Uluslararası ilişkilerin gidişatı, yeni dünya dengeleri, Türkiye’nin konumu ve Batı dışı yükselen Çin, Rusya ve Hindistan gibi aktörlerle ilişkileri üzerine, Slovenya merkezli Stratejik Danışmanlık Firması Strategem.Inc Direktörü, Uluslararası Siyasi Danışmanlar Birliği, Avrupa Siyasi Danışmanlar Birliği ve Amerika Siyasi Danışmanlar Birliği Üyesi olan Hintli Uluslararası İlişkiler Uzmanı Sayın Vivek Sud ile görüştük..

Afrika, Ortadoğu, Avrupa ve Asyalı pek çok devlet ve şirkete stratejik konularda danışmanlık yapan bir uluslararası ilişkiler uzmanı olarak mevcut küresel, ekonomik ve siyasi gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Trump yönetiminin Çin’e karşı başlattığı ekonomik savaş, İngiltere’nin Rusya’ya karşı yürüttüğü siyasi ve diplomatik kampanyaya Avrupalı ülkelerin de katılması… Dünya yeni bir soğuk savaşa mı giriyor sizce?

Dünyanın yeni bir Soğuk Savaşın eşiğinde olup olmadığı tartışmaya açık bir olgu, ancak kesin olan bir şey var; bugünlerde, son 20 yıldan fazla bir süredir gördüğümüzden çok daha fazla saldırganca çıkışa ve eyleme tanıklık ediyoruz. Küresel sosyal, ekonomik ve siyasi durumu incelediğimizde, bazı alanlarda kırmızı çizgilerin yeniden çizildiğini görüyoruz. Dünyanın yeni bir Soğuk Savaşın eşiğinde olduğu tanımını yapmakta tereddüt etmemin temel nedeni, ilk Soğuk Savaş döneminde iki lider ülke öncülüğünde iki karşıt bloğun olmasıdır. Şimdi ise Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Çin olmak üzere üç baskın ülke var ama bu aktörlerin hiçbirisi eski Soğuk Savaş dönemindeki gibi Sovyetler Birliği'nin ya da ABD'nin baskın rolüne ve gücüne sahip değiller. ABD, giderek daha saldırgan hale gelen ve zaman zaman askeri nitelik kazanan Rus tehdidi ile ekonomik terörizm olarak da anılan açık bir ekonomik meydan okuma olan Çin tehditi olmak üzere iki farklı tehdit türünden kendisini korumaya çalışıyor.

ABD, Rusya ve Çin'in yanı sıra Hindistan, Brezilya, Türkiye ve Güney Afrika gibi ülkeler de uluslararası arenada kendi kaderlerini çizmeye çalışıyorlar, ancak zaman zaman önlerinde duran meselelere bağlı olarak ABD veya Rusya ile işbirliği yapma zorunda kalıyorlar. En az iki ülkenin keskin bir şekilde karşı karşıya olduğu ve tüm bölgeyi daha önce benzeri olmayan bir şekilde kaosa sokan bir savaş alanına dönmüş Ortadoğu bölgesine daha fazla dikkat etmek gerekiyor. Şüphesiz, çok ilginç zamanlara tanık oluyoruz ve önümüzdeki on yıl, dünya düzeninin en azından yüzyılını belirleyecek.

• Batı ekseni dışında yükselen Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerin son yıllarda giderek daha keskin bir şekilde “Amerikan tek kutuplu dünya düzenini” eleştirdiğini, dahası Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS vb uluslararası örgütler kurarak siyasi ve ekonomik alanlarda ortak hareket etmeye başladığını ve “daha adil bir küresel yönetişim” talep ettiklerini görüyoruz. Batılı ülkelerin yaptırımlar, kur oynamaları ve kredi derecelendirme kuruluşlarının not düşürmeleri aracılığıyla “ekonomik operasyonlarda” bulunmalarını sert bir dille eleştiren BRICS üyeleri kendi kalkınma bankasından kredi derecelendirme kuruluşlarının kurulmasına kadar bir dizi karar alıp uygulamaya koydu. Benzer haksızlıklara maruz kalan Türkiye ile BRICS arasında bu anlamda sizce ne gibi işbirlikleri yapılabilir?

