İKLİL KURBAN

Yazıma başlarken, Çin’in Kimliği ile yan yana Yalta ve Bandung konferanslarının konulması sebebini özlü olarak açıklamak zorundayım. Çin’in bugünkü ejderha-yamyam konumuna gelmesinde, hiç kuşkusuz Rus-Çin dostluğunun payı son derece büyüktür. Fakat burada en önemli olanı, bu Rus-Çin dostluğunun derinliklerinde saklı yatan Rus-Çin düşmanlığının anlaşılması gerekmektedir. İşte adı geçen Yalta ve Bandung konferansları, bu dostluğu da, bu düşmanlığı da anlatacağı gizli saklı önemli bilgiler içermektedir. Bu sebeple, Çin’in Kimliği başlığına bu iki konferansı eklemişimdir.
Tarih ve coğrafya uluslar-devletler kimliğinin en güvenilir aynasıdır. Bu sebeple Çin’in kimliğini açıklamak için, onun tarihine ve tarihinin ana yurdu olan coğrafyasına öz olarak değinmek gerekmektedir. Bir de Çin’in kendine özgü kendisinin seçtiği öyle adlar var ki, Çin kimliğinin en yalın belirtileridir. Örneğin, Çin devletinin adı olarak bu güne kadar kullanılagelen “Orta Devlet” anlamındaki Çince “Cung Go” sözcüğü; Çinlilerin Doğu Türkistan’ın adı olarak kullana geldiği “Yeni Toprak” anlamındaki Çince “Shin Cang” sözcüğü; kendisi için seçtiği “ejderha” simgesi; işte bu simge ve adlar, inkâr etme olasılığı bulunmayan-kaçıp kurtulmaya hak tanımayan, yaşayan tarihin sunduğu canlı delillerdir. “Cung Go” demek, ortalıktaki küçücük bir devlet demektir. “Shin Cang” demek, işgal edilmiş toprak demektir. “Ejderha” demek, yutarak büyüyen canavar demektir.
9 milyon kilometre kare büyüklüğündeki bugünkü Çin toprağının yaklaşık güney doğusunda, Çince “Hunen, Hubey” (Gölün Güneyi, Gölün Kuzeyi) olarak adlandırılan sazlık bir göller bölgesi bulunmaktadır. Buralarda türeyip geçinmiş, buralarda devlet kurmuş Çinliler (Hen ulusu), devletlerine “Cung Go” (Orta Devlet) adını vermişlerdir. Çünkü o zamanlar bu Çin devletinin etrafında başka büyük küçük birçok ulus devletleri bulunmaktaydı. O günden bu güne kadar bu Çin devleti bu ad ile, yani Orta Devlet adıyla varlığını sürdüre gelmiştir. Fakat gitgide çevresi hesabına toprağını genişletmiş bu devlet, Orta Devlet olmaktan çıkmış, deniz sahillerine kadar tüm Doğu Asya’yı kapsayan bu günkü Çin Cumhuriyeti haline gelmiştir. Bu Orta Devlet toprağını nasıl genişletmiştir? Bu genişlemenin ana sebepleri nedir?
1. Çinli dediğimiz Orta Devlet’in kurucusu olan bugünkü Hen Ulusu, barındığı sazlık coğrafyasının gereği, yaradılışı kalitesiz olan bir ırkın soyudur. Yaradılışı kalitesiz olan ırkların üremesi kolay ve çoğalması çabuk olur. Günümüzdeki Çin nüfusu bir buçuk milyar civarında olup, böylece hızlı çoğalan bu ulus, geçim derdiyle çevresine saldırmaya başlar. Sadece barınma kaygısıyla yaşayan bu ulusun, hak-adalet duygusundan yoksun olması gayet doğaldır. İşte insanlığın düşmanları böyle doğar ve böyle büyür. Aynı Çin Emperyalizmi gibi, Rus Emperyalizmi de böyle doğup böyle büyümüştür.
