Çok yönlü hoca sanatkâr Prof. Dr. M. ZEKİ KUŞOĞLU, Röportajın üçüncü ve son bölümünde Mezar taşlarındaki paha biçilemez değerdeki tarih ve kültür hazinemizi gözler önüne seriyor. Oğuz Çetinoğlu: Çeşitli san’at değerlerinin yanı sıra, mezar taşlarımızın edebî değerleri de mânâlıdır. Bu derece mânâlı olan taşların üstünde çeşitli yazı, cinsleri ile yazılan sözler, hem hattatlık hem de edebiyât bakımından ne kadar önemli olduğunu nasıl açıklarsınız? Prof. Dr. M. Zeki Kuşoğlu: Mezar taşları üzerine kazılmış edebî değeri yüksek o kadar çok şey var ki. Bunların hepsini şu gün, gerek derleme zorluğu, gerekse bu kısa kitap satırlarına sığmayacağı sebebiyle yazmamız mümkün değildir. Âyet, hadis, vecize, atasözü, nesir, şiir, temenni gibi birçok şey mezar taşlarının dili olmuştur. Mezarlıkları gezen bir garip adam, taşların üzerinde şu yazıları okumuş. ‘Yirmi sene yaşadı öldü.’ Diğerinde, ‘On sene yaşadı öldü.’ Bir başkasında ise, ‘Dört sene yaşadı öldü.’ Sormuş mezarcıya: ‘Doğum, ölüm tarihlerinden bu şahısların daha uzun yaşadıkları anlaşılıyor, niçin böyle yazmışlar?’ Mezarcı da: ‘O kişiler ömürleri boyunca toplam o kadar güzel günler yaşamışlar.’ Cevabını vermiş. O zaman zavallı adam: ‘Öyle ise benim mezar taşıma doğdu, öldü.’ Yazsınlar demiş. Dileriz ki Allah kimseyi doğup ölenlerden etmesin. Ölümün tabiî karşılandığı toplumumuzda, özellikle gençlerin ölümleri, insanımızı son derece duygulandırmış, onlar için ağıtlar yakmış, türküler söylemiş, mezar taşlarına şiirler yazılmıştır. Bakmayın çeşm-i basiretle şehzadem taşına Bilmez ol, hâlin ta gelmeyince başına Otuz iki yaşında câm-ı mevti nûş edip Merhûme olup doymayan genç yaşına Emine Hanım rûhuçün kim okur bir fâtiha Dâr-ı Cennet’e giye, ol, Tâc-ı zerrin başına İkinci Beyazıt’ın torunu Şehzade Osman’ın Amasya Beyazıt Camii avlusunda mezar taşı üzerinde de şunlar yazmakta: Dün ki bu Şehzâde’ye yastığıdı berk-i gül Bister-ü bilin âna oldu bugün hâk-i siye Varşova’da bir Türk mezar taşında ise şunlar yazılı imiş: (Sayın Muammer Ülker’den naklen) Bir sonbahar gülüsün Sevilen bir ölüsün Karatoprakta değil Gönlümde gömülüsün Âh mine’l-mevt Bu sâde tenhâ mezarda yatan cism-i nâzenin Göz, bakmaya kıyamaz idi hüsn-ü ânına Soldurdu ah mevt ânı pek nevcivân iken Allah lâyık görmedi aldı yanına Kafkasyalı Abdullah Efendi’nin kerimesi Hatice Hanımın ruhuna rızâen li’llâhi Taâlâ el-Fatiha Sene 1297,19. Zilkade Yine mezar taşlarımız, cemiyet yapımızın değişik yönlerini yansıtması bakımından dikkate değer. Meselâ, Merkez Efendi Kabristânı’nda bulunan şu mezar taşı yazısı ne kadar hoştur değil mi? El-Bâkî Merhûm ve mağfûrun leh İlâ rahmeti Rabbihi’l-gafûr. Karı dırdırından vefât eden Es-seyyîd Halil Ağa’nın rûhuna Fâtiha. Sene 1260 Çetinoğlu: Mezar taşlarımızı millî kültür değerlerimiz yönünden nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuşoğlu: Mezar taşlarımız, milletimizin geçirmiş oldukları kültür safhalarını göstermesi bakımından son derece değerlidir. Orhun Kitabelerinden tutun, Ahlât’taki mezar taşları, Karacaahmet Kabristanı ve yurdumuzun diğer kabristanları bizlere geçmiş kültürümüzü safha safha anlatması bakımından, son derece önemlidir. Bu konuda, birçok makaleler ve yazılar çıkmış olmasına rağmen konuyu bütün yönleri ile inceleyen ve kamuoyuna sunan bir eserin henüz yazılmamış olması son derece üzücüdür. Dileğimiz