı 230 idi. Tek üniversitemiz vardı! O da Darülfünun… 

600 yıl boyunca içinde ağırlıklı olarak Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimelerin bulunduğu Osmanlıca konuşulmuştu…’’ (Sn. Yılmaz Özdil’in; ‘’Alın Size Osmanlı’’ isimli makalesinden)

Pekiyi,

Kimilerinin ‘’Yüz Yıllık Pranga’’ dediği Cumhuriyetimizin ilk 15 yılında; neredeyse birkaç kuşak insanımızın özgürlüğümüz, istiklalimiz uğruna seve, seve hayatını feda ettiği bu aziz vatan topraklarımızda gerçekleşen eşi benzeri olmayan bu başarı öyküsünde neler yapılmıştır? 

Hem de o yıllarda dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi buhranlara rağmen.

İşte o tarihi gerçekler:

‘’Milli Ekonomi:

. Osmanlı borçları devralındı ve ödendi. 

. Yabancı sermayenin elindeki stratejik hizmetler ve madenler millileştirildi. 

. Yabancıların elinde olan tütün, şeker, alkol ve petrol tekeli devlete geçti. 

. Dünyada ilk kalkınma planı 1931 yılında Türkiye’de uygulamaya konuldu.

. Etibank, Sümerbank, Denizbank, Emlak Bankası, Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası, P.T.T, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, DİE, AOÇ, THY, Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü, MTA, TİGEM gibi milli ve modern kurumlar oluşturuldu.

Sanayi:

. Uşak, Turhal, Alpullu ve Eskişehir’de şeker fabrikaları, Nazilli, Bünyan, Ereğli, Bursa ve Kayseri’de dokuma fabrikaları, Ankara’da çimento, Karabük’te demir -  çelik, Gemlik’te suni ipek fabrikaları ve Paşabahçe’de cam fabrikası kuruldu.

. İlk uçak fabrikası 1926 yılında Kayseri’de kuruldu. 1930’lu yıllarda dünyadaki en iyi avcı türü uçağı türünden birisi burada üretiliyordu. 1937 yılında İstanbul’da kurulan diğer uçak fabrikasında da yolcu uçağı üretildi.

. Özel sektör tarafından üretilen mal değeri 1927 yılında 15 milyon lira iken, 1932 yılında 154 milyon liraya çıktı.

Ulaşım:

. 1923’de 3,756 km. olan demiryolu ağı %100 artarak, 1939’da 7,325 km’ye ulaştı. 1923’de kilometre karede 24 metre olan demiryolu yoğunluğu 1939’da 51 metre oldu. Demiryolları ile taşınan yük miktarı ise 1929’da 356 milyon ton/km’den, 1938’de %340 artışla 1,564 milyon ton/km’ye yükseldi.

. 1927- 1938 yılları arasında karayolları uzunluğu %42 arttı.

Tarım:

. 1927 yılında 210.794 olan pulluk sayısı, 1936’da 410,365’e çıktı. Tarım kredileri 1923’ten 1938’e kadar, 8 milyon liradan 41 milyon liraya yükseldi. 1930 yılında 5,3 milyon ton olan tahıl üretimi, 1938 yılında 8,4 milyon tona, endüstri bitkileri üretimi de 351 bin tondan, 704 bin tona çıktı.

. 1923 yılından 1938 yılına, besin maddelerinin toplam ithalat içindeki payı %16,8 den, yüzde 2,8’e geriledi.

Bankacılık:

. 1923-1938 arasında mevduat miktarı 57 kat, mudi sayısı 122 kat arttı. Milli bankaların toplam mevduattaki payı %32’den, %82’ye yükseldi.

. 1925 yılında devlet sermayesiyle Sanayi ve Maadin (madenler) Bankası kuruldu. İş Bankası, Sümerbank, Etibank, Halk Bankası ile 1930’da T.C. Merkez Bankası kuruldu. 1931’de 6,127 kilo olan altın rezervi, 1938’de 26,190 kiloya ulaştı.

Bütçe ve Büyüme:

. 1924-1938 arasında 11 bütçe denk bağlandı. 3’ü fazla ve sadece biri açık verdi.

. 1923-1938 yıllarında büyüme ortalaması; %8 oldu. Buna karşın büyüme ortalaması 1939-1950 yıllarında %1, 1950-1990 yıllarında %5, 1990-2002 yıllarında %2, 2003-2012 yıllarında %4,5 oldu…’’ (Bk. Kırılmadık Ne Kaldı – Atilla Çilingir, 2015)

Ana başlıklarıyla özetlemeye çalıştığım o döneme bu mucizevî gerçek; düşmanın işgaliyle darmadağın edilen bir imparatorluk sonrasında; sadece mensubu olmaktan gurur duyduğu Türk Milletine olan inancından, güveninden başka hiçbir gücü olmayan son yüzyılın en büyük lideri, devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından gerçekleştirilmiştir.

Atatürk’ün en büyük eserim dediği ‘’Cumhuriyet’’; kuruluşunun sadece ilk 15 yılında böylesi bir başarı öyküsünü anlatır. 

Bu gerçek; görmezden gelinmek istense de, okul kitaplarına konulmasa da, bir daha silinmemek üzere hem soylu Türk Ulusunun gönlüne kazınmış, hem de tarih sayfalarına yazılmıştır.

O nedenle ‘’Cumhuriyet’’:

Yüz yıllık bir pranga değil; tam aksine yüzlerce yıllık prangaları kıran, bizi ümmet olmaktan millet olmaya taşıyan, Türk Ulusu gururunu yaşatan, yoktan var edilen bu güzel vatanımızın yaratılmasına vesile olan en değerli kazanımımızdır.