2. Bu Orta Devlet’in, var oluşundan günümüze kadar sürdüre gelen devlet-ulus siyaseti ve yöntemi, “Başkalarını birbirine karşı kışkırt ve parçala yut”; “Gücün yeteni öldür, yetmeyeni kandır” olagelmiştir.
3. Kendinden olmayanlara karşı görünürde tatlı dillilik, gerçekteyse acımasız-gaddarlık uygulamalarının sürekliliği. 
4. Uzak geçmişinden günümüze kadar süregelen hem ulusuna, hem devletine özgü feodal yapının kalıcılığıdır; akıla karşı çıkar kaygısının üstünlüğü; bilime karşı hilenin üstünlüğü; şefkate karşı zalimliğin üstünlüğü; hak ve hukuka karşı bencilliğin üstünlüğü. Kısacası, çıkar ve zevkleri söz konusu olduğunda anasıyla zina etmekten çekinmeyen hayvani ruh üstünlüğü.
5.Güçlü karşısında boyun eğip teslim olmayı ar görmeyen, zayıfı ise öldürmekten zevk alan ulusal ruh yapısı.
6. Tarihçilerin söylediklerine göre, 5000 yıllık geçmişe sahip bu ulus-bu devlet, başka ulus ve devletlerde değişik seviyelerde meydana gelmiş bilime-özgürlüğe özgü, Avrupalıların diliyle “Rönesans”, bizim dilimiz ile “Uyanış” olarak adlandırılan bir devrin Çin’de hiçbir zaman yaşanmamış olmasıdır. Yani Çin tarihi, Rönesans’tan yoksun feodal bir tarihtir-zulme karşı isyanlar tarihidir.
İşte bugünkü Çin, yukarıda öz olarak sıraladığım etkenlerin ürünüdür.
Yakın çevresini yutarak büyüyen Çin, ejderha haline gelirken, kendisi için ejderhayı bir simge olarak seçmesi elbette anlamlı ve boşuna değildir. Ejderha olabilmek Çin varlığı için her şeye bedeldir. İşte o zamanlar, büyüyen ağır yapısını korumayı da düşünen Çin, kuzeyindeki savaşçı Hunlara karşı Çin Seddi’ni inşa etmeye başlar. Miladi öncesinden başlayıp yüzyıllar boyu süren bu yapının, insan cesedi-kanı ve gözyaşı ile yoğrulup tamamlandığı bir gerçektir. Bu yapı için ölüm tehdidiyle çalıştırılan ve öldürülen insan sayısının milyonlar olduğu varsayım, Çin’in kendi tarihinde kayıtlıdır. Çin Seddi, Çin kimliğinin en yalın bir göstergesidir ki, Çin için insan değeri hiçe bedelken, bir avuç feodal seçkini koruyan devlet ise dokunulmaz ve kutsaldır.
Ejderhanın doğası gereği, Çin büyümekte ısrarlıdır. Mançuların Çin’i işgal ettiği Çing Sülalesi devrinde (1644-1912), asimilasyon-eritme yoluyla Mançuları kendi emeline tapındıran Çin, XVIII. Yüzyıl ortalarından başlayarak, tüm gücünü Doğu Türkistan’ın işgaline yönlendirir. Ama bu işgal kolay olmamıştır.
Doğu Türkistan’ın işgal süresi:
Türkistan’da Büyük Timur’un (1336-1405) kurduğu Timurlular devletinin bir parçası olan Doğu Türkistan, sonradan Seyit Han’ın (1484-1533) kurduğu Seidiye Hanlığının da esas toprağı idi. Fakat Fars kökenli “Hocalar Devri” olarak bilinen 77 yıllık (1678-1755) kavgalı bir din devleti, Seidiye Hanlığının sonunu hazırlamakla yetinmez, Doğu Türkistan kapılarını Çin işgaline açar. Çin askerlerinin Doğu Türkistan’a girdiği 1755 yılından Yakupbeg Devletinin kurulduğu 1865 yılına kadar süren 110 yıllık zaman, Birinci Çin İstilası Devridir. Fakat, Çinliler bu kadar uzun zaman içinde istilayı tam olarak gerçekleştirememişlerdir. Çünkü bu yüzyıl Doğu Türkistan için, tam anlamıyla İsyanlar Yüzyılı olmuştur.