bu çok yönlü kültür değerlerimizin bütün yönleri ile milletimize tanıtılmasıdır. Çünkü dünkü ananelerimiz, törelerimiz, felsefemiz, inanç dünyamız, sosyal hayatımız, edebî ve hukukî anlayışımız, mesleklerimiz, kıyafetlerimiz hep bu mezar taşlarında gizli durmada ve araştırmacılarımız tarafından gün ışığına çıkacağı zamanı sabırla beklemektedir. Toprağın altındaki Anadolu medeniyetlerine gösterilen ilginin yarısı demiyorum beşte biri, servilerin altında filizlenmişçesine duran mermer fidanlarına gösterilse, bu mesele hallolur ve insanımıza kendini tanıması bakımından daha çok yararı olur kanaatindeyim. Araştırmacılara ışık tutması bakımından, mezar taşlarımızın bazı yönlerini anlatmaya çalışacağım. Çetinoğlu: Muhterem Hocam; aynı zamanda bir sanatkâr gözüyle, mezar taşlarımızı sanat eseri olarak değerlendirir misiniz? Kuşoğlu: Sanat eseri mezar taşlarının anlatımı uzun zaman alacağı için burada kısaca bahsedeceğim Dünyanın meşhur heykeltıraşları vardır. Bunların uzun yıllar süren akademik çalışmalarından sonra ancak, sanat eserleri vücuda getirdikleri bilinir. Bizim mermer ustalarımızın çoğu ise okuma yazma bilmedikleri halde sanat eserleri ortaya koymuş ve hemen hepsi, yapmış oldukları eserlerin altına imza dahi atmamışlardır. İşte bu sanatkâr mermer ustalarının hanımları, birbirlerine şaka yaparken: ‘Senin kocan pat pat taşçı; Benim kocam çıt çıt taşçı.’ Diye takılırlarmış sâdece. Nâdiren yapan ustanın da adı bulunur mezar taşlarında. Çoğu isimsiz kahramanların eserleridir, ama Türk’ün san’at eseridir. Yâni bir milletin imzası vardır altında sanki. Bugün, sanatçı dediğimiz kişilerin birçoğunun işlerinin altında imzaları bulunur, ama hiç mi hiç kendi toplumunun karakterini taşımayan batı kopyası işlerdir ve hiçbir değer taşımazlar. Güzel bir mezar taşının yapımında, üç san’atkârın emeği bulunur: Hattat, Nakkaş, Mermer ustası. Öncelikle taşa kazılacak söz seçilir. Bu söz bir Âyet-i Kerîme olabilir, Hadis-i Şerif olabilir, şiir olabilir. Bu şiirlerde bazen ebced hesabı ile son mısrada merhumun ölüm tarihi belirlenir. Meselâ: Milk-i Bâki özleyip Osman Efendi dedi ‘Hû Hicrî 1115 / Miladî 1751. Türk, nasıl namaza en temiz elbisesi ile durup Allah’ına öyle dua ederse, ebediyete intikâl edince de yakınları onu son kere yıkar, paklar beyaz bir kefenle defnederler ve başına beyaz mermerden usta ellerin yaptığı sanat eseri dikerlerdi. Allah, ömrünü bu sanata vakfetmiş ve bugün toprak olmuş bütün sanatkârlara rahmet etsin. Çetinoğlu: Bizim mezarlıklarımız aynı zamanda birer açık hava tarih müzesi gibidir. Bu çerçevede Karacaahmet Kabristanı hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Kuşoğlu: Bakınız son zamanlardaki ilgisizliğimiz sonucu neler kaybettiğimizi Karacaahmet Kabristanı ile ilgili bir kaç açıklamayla anlatayım: Karacaahmet Kabristanı, çok geniş bir alana yayılmış, 12 parselden müteşekkil idi. Bunların adları şunlardı: Şehitlik, Seyyid Ahmed Deresi, İranlılar Mescidi, Harmanlık, Miskinler Zâviyesi, Ayasofyalılar, Üçler Çeşmesi, Saraçlar Çeşmesi ve Yüksek Kaldırım, Tazıcılar Koğuşu, Kaygısız Baba, Hattatlar. Bunlardan altı parseli, çevre yolu ve diğer tâli yollar açılırken ortadan kaldırılmıştır. Hâlen de etraflarına çeşitli yapılar eklenerek alan daraltılmaktadır. Karacaahmet Kabristanı Osmanlı Devleti’nin en büyük ve en eski kabristanıdır. Hz. Muhammed (sav) ‘İstanbul muhakkak alınacaktır. O’nun emîri ne güzel emirdir, askeri ne mübârek askerdir.’ müjdesinden sonra Sultan İkinci Mehmed Han’a kadar İstanbul’u fethetmek için gelen birçok Müslüman devletlerin şehit düşen askerleri burada gömülüdür. Fetih şehitleri ve sonraları uzun süre ‘Peygamber Toprağıdır’ diye ölüler özellikle Anadolu yakasına Karacaahmed’e gömülmüşlerdir. Yok olmaya yüz tutan Karacaahmed Kabristanı, bana merhum Şair Yahya Kemâl Beyatlı’nın bir yabancı misyonerin sorduğu soruya verdiği cevabı hatırlattı. Yahya Kemâl Bey’e sorarlar ‘İstanbul’un nüfusu ne kadar?’ diye. O da ‘Seksen Milyon’ der. Yabancı ‘Nasıl olur?’ diye sorunca Yahya Kemal Bey; ‘Biz ölülerimizle beraber yaşarız.’ Der. Şimdi başımızı ellerimizin arasına alarak uzun uzun düşünelim: Hz. Muhammed (sav) ‘İstanbul muhakkak alınacaktır.’ Hadis-i Şerifinden sonra geçen yüzyıllar içinde Karacaahmed Sultan Kabristanlar Şehrinden elimizde kalan ne? Karacaahmed’in şu günkü durumundan sizlere bahsetmeyeceğim gidip kendi gözlerinizle görünüz lütfen. Kabristanlarımızı gördükten sonra aklınıza önce Yahya Kemâl Beyatlı gelecek ve ‘Artık ölülerimizle beraber yaşamıyormuşuz.’ diyecek, cennet nasıl çöplük yapılırmış anlayacak ve aklımıza bir başka şairimiz gelecek, Eşref’in; Gözlerim ebnâ-yı âlemden o rütbe yıldı kim, İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı Beytini mırıldanacaksınız. Bazen mezar taşlarının yabancılar tarafından çalındığını duyunca sevinir gibi olurum, üzülerek. (Bu duyguyu birçok sanatsever aydın da tatmıştır herhalde) Neden mi? Birçok yönleri ile paha biçilmez değerli mezar taşlarımız, mıcır yapılacaksa; varsın çalınsın. Çamaşır direği olarak kullanılacaksa, varsın çalınsın. Çirkin ama gerçek, hiç olmazsa çalan kıymetini bilir. Onun için eski mezarlıklarımızın bakımı yapılarak: Bir kısmını açık hava müzeleri hâline getirilmesi, Yine bir kısmının millî parklar hâline getirilmesi, Sanat değeri büyük olan mezar taşlarının ise kapalı müze çatısı altına alınarak teşhiri gerekmektedir. Bütün miras yediliğimize, umursamazlığımıza ve horlamamıza rağmen hazine henüz boşalmamıştır, zararın neresinden dönersek insanlığa kendimizi o kadar kolay affettirebiliriz. Prof. Dr. MEHMET ZEKİ KUŞOĞLU 1943 yılında Gaziantep’te dünyaya geldi. Geniş aile çevresinde gelenekli sanatlarımızın çoğu icra edildiği için, o da sanata küçük yaşta ilgi duymaya başladı. 1949 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Üniversiteye kadar olan hayatını ve ailesinin hikâyesini şöyle anlatıyor; ‘1943 yılında Gaziantep’de Yazıcık semtinin Câbi mahallesinde dünyaya gelmişim. Çocukluğum, ailem içinde icra edilen, bu gün adına gelenekçi sanat dediğimiz güzel sanat eserlerinin arasında geçti. Bunlar kilimcilik, kuşakçılık. Antep işi nakış, marangozluk, haratlık, taş ve bakır işçiliği idi. Annem Zekiye Hanım Antep’in Üzüme doymaz ailesine, Babam Mehmet Kuşoğlu da Cücükler ailesine mensuptu. Babam, Antep müdafaasında bulunmuş muharip gazilerdendi. Babamın medrese tahsili vardı. Yemenici idi. Yemeni Gaziantep’de ayağa giyilen üstü deri, altı köseleden yapılmış bir nevi ayakkabı idi. Yemeninin şeftali ve siyah renkli olanları vardı. Yemeniler sıhhî ve kullanışlıydılar. Annemin okuma yazması yoktu, yedi yaşında iken terzi çıraklığına başlamıştı. Onun prova dahi yapmadan elbiseler dikmesi herkesi hayrete düşürürdü. Kendisi bir tahsil yapmadığı için benim okumamı çok istemişti. 