Önümüzdeki günlerde 9-12 Ocak tarihleri arasında Cenevre’de gerçekleşecek olan Kıbrıs zirvesi tarihi bir fırsat niteliğinde, biz de bu kapsamda Kıbrıs meselesinin dününü, bugününü kısacası yaşanan tüm süreci 3. Cumhurbaşkanı Danışmanı & KKTC YÖDAK üyesi aynı zamanda bir Kıbrıs sevdalısı olan Prof. Dr. Mehmet Hasgüler ile konuştuk…

Lozan Kıbrıs için ne ifade ediyor, 'Lozan masada daha iyi savunulabilirdi' tezi için Kıbrıs'ı ilgilendiren kısmı açısından söylenebilecek birşey var mı?


“LOZAN, KIBRIS’IN SEVR’İDİR”


Lozan Kıbrıs'lı Türklerin aslında bir bakıma Sevr'idir. Lozan için elbetteki Türkiye'nin tapusu senedi hürriyet belgesi kurtuluş savaşı vermiş bu milletin elde edebileceği önemli bir belgedir.. Yani bunu bu yanlarıyla tartışmak yanlıştır. Ama Lozan antlaşmasında hiç savunulmamış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da sözünü etmiş olduğu 'masada daha iyi savunulabilirdi' tezi için sanırım biçilmiş kavram Kıbrıs'tır. Çünkü İngiltere'ye kiralanmış sonra 5 Kasım 1914'te tek taraflı olarak adayı ilhak etmiş ve bu ilhak kararını Osmanlı kabul etmediği halde Lozan'da bu tartışmasız bir şekilde 20. ve 21. maddelerde 5 Kasım 1914 ilhak kararının Türkiye Cumhuriyeti tarafından hiçbir savunma yapılmadan aynen iktibas edildiğini görüyoruz.
Bu da Kıbrıs'lı Türklerin o günlerde terkedilmişlik duygusuna Türkiye tarafından bırakılmış olmalarına falan yol açıyor ki bu 1978'deki kiralanmada da bir nebze hissedildi ama esas hükümranlık hakları hali hazırda Osmanlı'daydı. İlhaka rağmen hala Türkiye Cumhuriyeti'ne  ait bir toprak parçası olarak hükümranlık haklarının Türkiye'de olabileceği şeyi vardı eğer Lozan'da bu kabul edilmemiş olsaydı yani Lozan'a Lozan eğer bu maddeyi kabul etmeyip bunu konuşabiliriz görüşebiliriz teziyle de hareket edebilirdi ama ben Lozan tartışmalarına baktığımda Kıbrıs'la ilgili bir defans bir savunma bu çerçevede görmedim. Dolaysıyla Erdoğan'ın masada daha iyi savunulabilirdi tezi için Kıbrıs biricik bir örnek bir numunedir.
1923'te bağımsız Türkiye ve topraklarında dalgalanan Türk bayrağına-Marşına ve Mustafa Kemal gibi bir liderin ülkesine göç etmek Kıbrıs'lı Türkler açısında daha makbul bir şey haline döndü. Büyük göçler oldu işte meşhur sosyal bilimci Niyazi Berkes'in ailesi ve yine 1923'te Asil Nadir'in ailesi göç gitti ve sonradan tekrar geri dönüş yaptılar...Geri dönenler olduğu gibi dönmeyenler de oldu ama bu Kıbrıs Türklerinin ileride aydınlanmacı güçleri olacak olan insanlar kaygılandılar kendilerini güvende hissetmediler. Ve dramatik bir şekilde de ileride hep her Kıbrıs ile ilgili bir konu baş gösterdiğinde günümüzde de acaba Türkiye bizi terkeder mi duygusu ve düşüncesi hasıl oluyor ki bunun için bugünlerde çok şiddetli bir şekilde batının Türkiye'nin garantörlüğünü tartışmaya açması TSK'nın statüsünün burdan altının temizlenip burdan defedilmeye veya burdan çıkarmaya çalışmaları benzer bir duyguya altlık yapmaktadır. Ve bu çerçevede acaba Türkiye bizi garantörlüğünü de alıp gider mi diye insanlar tekrar Lozan hislerine Lozan'daki korkularına travmalarına dönüyor. Yani gördüğümüz gibi nerdeyse son bir asırdır Türkiye tartışmaları Kıbrıs'lı Türkler üzerinde Lozan'ın yaratmış olduğu bri travmayla şekillenmektedir.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI
TÜRKİYE VE KIBRIS