Yakupbeg Devleti (1865-1878), ZO ZUNG Tang komutasındaki Çin ordusu tarafından işgal edilir, Yakupbeg’in cesedi ateşe verilir. 18 Kasım 1884 yılında Çin İmparatorunun bir emriyle bu toprakların adı, “Yeni Toprak” anlamına gelen Çince “Shin Cang”a çevrilir. Bu işgal ile İkinci Çin İstilası Devri başlar. 
Çin’e karşı Uygur isyanları dinmek bilmemiştir. Sonuçta 1933 yılında Kaşgar’da, 1944 yılında Gulca’da Şarki Türkistan Cumhuriyetleri kurulur. Fakat, Doğu Türkistan’a yönelik 1949 yılında Komünist Çin işgali gerçekleşir. Bugüne kadar süregelen bu Komünist Çin işgali-Üçüncü Çin İstilası Devridir. İşte bu 1949 yılından bugüne kadar Doğu Türkistan’da cereyan eden tüm olaylar, Uygurların Çin’e karşı direnişi-var olma savaşıdır. 
Uygurların Çinlilerle (Hen Ulusuyla) birlikte yaşamasının olasılığı yoktur. 1755 yılından günümüze kadar süregelen 250 yıllık Doğu Türkistan tarihi-ölüm kalım savaşı tarihidir. Bu süreç içinde 400 kez büyük küçük isyanın kanla bastırıldığı bilinmektedir (Kurban 2007: 250). 
Yakın çağımızın dünyasında hiçbir yöre Doğu Türkistan kadar çok isyanlara ve tekrar tekrar işgallere sahne olmamıştır. Hiçbir topluluk Doğu Türkistanlılar kadar zulüm ve katliamlara maruz kalmamıştır. 300 (1678-2016) yıllık esirliğin birikimini halen taşımakta olan Doğu Türkistanlılar kadar bahtsız ve zavallı başka bir topluluk yoktur (Kurban 1995: ÖNSÖZ).
Yaradılışının-geleneğinin gereği, Çin’in beynine mantık, kalbine feryat işlemez; olup bitenlerden ders alınmaz. Bu sebeple barış yolu, Çin’e ancak zaman kazandırır-sorunu çözümsüzleştirir. 05.07.2009 tarihli Ürümçü Olayından sonra Çin, Uygurlar üzerindeki baskıyı biraz daha arttıracak; soykırım siyasetine-Doğu Türkistan’ın Uygurlardan arındırılması eylemine hız verecek; sinsi yollarla Uygurların koyun gibi boğazlanmasına devam edecektir. Dünyanın “Dur!” demesini alay eder, bu Çin’in yaradılışının gereğidir. Uygurlara tek yol kalmıştır-İsyan!... Dağlara çekilmek silahlı üs kurmak; o zaman bir Uygur genci 1000 Çinliye bedel konuma gelecek; Çinli geldiği yol ile kaçmaya devam edecektir. Çinli kalabalık olduğu kadar güçsüz, zalim olduğu kadar korkaktır. Çünkü o, geçmişinde olduğu gibi bugün de haksızdır. İsyan mazlumların son çaresi. Gulca’da kurulup, 1944-1949 yılları arasında 5 yıl yaşatılan Şarki Türkistan Cumhuriyeti, böyle silahlı isyanlar sonucu elde edilen bir cumhuriyet idi. Bu savaşta şehit düşen Uygur kızı Rizvangül Haşim (1926-1945), bu cumhuriyetin simgesi haline gelmişti.