Türkiye ile BRICS ve hatta ŞİÖ arasında karşılıklı yarara dayalı bir işbirliği olması kesinlikle mümkün. Bence burada odaklanılması gereken nokta, işbirliğinin mümkün olup olmadığı değil,  işbirliğinin modelinin nasıl olması gerektiğidir. Türkiye'nin BRICS ve/veya ŞİÖ ile dışarıdan işbirliği yapmaya çalışmak yerine öncelikle bu iki örgüte katılmayı ciddi bir şekilde gündemine alması gerektiğini düşünüyorum. Burada akılda tutulması gereken ana husus şudur; BRICS oluşumunun temelinde başta Afrika olmak üzere üçüncü dünya ve gelişmekte olan ülkelerde kalkınmaya dönük proje ve faaliyetlerin BRICS üyelerinin kendi ekonomik hedefleri doğrultusunda desteklenmesi fikri yatmaktadır.

Bu noktada, Türkiye'de hoş karşılanıp karşılanmayacağını bilmiyorum ama kişisel düşüncemin Ankara'nın artık Avrupa Birliği üyeliği arayışını terk etmesi gerektiği yönünde olduğunu belirtmek isterim. AB, üye devletlerin bazıları için bir başarı öyküsü olmasına rağmen, üye ülkeler arasında çok daha yararlı bir ekonomik birlik olmak yerine daha çok siyasi bir blok haline gelmeye çalışarak kendi varlığını zayıflattı. Türk makamlarına küçük bir tavsiyede bulunma imkanım olsaydı, Türkiye'nin Avrupa yerine Asya'ya odaklanmasını önerirdim. Türkiye halihazırda Şanghay İşbirliği Örgütü'nde diyalog ortağıdır ve BRICS bünyesinde yeni oluşturulan “BRICS plus” formatına katılması için uygun diplomatik girişimler gerçekleştirmelidir. Sorunuza geri dönersek, Türkiye ile BRICS arasındaki işbirliği, BRICS Kalkınma Bankası NDB'den bir takım kredi desteklerini almanın çok daha ötesinde, ya BRICS'e üye olmak veya BRICS Plus formatına katılmak şeklinde hedeflenmelidir. Türkiye'nin BRICS ile ilişkilerini geliştirip kurumsallaştırması her iki taraf için de karşılıklı olarak fayda sağyalacağı çok açıktır.

• Bu noktada Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda sıkça dile getirdiği şekliyle, BMGK üyelik sisteminin değişmesi ve BM’de reform yapılması çağrısını nasıl yorumluyor sunuz?

Bu, ortaya çıkmakta olan yeni küresel siyasi düzen ile ilgili olarak çok önemli bir sorudur. Bu, ortaya çıkmakta olan yeni küresel siyasi düzen ile ilgili olarak çok önemli bir sorudur. sadece Türkiye değil, aynı zamanda Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkeler de BMGK'da değişiklik ve reform yapılmasını talep ediyor. BMGK'nin mevcut yapısı raf ömrünü doldurdu ve kesinlikle yenilenmesi gerekiyor. BMGK'nın tek daimi üyesinin dahi veto yetkisinin olması BM'yi tamamen bürokratikleşmesine yol açan anlamsız ve işlevsiz bir yapıya dönüştürdü. En basitinden zamanın ruhu Türkiye, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkelerin de BMGK daimi üyesi yapılmasını ve tek üyenin veto yetkisini ortadan kaldıracak şekilde çoğunluk oylaması düzeninin getirilmesini gerektiriyor. Elbette Türkiye, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkelerin birbirlerini rakip olarak görmekten ziyade ortak olarak çalışmaları gerektiğini içselleştirmeleri şart.

