Bir evlat için kulanmak zorunda kaldığı cümlelerin en acısı bu olsa gerek . Çok geç kaldım Anne.
Nazlının da annesıne söylediği son sözleriydi bu cümleler. 
Oysa annesi için geç değildi. Herzaman bir umut vardı. Birgün kızı onu anlayacak, koşa-koşa annesinin kollarına atılcaktı.


Nazlı evin küçük kızı, annesinin sırma saçlı, kara kaşlı nazlı kızıydı. 
Anne olarak tüm görevlerini yapmış her zaman için fedakar anne rolünü üstlenmişti.
Aslında nazlı da annesini çok severdi. Gençliğin verdiği sarhoşlukla bazı değerlerini kaybetmiş ailesiyle yollarını ayırmıştı. Kimseye bağımlı olmadan hesapsız, hür yaşamayı tercih etmişti.
Nazlı gençliğinin tadını çıkartıp gününü gün ederken, annesi ise kızının hasretiyle yanıp tutuşuyordu.

Bu durum kadını yataklara düşürmüş,hasta olmasına sebep olmuştu .
Birgün nazlı ablasından hayatını alt üst edecek bir telefon aldı. Ablası telefonda ağlıyordu.
“Annemiz ölüyor son kez görmek istiyorsan yetiş” diyordu .
Nazlı hayatını o kadar renkli yaşıyordu ki; ölüm denen gerçekten soyutlanmış, ne demek olduğunu bile unutmuştu. Sahi neydi ölüm? İç karartıcı insanların ölenin ardından ağlamasından başka bir şey değildi onun gözünde.


Yinede ablasının telefonda ağlaması onun yüreğini bir nebzede olsa sızlatmıştı. Ama hala işin ciddi boyutunu düşünecek kadar adapte olamamıştı. Belkide eve dönmesi için uydurulan bir yalandı. Beyni bunlarla meşgulken ayakları onu çoktan evine götürmüştü bile.

Kapı ağzında babasıyla karşılaştı. O kadar mahçuptu ki; babasına karşı yüzünü öne eğmekten başka bir şey yapamamıştı. 
Çok tuhaf babası ona kızmamış “Neredesin, neden arayıp sormuyorsun?” dememişti. Babasını bıraktı, annesinin odasına koştu. Ablası doğru söylemişti, anneleri ölümle pençeleşiyordu. Annesine yanaştı konuşmaya çalıştı.
Kadın sadece gözlerini oynatabiliyordu. Buna rağmen kızına sevgisini, onu nasıl özlediğini anlatmaya gayret gösteriyordu. “Nefes aldığı sürece umut var” dedi Nazlı ve umursamaz tavrını sergilemeye devam etti. Taki teyzesinin onu kapıya çağırmasana kadar.


Teyzesi nazlıya bir miktar para uzattı ve “Git bununla kefen bezi al. Annen ölmek üzere” dedi.
Nazlı beyninden vurulmuşa döndü. Teyzesini birinci dereceden akraba değil, düşmanı ilan etmişti o an.
Annesinin yakında onu bırakıp gideceğini anlıyordu artık. Ama bunu kendine bile söylemeye cesareti yoktu.

Annesi olmadan ne yapar,nasıl yaşardı? Kime sarılıp annem diye öperdi? Sonra annesinde duyduğu o kokuyu kimde duyardı? Nede çok özlemişti oysa annesini. Neler için, kimler için terketmişti bu sıcacık yuvasını ve canından çok sevdiği ailesini.
Teyzesi elindeki kefen parasını uzatınca kendisini tutamadı ve bağırmaya başladı, “Siz ne sanıyorsunuz? Annem ölmeyecek benim. O hep benimle olacak. Siz girin o kefenliğe, annem girmeyecek .”
Kendini dışarıya attı. Sokaklarda nereye gittiğini bilmeden yürüdü. Kısa bir süre sonra telefonu çaldı arayan ablasıydı. “Annem öldü” diyebildi sadece.

Eve koştu ve annesinin yattığı odaya girdi ama annesi yoktu.Yan odaya geçti ve o an donup kaldı; yerde, üzerine beyaz bir çarşaf örtülmüş ve karnının üzerinde bir makas. Hemen koştu başucuna; çarşafı araladı, sonra tamamen açtı. Evet orda yatan annesiydi.
Kimseye tek kelime etmeden sadece ağlıyordu. Annesinin gözleri açık yüzüne bakıyordu. Sonra oradan alıp yıkamaya götürdüler annesini. Nazlı da onlarla beraber gitti. Annesinin kapanmak bilmeyen gözlerine kenetlenmiş gözleri ve aklında annesinin sözleri “Ölürsem gözlerim senin için açık gidecek.”

Tabuta koydular ve annesini son yolculuğuna uğurladılar. Nazlı biliyordu tabutta olan sadece annesinin bedeniydi ve ruhu ömrünün sonuna kadar kızını izleyecek, koruyup gözetecekti.
Günler, haftalar hatta yıllar geçti. Nazlı azalmak bilmeyen özlemle hala annesine kavuşmanın hayaliyle yaşıyor, annesinin kokusunu çok özlüyor, her gece annesinin başörtüsünü koklayıp, resmiyle dertleşiyor…

Elinizdeyken değerini bilin annenizin.

Tüm annelerimizin Anneler gününü kutluyorum.