Hadi, Uygur olan herkes isyana hazırlan! Ölüm beklentisiyle her gün ölmektense, isyan ile bir kez öl. Zayıflar, yaşam savaşı veremeyecek kadar zayıfsa, elbette o, yok olmaya mahkum zayıftır. “Devletin yoksa, sen de bu dünyada yoksun!” (Kurban 2007: 172).
YALTA KONFERANSI (Yıl 1945, Şubat 04-11) 
Yıl 1991, Sovyetlerin çökmesinden sonra, Batı-ABD, itiraf ettiği şu ifadelerle, Yalta Konferansı’nın özlü ve doğru tanımını yapmaktadır: “Yalta Konferansı Tarihi Bir Hata idi. Bu konferans, yarım yüzyıla yakın bir süre için Avrupa’nın kaderini çizdi”. Amerika Devlet Başkanı Bush, İkinci Dünya Savaşı bitiminin 60.yıl dönümü dolayısıyla (Mayıs 2005) Avrupa’yı ziyaret ederken, Baltık ülkelerindeki bir konuşmasında, “YALTA KONFERANSI TARİHİ BİR HATA İDİ” demiş. Bu sözler, dünyanın yanı sıra Doğu Türkistan’ın da kaderiyle yakından ilgilidir. Başkanın bu önemli itirafı, İkinci Dünya Savaşı’nda yapılan hataların ve Amerika Devletinin yaptığı hataların da sadece bir tanesidir. (Kurban 2007: 218).
Yıl 1972, Dışişleri bakanlığı görevine getirilen Kissenger, 17 Şubat’ta Çin lideri Mao Zedung ile görüşüp, komşularıyla çatışma çıktığı takdirde Çin’e yardım etme vaadinde bulunmuştur. Eğer ABD o zaman Çin’i değil de Rusları tutsaydı, bugünkü dünya-bugünkü Rusya nasıl olurdu? Bunun yanıtı çok zor. Çift başlı ejderha haline gelmiş bugünkü yamyam Çin, bundan sonra neler yapabilir? Bunun yanıtı da çok zor. Aslında ABD’nin bu iki komünist-emperyalist devletin arasına girmesi hata idi. Onların savaş haliyle baş başa bırakılması, biz Doğu Türkistanlıların kurtuluşuna yol açan bir boşluğu oluşturabilirdi. Çin’in lehine, Doğu Türkistan’ın aleyhine işlenmiş bu hata, Amerika’nın ilk hatası değildir.
Gulca’da 12.11.1944 tarihinde Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edilip, tüm Doğu Türkistan’ı kurtarmak için, savaşın kızışıp, sayıca 30 000 Türkistan birliğinin Ürümçi’ye yakın Manas Nehri kıyısına geldiği 17.09. 1945 tarihinden bir ay önce, 14.08.1945 günü, “Çin-Sovyet Dostluk, Müttefik Anlaşması” Moskova’da imzalanmıştır. Gerçekteyse, bu Çin-Sovyet Anlaşmasının esas konusu olan-Şarki Türkistan Cumhuriyeti meselesi- Yalta Konferansı (Şubat 1945) açılmadan önce, Sovyet-Amerika-İngiltere başkanlarının görüşmelerinde gündeme getirilmiş ve Amerika aracılığıyla Stalin-Cang Ci şı (Çan Kay şek) bu konuda çoktan anlaşmışlarmış. Yani Sovyetler, Doğu Türkistan’daki olaylar hakkında, Çin’in iç işlerine karışma niyetinin yokluğunu-uluslararası meselelerde art niyetli olmadığını belirtip, Yalta Konferansı’nın tamamen kendi lehine sonuçlanacağı ortamını hazırlamıştır. Böylece Stalin, iki Çin arasında hem savaş ganimeti, hem dostluk hediyesi olarak elinde tuttuğu Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni, bu konferans öncesinde hem Çin’e karşı, hem tüm Doğu Avrupa karşılığında bir koz olarak oynamıştır. Amerika ise, Yalta Konferansı’nda hem Sovyetlerin, hem Çin’in tuzağına düşüp, Doğu Avrupa üzerindeki Rus işgalini, Şarki Türkistan Cumhuriyeti üzerindeki Çin işgalini onaylamıştır. Bu “Doğu Avrupa üzerindeki Rus işgali” herkesten çok Çin’in ırkçı gururuna dokunmuş, aslında Bandung Konferansı, Yalta Konferansı’na karşı bir misillemedir (Kurban 1992: 76). 