• Son yıllarda Türkiye, milli savunma sanayisini geliştirme adına ciddi atılımlar gerçekleştirdi. Artık kendi insansız hava araçlarından tutun da çeşitli savunma mekanizmalarını işletir üretir hale geldi. Hindistan da savunma sanayi alanında önde gelen pazarlardan biri. Bu alanda Türkiye’nin Hindistan pazarına açılabilmesi ve yer edinebilmesi adına ne gibi önerileriniz olur?

Türkiye'nin çok iyi silah sistemine sahip olduğu ve Hindistan'ın dünyanın her yerinden gelen her türlü askeri ekipmanın en büyük alıcılarından biri olduğu doğru. Ama soruyu iki bölüm halinde cevaplayacağım. Birinci kısım siyasi zorluklar, ikinci kısım ise tamamen ticari yöntemleri üzerine.

Daha önce Hindistan Türkiye'den bazı askeri ekipmanları satın almak için girişimde bulundu, ancak Pakistan her defasında Türkiye'yi Hindistan'a askeri ekipman satmaması için baskılıyor. Pakistan ve Türkiye’nin, Hindistan ve Türkiye’ninkinden çok daha fazla savunma alanında işbirliği yaptıklarını aklımızda tutmalıyız. Bazı alanlardaki askeri kapasitelerini korumak amacıyla birçok ülke, düşmanlarına ekipman satmamaları konusunda dostlarına baskı yapar. Dolayısıyla, öncelikle ele alınması gereken başlıca soru, Türk şirketlerinin Hintli savunma pazarında nasıl yer edineceğinden ziyade, Türkiye'nin Hindistan'a gerçekten askeri ekipman satışına başlamak istiyor mu? Hindistan ve Türkiye'nin dostane ilişkileri olmasına rağmen, olması gerektiği kadar derinlikli olmadığını kabul etmeliyiz. Suudi Arabistan, BAE, Katar, Umman gibi Pakistan'la dost olan pek çok ülke, Pakistan'la olan dostluklarından bağımsız olarak Hindistan'la ilişkilerini geliştiriyor. Bence Türkiye de, Pakistan'la olan dostluğuna saplanıp kalmadan, Hindistan gibi siyasi ve ticari açıdan çok önemli bir ülkeyle ilişkilerini geliştirmeyi düşünmelidir.

Ankara'daki bu siyasi engel aşıldıktan sonra, Hindistan Hükümeti yabancı şirketlere her türlü kolaylığı ve teşviki sağladığı için Türk şirketlerinin Hindistan savunma pazarına girmekte zorlanmayacaklarını söyleyebilirim.Tıpkı İsrail, ABD ve Rusya ile yapıldığı gibi Hindistan ile Türkiye arasında da çeşitli somut alanlarda ortak savunma projeleri hükümetler düzeyinde teşvik edilip sonuçlandırılabilir. Böylelikle Türkiye kendi savunma şirketlerini Hint pazarına sokarak ihracatlarını artırmada ciddi bir rol oyanabilir. "Hindistan'da Yap" (Make In India) inisiyatifi kapsamında Hindistan Hükümeti yabancı savunma şirketlerini ülkeye davet etmekte ve çok cazip imkanlar sağlamaktadır. Bu konuda anahtarın tamamen Türkiye'nin elinde olduğu aşikar.

• Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) en son Hindistan ve Pakistan’ı tam üye yaptı. Böylelikle ŞİÖ küresel çapta siyasi, ekonomik ve askeri açıdan önemli bir oluşum haline geldi. Öte taraftan Türkiye’nin 50 yılı aşkın Avrupa Birliği üyeliği sürecinde AB’nin ikircikli tavrı, politikaları nedeniyle artık Türk kamuoyunda bir hayalkırıklığı oluşmuş durumda. Geçtiğimiz günlerde Varna’da gerçekleştirilen AB-Türkiye zirvesinden de olumlu bir sonuç çıkmadı. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan 2013 yılından bu yana ŞİÖ’ye alternatif bir örgüt olarak zaman zaman işaret ediyor. Hindistan’dan bakınca, Batı ile ilişkilerinde hüsrana uğrayan Türkiye’nin AB ile ilişkilerini ve önümüzdeki süreçte ŞİÖ’ye üyelik ihtimalini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik arayışını terk etmesi gerektiği fikrindeyim. AB'nin Türkiye'ye haksızlık ettiği çok açık, zira Ankara çok daha önce üyelik başvurusu yapıp süreci başlatmasına karşın, AB Slovenya, Hırvatistan, Slovakya gibi ülkeleri üye yaparak adeta üvey anne tutumu sergiledi. Halbuki Türk ekonomisi, ona tercih edilerek öncelik verilen bu gibi ülkelerin ekonomisinden çok daha güçlü. Türkiye'nin, Avrupa ülkelerinin değil, Asya ülkelerinin önderlik ettiği örgütlere katılma zamanı gelmiştir. Türkiye halihazırda ŞİÖ'nün diyalog ortağıdır ve daha istekli bir şekilde tam üyelik hedefini önüne koymalıdır.

Türkiye ile AB arasındaki ilişki önümüzdeki birkaç yıl içinde gelişmeyecektir. Türkiye Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin artık AB üyeliğini sürdürmekten usandığını söylemeye başladı, ancak Erdoğan'ın bir süredir kamuoyunda bu konuda sarf ettiği sözleri artık güçlü bir şekilde uygulayarak Avrupalı muhataplarına bunu göstermesi gerektiği inancındayım.

Öte yandan, Türkiye’nin ŞİÖ'ye üyeliği her ikisi için de yararlı bir adım olacaktır. AB zaten kendi kapasitesini tamamladı ve İngiltere'den sonra bazı ülkelerin de AB'den ayrılmaya karar vermesi şaşırtıcı olmamalı. Kanaatimce Türkiye, AB üyeliğinden yirmi yıl önce kazanç sağlayabilirdi, fakat şu an itibariyle AB üyeliği Türkiye'ye herhangi bir ek fayda getirmeyecektir.

• Türkiye turizm alanında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almasına rağmen, Hint-Türk işbirliğine birlikteliğine baktığımızda bu bağ oldukça zayıf görünüyor. Hintli düğün turizminin büyük potansiyeli göz önüne alındığında, Türkiye ile Hindistan arasındaki bu potansiyeli açığa çıkarmak amacıyla bu konudaki Türk kamu kurumlarına ve şirketlerine ne gibi somut önerilerde bulunmak isterdiniz?

Keyifli bir konuyla söyleşimizi bitirdiğimize sevindim! İkili ekonomik ilişkilere gelince, Hint düğün endüstrisi çok önemli ancak gözden kaçan bir sektör. Burada iki veriyi paylaşmama izin verin: Hint düğün endüstrisi yaklaşık 50 milyar doları ve yılda yaklaşık % 20 büyüyor.Hint düğün turizminin önemli bir yüzdesini Tayland ve Güney Afrika gibi yabancı ülkelerde gerçekleştirilenler oluşturmaktadır. Türkiye'nin böylesine büyük bir pastadan yeterince pay alamamasının temel nedeni Türkiye'nin tanıtımını yapacak şekilde Hint pazarında kayda değer bir varlık göstermemesi ve görünür hedeflerinin olmaması. Tabi Türkiye'nin kış mevsiminin, Hintlilere göre çok soğuk olması, Güney Afrika ve Tayland gibi ülkelerin ise tüm yıl boyunca Hint hava durumuna uygun şekilde sıcak olması rekabetini olumsuz etkileyebilecek bir faktör olduğunu da unutmayalım. Yine de Türk şirketleri sıcak ayları temel alacak şekilde Hint pazarına yönelik pazarlama stratejisi geliştirmelidir.