Şimdi İkinci Dünya savaşı tabi biliyorsunuz Birleşmiş Milletler sistemini getirdi. Ve BM sistemi sömürgelerin tasfiyesini gerektiriyordu. Kıbrıs'ta 1923'te Lozan'da kabul edilince İngiltere'nin ilhakı, İngiltere burayı hemen Kraliçe'nin sömürgesi haline getirdi 1925'te. Ve bu 1925'teki sömürge mevzusu o yıllarda Milletler Cemiyetine de götürülmemiştir... Sonrasında kurulan BM'nin sömürge tasfiyesi gibi düşünülmeye tartışılmaya başlandı. Fakat tabi Kıbrıs'ta yani mevzu özellikle 2. Dünya savaşı sırasında ve sonrasında ta 1950'lilerin ikinci yarısında bir sömürge mevzusu olarak ele alınmaya başlandı. O da bize bilgi kavramsal tarihi gerçeği hatırlayarak konuya yaklaşmamızı gerektiriyor.  BM içerisinde sömürgecilik çok tartışılıyor ve BM uluslararası sömürgecilikle ilgili bir takım kararlar üretiyor Asya'da Afrika'da, hızla sömürgelerin tasfiye süreci başlıyor. Bu sömürge tasfiyeciliğiyle beraber ve sömürgelerin tasfiyesiyle birlikte Kıbrıs'ta da efendim bir sömürge tasfiyesi yaşanabilir mi bunun için işte 1955 tarihi kritik bir tarihtir. Bir kere 1 Nisan 1955'te EOKA silahlı şiddet hareketlerine başlıyor. Bu bir milattır. Yani Kıbrıs'ta sömürgeciliğin tasfiyesi bakımından ama EOKA'nın 1 Nisan bildirisi sömürgeciliğin tasfiyesinden çok ve daha büyük oranda ENOSİS yapma yani Yunanistan'a bağlanma düşüncesi ve hedefindeydi. Bu parametre İngiltere'de de ciddi olarak eğer biz Kıbrıs'taki Türkleri Rum'ların kaşısına çıkarmazsak Türkiye'yi mevzunun içine dahil etmezsek bu mevzu bakarsınız elimizden çıkar gider çünkü İngiltere için özellikle Süveyş kanalının güvenliğinin jeostratejik olarak Kıbrıs'tan geçtiğini biliyoruz. Süveyş kanalında da İngiltere'nin hala üsleri var. Ve Kıbrıs bu açıdan üstlenilmesi gereken bir nokta, vazgeçilmez bir şey. Zaten Kıbrıs'tan sonra 1878'te 1882'de de Mısır'ı işgal ediyor. Şimdi Cebel-i Tarık da öyle. Böylece konuya yaklaştığımızda İngiltere aniden bir Londra konferansı ilan ediyor, 28 Ağustos 1955'ten 7 Eylül 1955'e kadar sürüyor..... Bu Londra konferansı'na Fatin Rüştü Zorlu henüz Dışişleri bakanı değilken Fuat Köprülü Dışişleri bakanıydı, Fatin Rüştü Zorlu Dışişleri bakanı vekili olarak Londra konferansı'na iştirak ediyor. Yunanistan'dan da dışişleri bakanı katılıyor ve İngiltere yöneticileri. Fatin Rüştü Zorlu o kadar muazzam bir Kıbrıs savunması yapıyor ki ama ondan önce bu çok bilen Dışişleri bakanlığı var ya Türkiye'nin 1955'te tek bir kağıt dosya yok Kıbrıs'la ilgili. Tek bir arşiv dosyası yok. Neden, çünkü Lozan'da bıraktık 32 yıl Kıbrıs diye bir mevzu yok. Sonra arada söyleyelim onu analım CHP Çorum senatörü Hasene Ilgaz eşşek sırtında 1948'de Kıbrıs'a geliyor, çok önemlidir bu kadın. Ve Kıbrıs notları diye bir de bir kitap yazıyor 1949'da. Üç beş ay eşşek sırtında Kıbrıs'ı geziyor. Ve gidiyor bu görüşlerini TBMM'de anlatıyor. Ve bence yani Lozan'dan sonra ilk kez o kadın yapıyor ama o arada işte bir takım öğretmenlerdir bankacılardır bu 1955'den sonra Türkiye'de örgütlüyor Fatin Rüştü Zorlu vasıtasıyla yani TMT dediğimiz olay ortaya çıkıyor. Bazıları silahlı kuvvetler mensubudur ama bankacıdır bazıları silahlı kuvvetler mensubudur ama öğretmendir falan. Bu direniş tarihi bakımından özel önemdedir...TMT'de Kıbrıs Türklerinin kurtuluş savaşının öncüsü olmuştur... Bu vesileyle 1955'te patladığında bu Londra konferansı Fatin Rüştü Zorlu ne var dosyalarımızda diye baktığında hiçbir şey bulamıyor. Ve gidiyor konferansta müthiş bir performans sergiliyor. Ta Shakespeare'in 1603 yani Osmanlı'nın Kıbrıs'ı almasından 32 yıl sonra Othello'yu oturmuş yazmış. Ve nasıl olur böyle kutsal Hristiyan topraklarını Müslümanlar alıyor falan, bir Avrupa algısı bakımından ta 16. yüzyılda Kıbrıs'a bakış bu. Ve bunun üzerinden savunma yapıyor Fatin Rüştü Zorlu ve müthiş örnekler veriyor ve Türklerin de orda yeri olduğunu halifenin Muaviye'nin buraya geldiğini 600'lerde işte bir süre Süveyş'i yönettiğini söylüyor ki Hala Sultan Hz. Muhammed'in halasının işte burda Larnaka'da tekkesinin olması attan düşüp ölmesi falan hep bunlar işaretler yani o geçmiş tarihle ilgili ama. Şimdi Fatin Rüştü Zorlu bu Londra konferansı'nda bu performansı gerçekleştiriyor ve İngiltere'nin aslında temel hedefi ben bu işi Türklerin ve Yunanlıların arasında bırakabilirsem yani bunları kavga ettirirsem benim Kıbrıs'taki konumumu kimse tartışmaz. Yani kendisini Kıbrıs için kavga eden Türklerin ve Yunanlıların hakemi yapacak açık göz İngiliz! Akıbet de öyle yaptı yapıyor.... Bakınız Kıbrıs uyuşmazlığını son 54 yıldır tartışıyoruz... En önde suçlanan Türkiye ardından Yunanistan, Kıbrıs Rumları... Hiç siz ciddi olarak İngiltere'nin sorumluluğunu konuşanı gördünüz mü? Kıbrıs'ta güneyde Yunanistan Kuzeyde Türkiye eleştiriliyor... Ama İngiltere'yi iki tarafta eleştirmiyor... Bu bile bize çok şey anlatmalı... 

6-7 EYLÜL OLAYLARI
BİR İNGİLİZ TEZGAHIYDI


Böylece hakem rolüne bürünürüm dedi yani?

Evet, bu da başarısız bir politika olmadı İngiltere açısından. Ama bu arada İngiltere Türkiye'ye bir de oyun çekti çok bilinmez. Ama inşAllah siz yazarsınız da gündeme gelir. 6-7 Eylül'de yani Ağustos'un sonundan başlayan bu Londra konferansı sanırım 7 Eylül'e kadar sürüyor. 6-7 Eylül olayları da işte Londra konferansı'nda hesapta deniliyor ki Menderes ve Zorlu'nun elini güçlendirmek için bunu yapıyoruz Menderes de gidiyor Londra Konferansı'na. Fakat işin öyle olmadığını sonra anlıyoruz, çünkü Kasım 1952'de Celal Bayar'ın o dönem Cumhurbaşkanı Yunanistan gezisi var uzun bir Yunanistan gezisi ve İngiltere tedirgin oluyor bundan yani ulan bu Türklerle Rumlar anlaşırsa BM'de Kıbrıs'ı bunlar istedikleri gibi yönlendirebilirler kaygısıyla 6-7 Eylül'ü patlattıklarını ve Yunanlılarla Türklerin hem düşmanlaştırılması hem de klasik hakem olarak kendisinin yaptığı sözü var ki düşünüldüğünde kontrgerilla bi general var tanksız topsuz harekat diye yazdı muazzam bir özel harp dairesi etkinliği diyorlar 6-7 Eylül'e. Zaten özel harp dairesi etkinliği deyince ordan ya İngiltere ya da Amerika'yı arkasında bulursunuz. Yani bu Türk milletinin çıkarına falan değildi yani Türkiye'nin üzerinde kara bir nokta olarak kaldı 6-7 Eylül hala duruyor. Ve İngiltere bu işi Türklerle Yunanlılar yakınlaşmasın diye Londra Konferansı'nın sonunda bunu patlatıyor. 6-7 Eylül böylece Rumlar İstanbul'dan gidiyorlar yakılıyor yıkılıyor yerleri, yani İstanbul'da Taksim'de olan insanlar söylüyor yani burayı basanların hiçbirisinin İstanbul'la alakası yok ki ben bir tane kahveci tanıdım Galata'da ne zaman geldin abi dedim 55'te geldim dedi. Nerden? Ne bileyim Urfa'dan gelmiş niye gelmiş Galata'da yeri falan konuşmuyor ama anlıyorsunuz o 6-7 Eylül için özel olarak toplanıp getirildiklerini falan.

Kıbrıs'ta da ayı şey yaşandı değil mi o dönem?
Bir de Bandung zirvesini konuşalım biraz da, sonraki yıllarda Kıbrıs için karar verilecekken Menderes'in uçağının düşüşü?