BANDUNG KONFERANSI (Yıl 1955, Nisan 18-24)
Yıl 1945, Şubat ayının 4–11 tarihleri arasında açılan Yalta Konferansı, Rus hilesinin-Rus zorbalığının kurbanı olan bir devire nasıl damgasını vurmuşsa, yıl 1955, Nisan ayının 18-24 tarihleri arasında açılan Bandung Konferansı da, Çin hilesinin-Çin zorbalığının kurbanı olan bir devire öyle damgasını vurmuştur. Yalta Konferansı’nın hilesi-zorbalığı çözüldü, komünizm çöktü, Sovyetler dağıldı. Şimdi Bandung Konferansı’nın hilesinin-zorbalığının çözülmesi ve Çin’in dağılması söz konusudur.
Tüm Türkistan’ın iki yönlü işgalini gerçekleştiren, Rusya ve Çin, Türkistan’ın tek yönlü işgal ile tek güç tarafından hazim edilemeyecek kadar büyüklüğü (6 milyon kilometre kare) karşısında birbirine rakip olduğu kadar, birbirine yardım eden iş birlikçi de olmuşlardır. Türkistan’ın batısının Ruslara, doğusunun Çinlilere taksim edilmesinde bu iki işgalci devlet ortasında gizli saklı suç ortaklığı anlaşması oluşmuştur. Çin’in XVIII. Yüzyıl ortalarındaki Doğu Türkistan’a yönelik işgal eylemleri, Rusya’nın Batı Türkistan’a yönelik o ana dek siyasi baskı seviyesinde bulunan etkisini, askeri güç kullanımına dönüştürecek kışkırtıcı rol oynamıştır. Ruslar askeri varlığıyla Batı Türkistan’ı tamamen işgal ettiği zamanlarda, Çin’in iç kargaşasından yararlanan Yakupbeg, Doğu Türkistan’da Çin egemenliğine son veren bir Türk devletini kurmayı başarmıştır (1865-1877). Fakat bu Türk devletine-Türkistan’a sahip çıkacak bir gücün oluşumuna Ruslar tahammül edemez. Rusların lojistik desteğine dayanan sayıca 90 000 Çin ordusu, Çin’in anayurdu olan Hubey-Hunen eyaletlerinden yola çıkıp, 5000 kilometre uzaklıktaki Doğu Türkistan’a ulaşmada hiç zorluk çekmez. Böylece “suç ortaklığının” yükümlülüğünü yerine getiren Rus dostluğu sayesinde Çin, tekrar Doğu Türkistan’a egemen olmuş (1878) ve 1884’te “Yeni Toprak” anlamına gelen “Şin Cang” adını koymuştur. Çin’in imdadına koşan Rusya, 1871’de İli’de kurulan Tarançi Sultalığı’na karşı, “hudut bölgesinin emniyetini koruma” bahanesiyle savaş ilan ederek, İli bölgesini işgal etmişti. İli bölgesi 1881 ‘deki Petersburg Anlaşmasıyla Çin’e geri verilmişti. Kaşgar’da kurulan Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni(1933) Şın Şisey eliyle yıkan Ruslar, yine bir kez Çin’e “suç ortaklığının” gereksinimi gereği dostluk elini uzatmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Gulca’da (1944 Kasım) kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni hiçe sayan Ruslar, yine bir kez, “suç ortaklığının” gereksinimi gereği, 14.02.1950 tarihli Moskova’daki Stalin-Mao Zedung buluşmasında, Doğu Türkistan Çin toprağı olarak imzalanmıştır. Ruslar bu yaptıklarının karşılığı olarak, Kızıl Çin’in kendi yörüngesinde dönmesini ister. Fakat kızıl olmasına rağmen, Kıta Çin’in ırkçı gururu bunu kabul