1949 yılında İstanbul’a yerleştik. İlk ve Orta tahsilimi Davut Paşa İlk ve Orta Okulu’nda, liseyi de Atatürk Erkek Lisesi’nde tamamladım.’ 1964’te Devlet Tatbikî Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na (Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı), sonra Millî Eğitim Bakanlığı bursunu kazanarak grafik tasarımı için Almanya’ya gitti. 1965–1969 yıllan arasında Hessen eyaleti Kassel Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde master yaptı. Almanya yıllarında Avrupa müze ve kütüphanelerinde yaptığı gözlem ve incelemelerinde Türk, İslâm ve Doğu sanatlarına ayrı bir ilgi duydu. 1970 yılında yurda döndüğünde en büyük arzusu Selçuklu ve Osmanlı sanatlarını incelemekti. 1971 yılından beri 37 yıl görev yaptığı, bugün adı Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi olan kurumdan öğretim üyesi iken emekli oldu. Bu gün gönüllü olarak mesleklerini icra ederken ayrıca okullarımızın ders programlarında bulunmayan Madalya Heykeltıraşlığı yapmaktadır. Dönemin hayatta kalmış bütün sanatkârlarıyla ilişki kurdu. Böylece pratiğinin yanı sıra teorisini de ilerletti. Özellikle ahşap, taş ve mâden sanatlarıyla ilgilendi. Onların çağdaş yorumlarıyla yurt içi ve yurt dışında; ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve diğer ülkelerde, yetmişe yakın şahsî ve karma sergi açtı. Sayıları iki yüzü bulan çeşitli makaleler yayımladı. makaleleri yurt içinde İlgi, Lâle, Türk Edebiyatı, Boğaziçi, Köprü, Türk Dünyası Tarih gibi dergilerde yayınlandı. Milletlerarası ve millî kongrelerde yüzü aşkın konferans verdi, tebliğler sundu, röportajlar yaptı. gelenekçi sanatlarımız dalında yılın en başarılı sanatkârı seçilen Kuşoğlu’nun bugüne kadar aldığı ödüller, yayınladığı kitaplardan bazıları şunlardır. ÖDÜLLERİ *1982 yılında Boğaziçi Dergisi’nin açmış olduğu anket ile gelenekli sanatlarımız dalında yılın en başarılı sanatkârı ödülü. *1968 yılında Federal Almanya Hessen Eyaleti’nin açmış olduğu ‘Halk Yüksek Okullarını Tanıtma’ konulu afiş yarışmasında birincilik ödülü. *1983 yılında Türk sanatı sahasındaki çalışmaları ile Türk kültürü ve sanatlarına hizmeti dolayısıyla Boğaziçi Başarı Ödülü. *1984 yılında Mezar taşları sahasındaki çalışmalarıyla Türk Kültür hayatına verdiği hizmetler için Boğaziçi Başarı Belgesi ve şükran ödülü. *1987 yılında İstanbul Rotaforte Kuyumcu Sanatkârları Yarışması Özgün Takı Yarışması İkincilik Ödülü. *1989 yılında Türk Halk bilimine araştırma dalında gösterdiği değerli katkılarından dolayı, şükran belgesi. *1989 yılında Beyaz Altın Semineri Şükran Belgesi Eskişehir Valiliği. YAYINLANMIŞ KİTAPLARI 1- Fotoğraflarla İstanbul. Kassel 1969 (Basılmamış İhtisas Tezi). 2-Fotoğraflarla Van. 1971 3-Mezar Taşlarında Hüve’1-Bâkî. İstanbul 1984. 4-Türk Sanatında Gümüş. İstanbul 1991 5- Dünkü Sanatımız. İstanbul1994 6- Sedefkâr/ Altın Oymacı/ Gümüş Kakmacı Mehmet Zeki Kuşoğlu. İstanbul 1994 7- Osmanlı Kartvizitleri. İstanbul 1996 8- Neler Söyledim Neden Söyledim? İstanbul 1997 9- Sözüm Bu Ülkeyi Sevenlere. İstanbul 1998 10- Tılsımdan Takıya İstanbul. 1998 11- Düşünmek Bizden Irak (Modası Geçmiş Sözler). İstanbul 2004 12- Resimli Ansiklopedik Kuyumculuk ve Mâden Terimler Sözlüğü. İstanbul 2006 13- Köprü İnsanlar. İstanbul 2006 (Prof. Dr. M. ZEKİ KUŞOĞLU RÖPORTAJININ SONU)