Tabi işte burada da Arabahmet mahallesinde Ermenilere dönük korkular oldu Ermeni mahallesi işte o zamanlarda korkudan kaçtı işte bizim de başımıza mı gelir acaba Türklerin arasındayken diye kaçmışlar. Ama İngiliz yönetimindeydi yani öyle çok korkacak da bir şey yoktu ama öyle bir şey var.
Neyse 55'te Londra konferansı EOKA'nın silahlı mücadelesiyle Enosis kararı bizim buna Kıbrıs Türk toplumu olarak Türkiye'den yardım isteyip bizim de TMT ile örgütlenmemiz, bir de niye 55'te Bağdat paktının yani İngiltere Türkiye İran Irak'ın ve Pakistan'ın da içinde olduğu bir pakt kuruluyor. Ve Nato'nun Ortadoğu boyutunu oluşturacak bu paktın da Kıbrıs'la ilgisi vardı yani gene güvenlik oluşturma mevzusuydu. Elbette Orta Doğu'da Arap milliyetçiliğinin öncüsü ülkelerin Sovyet Bloğuna savrulmasına kuşatmak amacı da vardı...Yani NATO’nun Orta Doğu'daki işlevine aday bir ittifak oluyor Bağdat Paktı. Ve bu paktın yanında bir başka (buarada her şey 55'te olmuş sanki etrafında) Asya-Afrika halkları konferansı(Bandung Konferansı) bu da uluslararası sistemde BM'nin sömürge tasfiyesiyle beraber 10 yıllık süreçte Asya- Afrika hakları konferansı'nda yeni bir takım konuşmalar yapılıyor, muhasebeler çıkarılıyor bu konferans şöyle ki önemlidir. Bir kaç açıdan. Bir, Türkiye'nin Batı blokundaki yerine rağmen Asya-Afrika halkları konferansı'na sömürge olmadığı halde katılması Nato üyesi olarak ilginçtir. Bunun Türk iç siyasetinde tartışmaları da yapılmıştır CHP işte Amerika'nın etkisiyle gidildiğini söylüyordu. Fatin Rüştü Zorlu da çok beğendiğim takdir ettiğim saygı duyduğum bir isimdir oradaki konuşmasını doğrusu yadırgamıştım. Çünkü yani Asya Afrika halklarına orada kimler var bakalım onlara da Çin'den Çu En-lay Çin başbakanı, Hindistan'dan Nehru, Mısır'dan Cemal AbdulNasır  Endonezya'dan Sukarno oluyor zaten. Bandung Konferansı dediğimizdir aslında aynı şeydir Asya-Afrika konferansı. Ve başka bir çok sömürge karşıtı mücadele veren kurtuluş hareketleri var. Ve Kıbrıs'tan da Makarios var baş piskopos olarak. Kıbrıs'ın müftüsü yok ama. Bizim uluslararası politikaya bakışımızdaki yamukluğu gösterir bu. Kıbrıs müftüsü çok rahat oraya gidebilirdi, orda müslüman ülkelere ve esaret altındaki müslüman halklara selamlama yapabilirdi düşünemedik ama yani Kudüs müftüsü Emin el-Hüseyni ordaydı. Çünkü dünyayı okuyorlardı, biz burda lingiri oynardık. Lingiri buranın özel bir oyunudur içine taş koyarsın üstünde bir küçük tahta bir de sopa vuruyorsun atıyorsun ne kadar uzağa bir de sayıyorduk onu kaç ne kadar adım attığını ve kim daha uzağa atıyorsa o sonuçta toplamında oyunu kazanıyor. Biz lingiri oynuyorduk burda.
Ve 55'te Fatin Rüştü Zorlu da yani o konuşmasında o halklar bir süre sonra BM'de büyük bir grup haline gelecekler ki daha sonra söyleyeceğim onu da 9 yıl sonra bunun faturası gelir Türkiye'ye. Yav niye bağımsız olacaksınız yani sömürge olarak sonra Erim'in kucağına düşersiniz mealine gelen bir konuşma yaptı yanlıştı bu konuşma, ama adamın yüzde 90 politikalarına katılıyorum destekliyorum seviyorum. Çünkü bizim kurtuluşumuzda çok önemli bir rolü vardır ama ordaki politikasını takdir etmiyorum.
Bandung'tan 3 sene sonra 58'de karar veriliyor NATO'da karar veriliyor Kıbrıs'a bir yapı kuracaklar 59'da gidiyor Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu hatta Adnan Menderes'in uçağı düşüyor bazı bakanlar ölüyor falan o da ayrı bi operasyondu bir korku mu vermek istediler naptılar ama adamı yani imzalamasın diye mi uçağı düşürdüler imzalasın diye mi sonradan astılar bu da enteresandır yani.
Çok konuşulan bir şey değildir kedi maması köpek maması üzerinden adam asıyorlar Türkiye'de. 59'da Londra Zürich anlaşmalarıyla 59-60'da Kıbrıs Cumhuriyeti 16 Ağustos 1960'da doğdu. Fakat 27 Mayıs 1960'da Türkiye bir darbeyle karşı karşıya kaldı ve uçakta öldüremedikleri Menderes'i ve Zorlu'nun boğazına ipi geçirdiler 61'de. Benim kanaatim Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye'nin 23'te bıraktığı Kıbrıs topraklarına 1878'de Türk askerinin Osmanlı askeri Türk askeridir bizim için 1878'den sonra 1960'da Adaya dönüyor Türkiye dönüyor garantör olarak buraya neyin garantörü Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs'lı Rumların tüm adanın garantörü haline geliyor. Çok büyük bir güç haline geliyor Türkiye burada Doğu Akdeniz'de rol oynayacak. Ve sağlam bir garantörlük anlaşması yapıyor. Ve hatta CHP o günlerde İnönü falan eleştiriler yapıyorlar. Halbuki bu Lozan'cıların önünde koşanların Kıbrıs'la ilgili söyleyecekleri hiçbir şey yoktur aslında. Fakat bağımsızlık vermiş kardeşim, Kıbrıs'lı Türklerin  Cumhurbaşkanı eş devlet başkanı nerdeyse o yetkilerle Dışişleri savunma konularında anayasanın 50.madddesinden aldığı yetkiyle, Cumhurbaşkanı muavini veto hakkı da var. Yani bugün Kıbrıs Cumhuriyeti devam etmiş olsaydı Türkiye'nin AB üyeliğine asla ve kat'a Rumlar hayır diyemeyecekti. Çünkü Cumhurbaşkanı Muavini güncel deyimle eş başkan orada veto verecekti. Fakat noldu 60'da bu adamları astılar, sonra istikrarsızlık başladı Türkiye'de, 63 olayları bir vergi yüzünden oldu ki ben çok açık söyleyeyim gönül rahatlığıyla Menderes ve Zorlu olsaydı vergi yüzünden tartışma mı olacaktı meclis'te, asla olmayacaktı. Yani Makarois 13 değişiklik önerisini önerebilecek miydi? Veya Birleşik Krallığın burdaki yüksek komseri yani Türkiye'deki büyükelçisi. Kalkıp da Makarios'u 13 değişiklik önergesi vermesi konusunda cesaretlendirebilecek miydi? Mümkün değil, yani burada Türkiye'nin iç politikasında görevde olan siyasetçilerin Kıbrıs konusuna vakıf olmamış olmaları ve bir de inanmadıkları bir Cumhuriyetin doğmasında büyük rol oynamış Menderes'in ve Zorlu'nun adeta idamıyla Kıbrıs'ın idamı da adeta eşzamanlıdır aynı şeydir bana göre. Ve Aralık 1963'te bizimkiler terkettiler. Mart 1964'te de noldu Güvenlik Konseyi karar aldı ve Kıbrıs hükümetinin Türklerin savunma,sağlık ve tarım. Bu üç bakanlık Türklere ait Kıbrıs Cumhuriyeti'nde. Ve 7/3 oranında hükümette temsiliyet var ve veto hakkınız var. Ve devleti terkediyoruz biz. Rumlar atacaklardı bizi keseceklerdi diyoruz ama yani kesecek olsa bile benim gözümde milliyetçi adam kendisine verilmiş devleti sonuna kadar içinde kalır mücadele eder.

Orayı biraz açalım mı, Kıbrıs Cumhuriyeti'nden çekilme sürecini?