etmez, dostluk düşmanlığa dönüşür. Kendi ülkelerinde, azınlıklara karşı kendilerini “ağabey” olarak göstermeye alışmış Ruslar ile Çinliler, bu kez komünizm bloğu içinde kimin “ağabey” olacağı tartışmasına girer, işler iyice çığırından çıkar. Kültür Devrimi yıllarında (1966-1976) Ruslar, Doğu Türkistan’ı Çin’den geri alarak, Çin’i cezalandırmanın-Çin’i küçük düşürmenin, ister Doğu Türkistan’da, ister Çin’de iç koşullarının oluştuğunu ayrıt eder. Doğu Türkistan barut fıçısı gibi bir kibriti bekler-Sovyetleri bekler durur.
Endonezya’nın Bandung şehrinde, 23 Asya ülkesiyle 6 Afrika ülkesinin temsilcileri bir araya gelmişlerdi. Konferansta sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı izlenecek ortak bir politikanın ilkeleri belirlenmişti. Bu konferansın başaktörü ise doğal olarak Çin’dir.
Komünist Çin-Milliyetçi Çin olarak aralarında 30 yıla yakın iç savaşı yaşamış olan Çin, 1949 yılının ekim ayında, komünistlerin yenmesi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla dünyaya tanınmıştı. Arkasındaki gücün Sovyetler olduğu bilindiği için, bu yeni doğmuş devletin kimliği ve neler yapacağı tahmin edilse bile henüz kanıtlara gereksinim vardı. O günlerde gururu doruğunu aşan bu Çin devleti, “Başka bir Birleşmiş Milletler kuracağız” diye de seslenip, insanlığa karşı duyulan kin dolu nefretini gizlemeye bile gerek görmemişti.
İşte bu Bandung Konferansı, dünya egemenliği peşinde koşan Çin komünistleri için, uluslararası alanda bulunmaz bir propaganda aracı, kendi ülkesindeki mahkûm uluslar için ise güç gösteriş fırsatı oluvermişti. Büyük ölçüde Çin’in girişimiyle oluşan bu toplantının asıl amacı, Çin’in şu düşünce veya şu önyargısında saklıydı:
“Sovyetler Yalta Konferansı aracılığıyla tüm Doğu Avrupa ülkelerine egemen olmuşken, ben de bu Bandung Konferansı aracılığıyla tüm Üçüncü Dünya ülkelerine egemen olmalıyım. Komünizm uğruna Sovyetlerin yapamadığını ben yapmalıyım. Çünkü ben dünyada benzeri olmayan Ulu Çin Ulusuyum.”
Evet bu “Ulu Çin Ulusu” gururu, çok geçmeden Sovyet-Çin arasının açılmasının başlıca sebebi olacaktı. Dünyaya kim egemen olacak, Ruslar mı veya Çinliler mi? Çin halen ve giderek, bu “Ulu Çin Ulusu” gururunun yarattığı hayallerinin peşindedir. 
Çin, eğer bugün Pakistan, Malaysiya gibi İslam ülkelerine, Uygur sığınmacılarını yakalattırıp, onları öldürebiliyorsa, bu uluslararası cinayet, Çin’in Bandung Konferansı’ndan elde ettiği kazanımlarının sonucudur. Dünyada, ulus olarak ve ulus devletine sahip olarak yaşamak kadar, insana gurur ve mutluluk veren başka bir olgu var mıdır!? Uygurlar bugün bu gururdan, bu mutluluktan yoksun olmanın ötesinde var olma kaygısıyla iç içedir. Çin’in bugün Şarki Türkistan’da yürüttüğü tüm eylemlerinin başlıca amacı, orada Uygur adını-Uygur belgesini taşıyan her şeyi-her şeyi yok etmektir.
Bandung Konferansı’nda Çin, Bloksuzluk yaygarasıyla, Batı’ya-NATO’ya karşı meydan okurken, karşısında Türkiye’yi bulmuştu. O zamanın Türkiye’si, bloksuzluk politikasını savunan ülkelere karşı, Batı Bloğu’ndan yana-NATO’dan yana bir tutum almıştı.
Çin, “Pantürkizm’e karşı savaş ve onun medeniyet alanındaki derin etkisini temizlemek, ideoloji sahamızdaki uzun vadeli vazifemizdir” diyor. Düşman ağzıyla Türkçülük ilkesinin bu şekilde değerlendirilmesinde de-tanımlanmasından da yalın bir şekilde anlaşılıyor ki, düşmanlarımız bizi topyekûn-kökümüzden yok etmek istemekte ve bu ifadeler, Çin’i ve Rus’u ezeli ve ebedi düşmanımız, derken, biz Türkçülerin tartışma götürmez haklılığını kanıtlamaktadır. Ben Türküm veya ben Türkçüyüm, diyebilmek için, her zaman Çin’in veya Rus’un öldürmesine karşı hazırlıklı olmak gerekmektedir. Evet, bu ölüm kalım savaşında, bizim cihanşümul haklılığımızın kanıtı, düşmanlarımızın kimliğinde-kişiliğinde-amaçlarında saklıdır”(Kurban 2007: 16)
Yazımın başlığı ve konusu bu Bandung Konferansı olduğu için, anılarımda saklanıp, sonradan kitaplaştırılmış olan bir belgeyi sunuyorum: Belgenin adı, “Cenaze Töreni”
“Cenaze Töreni”
Yıl 1955, günlerden Ekimin biri. Doğu Türkistan’ın her yerinde “Shincang Uygur Muhtar Bölgesi”nin kuruluşu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun altıncı yıl dönümü ile beraber kutlanarak, Çin Komünistleri halktan bu “sevindirici”(!) olay için müjde istiyordu. Bu olaydan hemen sonra, Gulca’nın her yerinde dağıtılan bildirilerde şu ibare ortaktı “Bu Bir Cenaze Törenidir.”
Bu bildiriyi dağıtan suçluyu bulmak için, hükümet alarma geçerek, birçok insanı rast gele yakalayıp, hapsettiği sırada, 04.11.1955 Cuma günü beni de bu “suç” ile yakalamışlardı.
Gulca’nın en Yüksek Okulu olan Ahmetcan Kasimi Öğretmen Okulu’nun kapısına, duvarlarına yapıştırılan bildiri şöyle idi:
Vatandaşlar Dikkat!
Yakın bir tarihte, Endonezya’nın Bandung şehrinde açılan, Ulusal Bağımsızlık Meselesi konulu uluslararası toplantıda Cu Inley, emperyalist baskılara karşı işbirliği yapmak, esir uluslara istiklal ve özgürlüğünü vermek konusunda şaşılacak kadar tatlı konuşmuştur.
Evet, Kardeşler! Böyle bir konuşma önce Mao Zedung hükümetinin kendisi için uygulanmalı idi değil mi?! Bakınız! Daha dün özerk gösterişi altında yapılan tören, hakikatte istiklalimizin, özgürlüğümüzün cenaze töreni idi değil mi ?! Kardeşler, gelin hep beraber istiklalimiz ve özgürlüğümüz için savaşalım! İstiklal hiçbir zaman rıza ile elden verilmez. İstiklal ve özgürlüğümüz ancak kan pahasına alınır.
Çin Müstemlekecilerine Ölüm! Mao Zedung’a Ölüm!!! 