Aralık 1963'te biz Cumhuriyeti terkettik. Dedik ki biz daha gelmeyiz. Meclise katılmayacağız. Bakanlıklarımızdan ayrılacağız. ve kendi hükümet kuracağız falan çekiliyoruz yani Kıbrıs Cumhuriyeti'nden. Yani 10 dairelik apartman var biz apartmanın kapıcısına kızıyoruz 3 daireyi bırakıp karşıda çadır kuruyoruz. Yaşamayacağız apartmanda diyoruz hikaye budur bana göre dramatize edildiğinde.
Sonra bakıyorlar Kıbrıs'ta İngiltere burda barış gücü görevi görüyor.  Defacto olarak hemen Aralık'tan sonra barış gücü oluyor, Güvenlik Konseyi'nden bir karar çıkması lazım İngiltere yüksek komseri iki nedenden ötürü bunu Güvenlik Konseyi'ne götürüyor burda bir uyuşmazlık var bölgesel savaşlara çatışmaya yol açabilir falan. Ama esas neden yüzlerce gümrük antlaşmasını Kıbrıs hükümetiyle İngiltere'nin üslerinden ötürü yapmış olmasıdır. İngiltere niye bu antlaşmaları yaptı. Çünkü burada üstlerine getireceği çeşitli malzemeler vardır. Ay ay gün gün, bu malzemelerin gümrükleri var indirimleri var bunları bir hükümetle yapacak. Öbür türlü kendi durumu çok zaafiyete girecek. Ortadoğu'da büyük hareketlilikler var Ortadoğu kaynıyor hareketli yani o yıllar. 63 falan ortalık büyük hareketlilik içerisinde ve adamın burda üslerinin temel sebebi hedefi Ortadoğu'yu gözetlemek Ortadoğu'ya müdahale etmek. Bir kurşun bile eksik kalmaması lazım. Yani hükümetin devam etmesi lazım İngiltere için. İkincisi hükümet devam ederse barış gücü buraya asker gönderebilir yani Güvenlik Konseyi muhatap bu hükümetle bir muhatap var Türkler kaçtı ama biz burdayız halbuki.. onlar gittiler zorunlu olarak onların meclisteki sandalyelerini tutuyoruz. Ha bugün 80 sandalye var, 56'sı Rumların 24'ü boş yıllardır boş buyrun oturun da diyen yok. Ve karar çıktıktan sonra İnönü 4 mart 1964'de 186 sayılı Güvenlik Konseyi kararının ardından dönün hükümete diyor. Ohoo atı alan Üsküdar'ı geçti kardeşim,  burdakiler de dinlemiyor İnönü'yü dönmüyorlar. O da ayrı bir konu, bakın basiret mi var. Şimdi bu basiret mi Türkiye'de Türkiye Başbakan'ı dönün diyecek bizimkiler de dönmeyecek. Böyle birşey olabilir mi. Bunun neresi milli çıkar milli beraberlik. Bunlar hiç konuşulmuyor Türkiye'de. Hiç yazanı çizeni de görmedim bunları bu açıklıkta.
Ve 64'te bu koşullar. Biz kendi geçici otonom yönetimimizi kuruyoruz burda. Ve 68'de müzakereler başlıyor, ne müzakeresi? Kıbrıs Cumhuriyeti'nin neresine döneceğiz müzakeresi. Yani 68'de başlayan müzakereler Kıbrıs Cumhuriyeti'nin içine dönme müzakereleri 74'e kadar. Fakat Rumlar daha doğrusu Yunanlılar hain Yunanlı subaylar arka arkaya darbe yaptılar. Ve geldiler Makarios'a da darbe yaptılar 15 Temmuz'da. Bu 74'teki 15 Temmuz'la hain Yunan darbesiyle çünkü Yunanistan'ın milli menfaatlerine ve Rumların da milli menfaatlerine de aykırı bir darbeydi.

15 TEMMUZ 74 HAİN YUNAN DARBESİYLE
15 TEMMUZ 2016 DARBESİ AYNIDIR


Bizdeki 15 Temmuz darbesiyle bu darbe arasında bir bağlantı kurmak mümkün mü o zamanki ve bugünkü şartlara baktığımızda? Bizdeki 8 darbeci askerin de Yunanistan'a iltica talebi teslim etmeyişleri v.s?
Evet tabi Yunan darbesiyle bu darbe aynı darbedir. Neden aynıdır bakın? Burası çok önemli, 15 Temmuz 74 Yunan hain darbesi cunta darbesi Makarios'a neyi getirdi 20 Temmuz 74'te Erbakan ve Ecevit'in beraber koalisyon yaptığı milli iradenin şekillendirdiği o merhum Menderes'in yapmış olduğu antlaşma ve Zorlu'nun yapmış olduğu antlaşma buraya müdahale hakkı veriyor. Ve geliyor güm diye buraya giriyor 5 gün sonra.
15 Temmuz 2016'da aslında, 20 15 Temmuz 74'teki mevzunun rövanşını almaydı. Hain Türk subayları Türkiye Cumhuriyeti'ne darbe yaparken Kıbrıs'ta garantör tartışması yapmadan buradaki söylendi o Birleşik Krallığın 20 bin askeri komandosu bekliyordu. Buradaki askerleri de etkisiz hale getireceklerdi zaten darbeden dolayı da bence 15 Temmuz'un bir amacı Erdoğan'ı ortadan kaldırıp Türkiye'yi bir karışıklığa götürmekse bu kadar önemli bir diğer hedefi de burada masada şuanda görüştürdüğümüz garantörlüğü darbe vasıtasıyla ele geçirmekti. Yani masada yapamadıklarını darbeyle yapacaklardı. Bu bilinsin yani çok önemlidir.

Bizimkiler hükümetten devletten zaten çekildiyse peki kendi Rum yönetimine mi darbe yapıyor yani Yunanlar?

Tabi tabi, Makarois'a darbe yaptı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı Makarios'u indirmeye.

Burada hangi amacı güttüler peki?

Çok faşisttiler onlar. Evet bak onu da anlatalım çok önemli.

Evet hocam, zira neden böyle bir işe giriştikleri akılda soru işareti bırakabilir okuyanlar için..