Şarki Türkistan Gizli Teşkilatı (Kurban 1992, s:97).
O zaman “Şarki Türkistan Gizli Teşkilatı” olarak bilinen ve sadece Şarki Türkistan’da eylem yapan bu gizli güç bugün, dünyamızın her yerinde, Şarki Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna açık halde meydanlarda savaşa devam etmektedir ki, onların birisi de benim. Bağımsızlık uğruna, Çin cellâtlarına karşı savaşa devam! Çin müstemlekecilerine-Çin ırkçılarına ölüm!!!
Cu Inley, Çin Komünist Partisinin kurucularından ve 1949 Ekimde kurulan Çin Komünist hükümetinin ilk ve ünlü başbakanıdır. O, 1955’te Bandung’da açılan Dünya Bağlantısızlar Toplantısında şaşılacak kadar tatlı konuşmalarıyla Kızıl Çin’i temsil etmiştir. Bandung Konferansı’ndan 2 yıl sonra-Temmuz 1957’de, Çinli olmayan aydınlara büyük felaketler getiren, “Stil Düzeltme Hareketi” olarak bilinen Beyin Yıkama toplantılarını, ünlü Çingdao konuşmasıyla başlatan kişi-işte bu Cu Inley’dir. O aşırı derecedeki ırkçı söylemleri-ırkçı yaşam tarzıyla başkalarının dikkatini çekmesini sever, ayağına normal deri ayakkabı değil, Çin yapımı bez ayakkabı giymesini de ulusal gurur olarak algılıyormuş. Art arda aynı yılı 1976’da ölen, bu ikili ünlü Çin ırkçısı Mao Zedung ile Cu Inley’in ömürlerinin son dönemlerinde aralarının kedi-köpek seviyesinde açıldığı bilinmektedir. Doğaldır, başkalarının saygınlığını hiçe bedel bilen bu ırkçılar, kendi aralarında da birbirlerini hiçe bedel saymışlardır. Cengiz Han’ın yasalarında, 5000 yıllık medeniyet sahibi (!) Çinlinin, eşek ile eşdeğer sayılması, elbette boşuna değildir (Kurban 2007: 50).
Cu Inley’in Ünlü Çingdao konuşmasından alıntı: 
“Çin’i Moğollar yönetirken, Mançular yönetirken, biz ayrı devlet olma girişiminde bulunmadık. Şimdi biz Çinliler yönetirken, sizin (Çinli olmayan ulusların) ayrı devlet olma bayrağını kaldırmaya ne hakkınız var ?!” (Kurban 2007: 154)
SONUÇ
XX. Yüzyılın başında, güneşi batmaz büyük İngiliz İmparatorluğu ile manevi cihetten dünya Müslümanlarının hamisi olarak bilinen Osmanlı İmparatorluğu da dağılıp bitmişti. Bugün ise dünyaya dehşet salan Sovyet İmparatorluğu da darmadağın oldu. Çin İmparatorluğunun kaderi de, adı geçen İmparatorlukların kaderinden başkaca olamaz. Bu tarihin hükmüdür. İmparatorlukların zamanı bitmiştir; zamanımız ulusal devletler zamanıdır (Kurban 2007: 204). “Batan güneş, daima tekrar yükselecektir” (Kurban 2007: 196).
KAYNAK:
Axis 2000 Ansiklopedik Sözlük, Bandung Maddesi
BRİNTON, Grane, 1453’ten Bugüne Dünya Tarihi ve Çağdaş Uygarlık (Mete Tuncay Çevirisi) İstanbul 1982. 
KURBAN, İklil, Şarki Türkistan Cumhuriyeti, Ankara 1992.  
KURBAN, İklil, Doğu Türkistan İçin Savaş, Ankara 1995.
KURBAN, İklil, Gerçekler ve Yalanlar, Ankara 2007.
VATAN Gazetesi, 11.12.2008.