Faşist cunta, Yunanistan'da solcuları da demokratları da öldürüyordu. 21 Nisan'da 1967'de Yunanistan hükümetini yıkan cunta, 74'te ki orada Makarios'a 2 tane 3 tane suikast yaptılar. Makarios 61'de bağlantısızlık'ı yani Bangung'ta 55'te gitti ya onun devamı onun bir çocuğudur bu bağlantısızlık. Ama büyük çocuğu oldu o. Belgrad'ta Bağlantısızlık hareketi'nin kuruluşu olur, Makarios oraya Cumhurbaşkanı olarak gider  Belgrad'ta Mareşal Tito var bak Asya Afrika halklarıydı bir de Avrupa boyutu oluştu.
Niye çünkü Hindistan'ın Pakistan'la kavgası var Çin'le kavgası var. Mısır'ın Türkiye korkusu var Sovyetlerle iyidir Amerika'yla da iyi gitmek istiyor falan denge politikası izleniyor. Ama 61'de küçücük ve 3 tane Nato üyesinin garantörlüğündeki Kıbrıs'ın Cumhurbaşkanı olarak Makarios'un Belgrad'a gidip zirvenin kurucu üyesi olması Batı'da ciddi olarak bir korku yaratıyor.  Ve bilindiği gibi bu korku acaba Kıbrıs'ı "Akdeniz'in Kübası" haline getirebilir mi Makarios diye bağlantısızlık komünist hareket olarak görüyor ABD'de de İngiltere de böyle bi kaygıya sahip. Ve acaba yani bu bağlantısızlar komünist partisi Akel burda güçlü bir parti yüzde 40 oy alıyor. Bunlarla birleşip bir Kıbrıs sosyalizmi kurarlar mı ve bizi üslerimizle beraber dışarı atarlar mı diye bu korku sarıyor onları.
İngiltere merkezli, İngiltere o hegemonyayı devam ettirmek istiyor Akdeniz'in Kübası olur mu Makarios Kızıl papaz olur mu falan. bunlar bakıyorlar Türkiye'deki dergilerde de çıkıyor o yıllarda. Sadece Türkiye de değil... İngiltere'de ve Yunanistanda benzer algılamalar var... Bu çok temel bir sebeptir Yunanistan'daki darbecilerin Makarios'u indirmesinde. Çünkü onlar da Nato üyesi yani o askerler de Nato'da hala. Ve böyle bir hedefi de önlerine koyuyorlar fakat Makarios da güçlü. İşte kendisinin bağlantısızlara verdiği bağlantısızlık üyesi devletler BM Genel kurulunda çok güçlü hale geldiler falan ki 64'te onu da anlatalım 64 önemlidir.
Dedik ya 55'te Fatin Rüştü Zorlu'nun bir hatası bizi daha sonra başka bir noktaya getirecek ama sadece Fatin Rüştü Zorlu'nun değil Mısır'ın da geleneksel Türk karşıtı politikasıyla 2. bağlantısızlık zirvesi Kahire'de oluyor, kritik bir zaman. Makarios gidecek orda dost devletlere komünist devletlere sosyalist devletlere müslüman devletlere propoganda yapacak ve kendi tezlerini anlatacak. Bizim 61'deki Cumhurbaşkanı muavinimiz Fazıl Küçük o gitmeyelim diyor 61'de halbuki gitsene kardeşim yanında ama Fatin Rüştü Zorlu veya Menderes yok ki görevde o sırada....Git kardeşim onla beraber.  İnönü var veya işte 27 Mayıs idarecileri var. Anlamıyorlar ya da kendi dertlerine düşmüşler o sıralar...1964'te bu sefer nereye dönüyor iş gitme dediği yere bu sefer mektup yazmak zorunda kalıyor Dr. Fazıl Küçük ve ey işte Mısır falan. Peki Türkiye için durum daha da vahim Fatin Rüştü Zorlu'nun işte ordan şeyi çıkıyor ama sadece ona bağlamayalım onun da bir etkisi var onu söylüyorum. Şam büyükelçisi Semih Günver gidiyor zirveye içeri almak istemiyorlar bağlantısızlık zirvesine. Ki Türkiye 2013'te Gül nezdinde özel davetli ülke olarak gitti bağlantısızlığa. Ama orada içeri alınmak istenmiyor Türk devleti  ve işte bağlantısızlığın 3 tane üyelik statüsü var. Bir asli üyelik, iki gözlemci statüsü, üç davetli. Diyorlar siz gözlemci değilsiniz davet de etmedik sizi ne işiniz var burda neyse itiş kalkış giriyorlar. Ve gerillalar arasında Türkiye bu zirveyi izliyor. Bazı dost Arap ülkeleri müslüman ülkeleri de Kıbrıs'la ilgili tezlerini anlatıyorlar falan. Bu tabi o günden sonra loca diplomasisi locada izliyorlar ya loca diplomasisi olarak tarihe geçiyor. İşte Fatin Rüştü Zorlu'nun tek hatası oydu belki de ona gitmemesi lazımdı konferansına ama gitti, ama öyle olmasaydı da 64 gene bence bizi koymayacaktı Mısırlılar oraya Çünkü onlar kendilerini Makarios'a silah yardımı yapacak kadar Yunan dostu veya Rum dostu olarak görüyorlardı. Yani burda bir müslüman ülke yönetiminde Türkleri ve müslümanları isyankar olarak gören bir devlete silah yardımı yapar mı yav. Mısır bunu yaptı, bunu da Türk milleti bilsin yani.

74 Harekatı'na gelirsek....?

74'teki harekat Türkiyeyle bağı o, güçlü bir şekilde buraya müdahale ediliyor ve Kıbrıs ikiye ayrılıyor. Yani komünizm korkusu işte bağlantısızlarla beraber olur mu, önce Yunanistan darbe yapıyor. Türkiye'ye de bu bir hak veriyor ve bu 20 Temmuz'da buraya müdahale ediyor. Bu müdahaleye Rumların komünistleri dahi çünkü faşistler onları öldüreceklerdi komünistleri ve belki öldürmeye de başlamışlardı 5 gün içerisinde. Kendi aralarında hesaplaşmalar yapıyorlardı. 20 Temmuz'da Türkiye gelince Türkiye'yi alkışladılar. Ha 2. harekat tartışmalıydı yani Ağustos'taki harekat çünkü onu beğenmediler Türkiye garantörlük hakkıyla buraya müdahale etti devletin bozulan nizamını düzeltmek için geldi ama hala gitmiyor diyor Rumlar. O günlerde bu 2. harekat eleştiriliyor. Neyse. 64'le 74 arası başlayan 68'de Lübnan'da başlayan müzakereler 6 yıl Kıbrıs cumhuriyetinin içine dönme mücadesi oluyor fakat 74'ten sonraki Ocak Erbakan Ecevit hükümet ilk kez federasyonu gündemine alıyorlar. Hükümet programına koyuyorlar bu çok önemli çok öngörülü birşey. Ocak'ta alıyorlar 74 Temmuz'unda harekat oluyor.  İlginçtir yani o bilinmez Türkiye'de pek.
Ve 75'te de Türk federe devletini kuruyoruz. İşte Ecevit gelip gidiyor sonra Demirel azınlık hükümetleri falan biliyorsunuz o harekatı kendine rant olarak kullanmak istedi ve işte karaoğlanlıktan seçime gitmeye kalktı halbuki Erbakan'la Ecevit'in o koalisyonu o günkü koşullarda ikisi de ulusalcı falan milli iradeye saygılı falan yan ibazı konularda çok abartılıydı laiklik 74-75 falan. Gelince gereksiz yere yıkıverdiler. Ve Türkiye'nin askeri zaferini siyasi bir zaferle taçlandıramadılar. Sonra zaten arkasından Türkiye'nin 12 Eylül'e kadar gitmesinin bence yine Kıbrıs'la alakası vardır yani Menderes'in gidişiyle ne kadar alakası varsa asılmasıyla. İşte buranın yarısına Türkiye bir şekilde girdi ve bir şey de denemedi işte Nato yani savaşmasın Türklerle Yunanlılar dediler ama işte destabilizasyon ikiye ayrılma ta ABD'nin yani Batı Dünyasının Kastro'nun Küba hareketinden itibaren koyduğu uluslarası perspektif ki bunu ABD destekliyordu yani destabilize etmek istiyorlardı. Makarios'a darbe biliyorlardı ki Türkiye buraya müdahale edecek ve o müdahale Kıbrıs her halukarda komünizme giderse iki kapısı olsun hikayesi.
Ve Birleşik krallığın yüksek komiserliğinin bulunduğu yerde bir kapısı güneye bir kapısı kuzeye. Sorgulayan var mı bunu hiç kimse sorgulamıyor. Solcu musunuz abi solcuyuz abi. Nasıl solcu İngiliz'i eleştiremiyor öyle solculuk mu olur. İngiliz çözüm istiyor Türkler çözüm istemiyor. Hadi canım yani.
Bu mühimdir ve buradaki çözümcülerin bence önemli bir paradoksudur İngiltere'yi konuşamıyor olmaları. Halbuki İngiltere'yi konuşsalar çözüm konusunda daha sağlıklı tezler çıkaracaklar ve daha anlamlı olacak. Neyse. 74'ten itibaren süreç 80'e kadar devam etti 80'de Türkiye'de 12 Eylül geldi. Kıbrıs Türk federe devleti artık işlemiyor veya bir devlet kuralım falan ayağı var. Geride 12 Eylül var, halbuki işlemiyor değil Denktaş çok mühim bir lider yani karizmatik bir insan. 81'deki Kıbrıs Türk Federe devleti anayasasına göre 86'da görevi bitecek bir daha seçilemeyecek. İki defa. Ne menem bir şeyse onu koymuşlar. Amerikan Başkanlık sistemine öykünmüşler 2 defa arka arkaya seçilecek ve bunu da anayasaya koydular yani. Bir de Evren paşanın Çavuşesku Romanya'dan arkadaşı Çavuşesku hem Pakistan'da kardeşi Ziya Ül Hak dışında gidebileceği 3. devlet olsun diye KKTC'yi kurdular.

KKTC'nin kuruluşunu da biraz açalım mı?

15 Kasım 1983'te KKTC kuruldu. Efendim 81 seçimleri Denktaş beyin son seçimleriydi ve bir daha aday olamayacaktı. Türkiye'de de 12 Eylül'ün sonları artık 6 Kasım seçimleri olacak bu devleti kurarsak şimdi kurarız yani tam Özal 6 Kasım seçimlerini yaptı 9 gün sonra kuruldu yani daha hükümeti devralamadı falan yani almak üzereydi falan. Ve KKTC'in ilan edilmesi hem Türkiye açısından hem Kıbrıs Türkleri açısından büyük zafiyetler getirdi. Bir kere 15 Kasım 1983'e kadar Kıbrıs Türk Federe devleti milli takımı Türkiye milli takımıyla maç yapıyordu. Fenerbahçe gelip burda istediği takımla maç yapıyordu. Sadece maç değil uluslararası İslam oyunlarına katılıyordu İran'la maç yapıyordu kimse farkında bile değildi böyle bir devlet var efendim Kıbrıs Türk Federe devleti var kimse şikayetçi değildi niye şikayetçi oldular 15 Kasım 83'ten 3 gün sonra 18 Kasım 83'te 541 sayılı güvenlik konseyi kararı çıkarıyoruz kendi kendimize yani bizim aleyhimize çıkarıyorlar ve diyorlarki bu devleti tanımayacaksınız. Bu karar üzerine çeşitli uluslararası örgütler de bu karara uymak amacıyla buraya gelen sportif karşılaşmalar olsun bilimsel buluşmalar olsun efendime söylim Türkiye'nin herhangi bir küçük takımı Bayburtspor bile gelip burada maç yapamıyor mesela niye, para cezası kesiyorlar. Ha bunu bitaraf diyor ki biz izolasyon altındayız bununla ilgili öksürmüyor bile hiç yaptığı birşey yok. Öbür taraf diyor ki siz bahane söylüyorsunuz ama sonuçta gençler ve millet izolasyonlar altında. Yani ve bir hiç yere. Ve buradan kalktığımızda KKTC ilan edilmiş olması. Kıbrıs Türklerine somut bir kazanım getirmedi yani devleti kendimizin idare edemeyeceği noktasına kadar konu geldi. Ve aynı zamanda Türkiye'ye de kolayca sokulan mallar sokulamıyor. Maç yapamadığımız gibi. Ve gümrük birliğine girdikten sonra özellikle Türkiye. Ve bu durum ince ince konuşuluyor yani toplumun içerisinde ee kamu diplomasisi açısından hem Türkiye'nin yumuşak kamu gücünün yitirilmesi hemde Kıbrıs Türk siyasetinin güç kaybetmesine neden oluyor. Ve bu durum ta neyi tetikledi bak. 15 Kasım 1983'ün kurulması 541 sayılı kararın çıkmasıyla beraber bura tanınmayacak diye Güney AB'ye başvurdu 90'da. bundan cesaret alarak. AB yolculuğuna Rumları biz çıkardık dediğimizde kızıyorlar. Biz de nereye döndük daha sertçi tutumlara döndük 90'larda, Türkiye'yle de entegre oluruz efendim konfederasyon kurarız bilmem naparız Denktaş bey dönemi işte, nereye kadar Ak parti ye kadar. Ve ben açık söylüyorum Ecevit'in Erbakan'ın 74'te askeri müdahaleyle insanlara hayatlarından kurtarırken edindiği buradaki o prestiji ve imajı ancak 2003'te Erdoğan gibi bir figür yakalayabildi hatta geçti onları neyle Kıbrıs'ta çözümsüzlük çözüm değildir diyerek bu Türkiye'de çok farkedilmedi. Yani Erdoğan Kıbrıs'lı Türkler için 74'te Ecevit'in ve Erbakan'ın önüne geçti bak o askeri zafer kazanmış liderler. Bu ise sadece bir sözle ve Kıbrıs konusundaki çözüm iradesine bağlı kalmakla yaptı bunu ve 2003 23 Nisan'da da  efendim kapılar açıldı. Bu açılan kapıların nedenleri vardır o günkü Gül'ün falan konuşmalarına baktığımızda. AHİM'de Louzidou davası var, öbür tarafa geçemedikleri için kapılar kapalı mülklerinden tazminat alıyorlar büyük paralar milyonlarca euro ve bir hamle yapıyor Türkiye parayı ödüyor. Sonra da diyorki kapıları açıyorum ben 23 Nisan'da KKTC ile görüşerek açıyorlar buyrun geçin diyorlar , burda bir mal tanzim komisyonu kuruluyor ve AHİM'in elinden bu alınarak Türkiye'nin bir alt yönetimi gibi para vererek Kuzeydeki Rum mülklerini Türkleştirme politikası başlıyor, bu çok önemli birşeydi. Bu da Ak parti döneminde yapılıyor. İşte 24 Nisan 2004 Annan planı ve KKTC beraber savunuyorlar evet diyorlar izolasyonlar kalkacak diyorlar sözler veriliyor Batıdan öteden beriden ve kalkmıyor izolasyonlar Rumlar reddediyor Rumlar AB üyesi oluyor ve Türkiye müzakere tarihi alıyor 2005'te fakat  baktığımızda son 10 yıla 11 yıla 2005'ten sonra Türkiye'nin bölgesel gelişmeler konusundaki aktivizasyonu veya Suriye göçmen mülteci meseleleri Avrupayla kitleniyor ama Avrupa zaten Türkiye'ye yönelik pozitif bir pozisyonu yok. Türkiye'nin de 2003'lerden 2012'lere kadar bu demokrasi insan hakları söylemleri de düşüşe geçiyor ve karşılıklı birbirini anlamayan bir kakafoni var Türkiye AB- AB Türkiye ilişkilerinde ve Kıbrıs ister istemez bunu biz yapmadık ama Avrupalılar yaptı Türkiye AB ile yolculuğuna bir Kıbrıs kompartmanı eklediler AB yolculuğu gidiyorsa Kıbrıs da gidiyor , AB duruyorsa Kıbrıs da duruyor kompartmanda böyle bir şey var sakat bir şey bu ama Avrupalıların zaten hangi işi düzgündür ırkçıların dolaysıyla.

OTURARAK DEĞİL,
YÜRÜYEREK ÇÖZÜM


Sizin o dönem basında da yer alan 70 günlük bir yürüyüşünüz var, gerçekten sıradışı zekice bir hareket bu. Ortaya koyulan tepki rasyonel olunca sonuç alınabiliyor demekki?
Çok doğru, şimdi ben Ocak 1'de bir yürüyüşe başladım 2016'da ve yukarıdan Çetinkaya'nın ordan yürürken aşağıya baktım bir stadyum bu stadyum Çetinkaya'nın sahası, yani tarihi Taksim sahası bu sahada niye yürümüyoruz pırıl pırıl bir saha falan ertesi gün gittim Pazar'dı, 2 Ocak'ta gittim birşey olmadı arkasından BM barış gücü karşıma çıkıyorlar yürüyemezsin edemezsin günlerce ama 70 gün 80 gün, önce önümü kestiler yarın gazeteci ordusuyla geliyorum falan sonra Rumlar rahatsız oldular bir zirve vardı geldiler bazı yerlerde dikenli teller çektiler falan. Kıbrıs'ta 74'ten sonra ilk kez dikenli tel çekiliyor böyle on adımlık bi yeri dikenli tel çekiliyor oraya basmayım diye yani egemenliklerine basınca oraya mundar edecem, yani egemenlik kavgası böyle bir kavga. Sonra 70. gün ben inatla gidiyorum gazeteler haber yapıyor falan çağrı da yaptım Anastasiadis'e mektup da yazdım hatta dedim ki oturarak değil başında ilk gün hep oturarak yaptınız gelin azcık yürüyün devleti sırtınızdan atın eşofmanlarınızı giyin devlet sizin sırtınızda taşınmayacak kadar yüce birşeydir millet de öyle, binlerce yıllık tarihi var bunun yürürken bir tek kendi vücudunuzu taşırsınız ve kendi kafanızı taşıyabilirseniz kafanız da çalışır devlet sırtınızda olmadığı için ama öyle kravat takmaya başladın mı devletin adına masaya sandalayeye oturdun mu başlıyor devlet de millet de işin içine girmeye çözemiyorsunuz. gelin beraber yürüyelim 15 dkda Kıbrıs sorununu çözeriz nolacak ki.
Oturarak değil, yürüyerek çözüm dedik ve 3000 metrelik alanı 64'deki statüsüyle aldık. Bugün kent merkezinde insanların çok pratik biçimde gidip yürüyebileceği bir alanı kazandırdık...kabul ettiler.

O kabul nasıl gerçekleşti, biraz anlatır mısınız?

Şimdi orda bir komutan vardı geldiler ve dediler ki burda yürüyemezsin burası bize ait bende dedim ki 74'te burası kapatıldığı için 2 bölgeli olduğu için siz öyle zannediyorsunuz ama siz buraya 64'te geldiniz ve 64'te Kıbrıs 2 bölgeli değildi, bir devletti. Yeşil hat çizilmişti ama çizilirken de bu sahanın hurmasıyla BM'nin gözetleme kulesinin sağ tarafı Rumlara sol tarafı Türklere verildi siz şuanda beni engellediğiniz bu yer Türk toprağıdır ve sizi Türk generalini çağırıp tutuklatabilirim dedim bunun üzerine 5 dk bekleyin dediler gittiler baktılar haritalara ki benim dediğim doğrudur ve ben o yürüyüşlerle 3000 metre karelik toprağı mükemmel br yürüyüş alanını kazandırdım. Hangi müzakereci müzakere ederek bir şey kazandırdı Kıbrıs Türk'üne veya Rum'una. Ben yürüyerek kazandırdım buyursunlar müzakere ederek kazandırdıkları bir şey varsa söylesinler. 70 günde yürüdüm ve kazandırdım.

Çok stratejik bir hamle bu?

Evet kimsenin aklında değildi bu demekki mücadele edilince kazanılıyor onu söylüyorum.

TÜRK DEVLETİ MENDERES VE ZORLU'YU ASMAKLA KALMADI
KIBRIS CUMHURİYETİ’Nİ DE İDAM ETTİ


Gelelim 2016 Cenevre zirvesine...? Sizin bu bağlamda kritik bir öneriniz var garantörlüğümüzü tartışmaya açmaktansa Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dönmek gibi?

Bence 2004'e kadar Annan planında Türkiye'nin garantörlüğünü kimse tartışmadı. Neden çünkü Rumlar AB'ye üye olacaklardı. AB'ye üye olacakları için onu olsa da olur garantörlüğe hiçbir itirazları yoktu askere de itirazları yoktu. Fakat AB üyesi olduktan sonra ve son zamanlarda inanılmaz biçimde belli ki Türkiye'nin AB içerisindeki yerini AB güçleri yeniden tarif etmek istiyorlar ve bu AB içindeki yerini tarif ederken Kıbrıs'tan Türkiye'nin garantörlüğünü silmek istiyorlar. Dolaysıyla yeni müzakerelerin hedefi ne olursa olsun yeni devlet olacak ama bu devlette Türkiye'nin garantörlüğü ile askeri özel olarak tartışma gündemi yapılıyor. Bu Cenevre zirvesinde Erdoğan için alarm zillerini çaldırıyor ve sayın Cumhurbaşkanının ekibinde bilmiyorum Kıbrıs sorununu anlayan var mı yani dışişleri mensuplarından Kıbrıs'ı çok iyi bilenler oluyor ama onu etkili biçimde anlatması ve karar vericilere sunması kolay değildir... Kıbrıs'ın özellikle Türkiye'nin garantörlüğünün ve buraya intikal etmesinin bu günlerde yeniden inşa edildiği kanaatindeyim. Dolaysıyla Türkiye'nin tartışılmayacağı garantörlüğünün ve askerinin tartışılmayacağı tek bir yapı vardır o da Kıbrıs Cumhuriyeti'dir. Türkiye'nin yani Zorlu'nun ve Menderes'in abidesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti'dir ki onları asmışlardır bu yüzden ki sonradan Türk devleti Menderes ve Zorlu'yu asmakla kalmamış Kıbrıs Cumhuriyeti'ni de idam etmiştir.
Bende diyorum ki tek çözüm yolu Erdoğan için yani garantörlük ve Türk askerinin burada durmasının tartışmasını tek kelamla kapatacak olan arkadaş biz Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dönüyoruz dediği anda herkes ayağa kalkar herkes kaçacak yer arar başta da Rumlar Yunanistan. Çünkü bence bu Cenevre zirvesinde onu kanırtmak isteyecekler benim kanaatim Erdoğan bu altın vuruşu b planı olarak tutabilir...
Eğer Türkiye'nin garantörlüğünü ileri geri konuşmaya başlarlarsa Kıbrıs Cumhuriyeti restini koysun masaya ikinci 'one minute' olsun Cenevre'de ve böylece. Türkiye'nin etkini kırmak istiyorlar buradan kazımak istiyorlar. Doğal gaz üzerine de etkisi olacak çünkü buranın resmi garantörü ya hala anlaşmalar ortadan kalkmamış Türkiye istemediği sürece bunu kaldıramazlar ama yeni bir anlaşma yapacaz efendim Türkiye'yi işte federal Kıbrıs kuracaz falan oralarda Türkiye'nin garantörlüğünü toprak almak daha fazla almak aç gözlülük de var ya bunun için ona başvurabilir dolaysıyla efendim garantörlük eskidi falan diyenlere benim bir tek bi lafım var BM barış gücü askerlerinin burdaki süreci de Kıbrıs'taki garantörlüğün kurulmasından sadece 3 yaş gençtir. O eskidiyse o da eskidi kardeşim. Niye iptal etmiyorsunuz barış gücünün Kıbrıs'taki statüsünü peki niye iptal etmiyorsunuz. Yani AB üyesi bir devletin hali hazırda garantörüdür. Biz kendi kendimize tanımadığımızı söylediğimiz için böyle oluyor. Bunu koyduğu anda Rum kaçacak yer arayacak.

KIBRIS GARANTÖRLÜĞÜ
FEDERAL KIBRIS’TAN DAHA ÖNEMLİ


Peki Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki haklarımız saklı duruyor mu hala geçerli mi?

Hala geçerli tabi orası. yani bu zirvenin Cenevre zirvesinin Türkiye'nin garantörlüğünü ve Türk askerini etkisiz hale getirmek için yapıldığını düşünenlerdenim çözüm için değil. Dolayısıyla çözüm mü istiyorsunuz o zaman Kıbrıs Cumhuriyeti desin bakalım görelim o zaman ak koyun kara koyun ortaya çıksın. Ne kalır biliyor musun bunu kabul ederlerse etmezler ama ne kalır geriye toprağınla mülkiye. İkibölgeliliği nasıl koruyacaklar önce Cumhuriyette iki bölgelilik yok. Bu bence kritik bir hamledir. Ve bize federasyonu inşa edenler, biz federasyonu inşa ettik gibi düşünüyorlar güzel şeyler kazandık ama öyle bir noktaya geldi ki iş federasyonu kabul etmek istemeyen Rumlar garantörlüğünü Türkiye'nin öne sürerek Türkiye'yi temizlemeye çalışıyorlar. Ee böyle bir anlaşmayı Kıbrıs Türkleri kabul etmez yani Türkiye'nin garantörlüğü burda çok önemlidir ve elzemdir. Dolaysıyla ben diyorum ki ben Kıbrıs garantörlüğünün federel Kıbrıs'tan daha büyük bir şey olduğunu düşünüyorum Türk askeri de. Dolaysıyla o zaman arkadaş biz eski yapıya dönelim
Sandalyelerimiz duruyor orda, bakanlıklarımız duruyor, veto hakkı duruyor. Rum bundan sonra ben acaba federal Kıbrıs'ta Türkiye'ye karşı Rumların vetosunu engelleyebilecek miyim Türkiye'ye konan vetoyu Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasında 50. madde bunu Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı Muavinine bu yetkiyi veriyor.

Yani masaya dönüş hamlesi mümkün mü, sıkıntı yaratmazlar mı böyle bir durumda?

Tabi tabi mümkün, bunun önlemleri alınır  güvenlik önlemleri alınır. 3 tane bakanlık Cumhurbaşkanlığı muavinliği anayasaya göre ve 24'te Temsilciler Meclisinde milletvekili. AB'ye kaç tane Türk gidecek ona da karar verebiliriz yani Avrupa parlamentosuna. Ama bu bence kolayca anlaşılabilecek bir şeydir. Ama ben diyorum ki bu zaten Rumları akıllarını başlarına getirmek için Türkiye'nin garantörlüğüne dokunamayacaklarını göstermek için, Erdoğan için altın vuruştur. Biz AB hangi garantörlüğüne sözüne nasıl güvenebiliriz ki. kendisine güvenmiyorum bir kere. Avrupa birliği 2 yıl sonra belki çökecek. Çökünce biz AB'nin garantörlüğüne nasıl güvenelim. Ama Türkiye'nin güvenliği ortadadır. 74'te rüştünü ispat etti geldi gösterdi bu. Dolaysıyla bunu yemek istiyorlar yutmak istiyorlar Türkiye'yi buradan silmek istiyorlar dolaysıyla çeşitli operasyonlar yapıyorlar. Türkiye'nin de bu hamleyi görmesi lazım.

15 Temmuz da bu operasyonların bir ayağıydı o zaman..?

15 Temmuz olsaydı Cenevre olmayacaktı zaten alacaklardı elimizden Kıbrıs'ı neyle İngiliz askeriyle ve ilhak edeceklerdi Türkiye'nin garantörlüğü falan kalmayacaktı mevzu budur bence 15 Temmuz'un ciddi bir ayağı buydu ama bugün müzakere ettiriyorlar bize müzakere ederek alacaklar elimizden ama Erdoğan ona izin vermeyecek sanırım olay bu.
Şimdi Erdoğan 12 Ocak zirvesine katılırken aslında bir tür başkanlık Türkiye'nin en güçlü ismi Türkiye adına karar alabilecek bir otorite şeklinde de bir provasıdır bu Cenevre zirvesi. Dolaysıyla Türk devletinin reisi Cumhuru burada her şeyi konuşmaya hazır bir kudretle gidiyor bu aslında Cenevre zirvesini güç katıyor. O anlamda da Erdoğan'ın elinde altın anahtar olmalı. Ve öyle bir şey ki altın vuruşun içinde başkanlığın bir ön provasıyla başkanlığın kendisinin de uluslararası anlamda bir pr'ı  bir halka ilişkileri olacak. Kıbrıs'ta müzakereler sonunda eğer büyük toprak tavizleri vermeyle karşı karşıya kalınırsa bu Türk milliyetçiliğini Türk milletini Anadoluyu bozar yani anadolu kanla verdik nasıl alacağız şeklinde bir duygu ve düşünce içerisinde yani adalet ve vicdan burada politikanın efendim hareket alanını kısıtlar dolaysıyla öyle birşey yapmalı ki toprak tavizinin de belli düzeylerde kabul edilebilir düzeyde olması şartıyla bu olmalı ki yani Türkiye'deki başkanlık yürüyüşünün de Kıbrıs'taki toprak taviziyle akamete uğramasını önlemek lazım. Dolaysıyla bizim altın vuruş önerimiz bu anlamda da bir manaya sahiptir. Ve eğer altın vuruş da kabul edilmezse ki edilmeyecek o zaman Türkiye reisi cumhur nezdinde Kuzey Kıbrıs'ın profilini yükseltmeye yönünde orada bulunan dünya devletlerine şu çağrıyı yapacak. 2004'te dediniz ki Annan planını kabul ediyoruz kabul edilmezse Türklerin üzerindeki izolasyonlar kalkacak hiçbir şey yapılmadı o zaman şu çağrım çok rahat yapılabilir.
Diğer garantör olan İngiltere'ye arkadaş sen de o zaman artık British Airways haftanın bir günü Kuzey Kıbrıs'a gönder, Ercan'a gitsin. Böylece izolasyonlar kalksın efendim Manchester United olmuyorsa da Chelsea gelsin Kuzey'de maç yapsın. Hep beraber biz de Fenerbahçe'mizi gönderelim. Böylece izolasyonlar kalkarken bir profil yükselmesi Kıbrıs'lı Türklerin görünürlüğünü sağlamak da Erdoğan'ın başkanlık yolculuğunda uyumlu bir açılım olur. Ama o açılımı da yapabilmek için Kıbrıs Cumhuriyeti altın vuruşunu atmak lazım ki onu kabul etmeyeceklerini biliyoruz. Onu kabul etmedikleri zaman o zaman çok rahat şu çağrı yapılır o zaman arkadaşlar bundan sonra müzakereler bitiyor o zaman Kıbrıs'ta görünürlüğü olan herkesin saygı duyacağı uluslararası itibarı olan ve izolasyonları olmayan bir Kuzey Kıbrıs'ı artık görmeye tanımaya başlayalım çağrısı. Başkanlık yolculuğunda toprak ödün verilmeden

Aslında ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi?

Hah, bu tabi çok büyük bir artçı etkiyle domino etkisiyle Erdoğan'ın başkanlık yolculuğunda ciddi bir yola koyar.