Sevgili okuyucularım, sizlerle bu köşe yazımda anın ve vaktin ne kadar değerli olduğunu paylaşmak istedim. Evet, gençliğinde hayatı erteleyip yaşlanınca neden geç kaldım telaşına kapılmak ortak bir zaafımızdır.
Hatta ben bunun adına hayata sınırlar koymak diyorum.
Çok şükür ki hayatı sorgulamak gibi iyi bir yanımız var…
Horatius’un bir şiirinde geçen “carpe diem” öğüdü de bu sorgulamanın ürünü.
Anı yakala, zamanın tadını çıkar, gününü gün et gibi bir anlamı var “carpe diem” nin…
Kısacası ertelemek sık kullandığımız bir sığınma, yok sayma ya da kendini iyi hissetme tarzı.
Literatürde bir başka özdeyişte günü yakala (seize the day), deneyimdeki hazzı, yaşanmış yaşanmıştaki önemi gözden kaçırmamayı salık verir. Kimi "Hristiyanlık" manzumelerindeyse "günü anlamlı yaşa" anlamında kullanılan özdeyiş, insanların bedenlerini uykuya hazırlamak yerine, ruhlarını ölüme hazırlamaları gerektiğini vurgulama konusunda örtük bir uyarı barındırır. Yarının (geleceğin) ne olacağı bilinmediği için, içinde bulunulan zamanın kıymetinin bilinmesi, yarına (geleceğe) mümkün olduğunca az güvenilmesi gerektiği vurgusu var.
Bu konuda çok dikkatli olmakta fayda var.
Eski zamanlarda ömürlerin uzun olduğunu söylerler. Nuh (a.s.)’in 600 yıl civarı bir ömür sürdüğünü de bir yerlerden okumuş veya duymuşsunuzdur.
İşte o zamanlar bir kadın Nuh (a.s.)’a gelir ve ağlamaya başlar.
Nuh (a.s.) sorar;
—Neden ağlıyorsun?
—Oğlum genç yaşında öldü ben oğlumu geri istiyorum.
—Kaç yaşındaydı oğlun?
—150 yaşındaydı.
—Bak kadın. Kıyamete yakın insanların ortalama ömürleri 60 yıl kadar olacak. Senin oğlun 150 yıl yaşamış.
— Gerçekten mi?
-Evet.
—Peki, o kadar kısa süre yaşayan insanlar evlenmeye fırsat bulabilecekler mi?
Çocukları olacak ve çocuklarını büyütebilecekler mi?
O kadar kısa süre için kendilerine ev yapacaklar mı?
Gibi sorularını sıralamaya başlamış.
“Hayallerinizi zamana bırakmak büyük yanlışlık olur” diye düşünüyorum.
Hayalini kur ama zamanla olur ya deme, zaman içinde kaybolmasın.
Birileri ufak ufak devam ederken sen günü gelince yaparım diye ertelediğin sürece hayallerin hayalde kalır.
Bir hedefi koy ama o hedefte azda olsa düzenli ilerle yoksa boşa kürek sallamış olursun.
Bizim için hayat kısa ve ömür kavramı 3 üç günlük bir zaman dilimine bölünmüştür.
İşte bu zaman dilimi, DÜN, BUGÜN ve YARIN.
DÜN geçti ve telafisi yok, BUGÜN ise geçmeye devam ediyor. YARIN ise bugünümüz olmaya devam ederken bugünlerimiz düne gerilemekte, yani kısaca bu zaman dilimine göre çok hızlı ve azimli olmak gerekiyor.
Evet, şimdi yapmamız gereken şey; ellerimizin arasına başımızı alıp düşünmemiz…
Hangi yaşta olursanız olun, ömrünüzün ne zaman geçtiğini bir düşünün.
Cevabınız mutlaka “ne kadar da çabuk, sanki bir gün gibi” olacaktır.
Bu kısacık ömrümüze neler sığdırmaya çalışıyoruz ve gerçekten de neler sığdırıyoruz. Evleniyoruz, iş buluyoruz, ev alıyoruz, işimizi değiştiriyoruz, çoluk-çocuğa karışıyoruz vs vs.
Fakat arada bir şeyi unutuyoruz. Yaşamayı.
Her şeyi elde etmek için çırpınıp dururken sağlıkla aldığımız bir nefesin bizim için ne kadar değerli olduğunu unutuyoruz.
Bir bardak suyu bile bir anda bitirip susuzluğumuzu giderelim diye uğraşırken suyun tadını almayı unutuyoruz.
Bir gülümsemeyi yüzümüze yerleştirmek, bir dargınlığımıza son vermek bize kâbus gibi geliyor.
Hep bir şeyleri erteleyerek yaşıyoruz.
Yarın yaparım diyerek bitmeyen yarınların, geleceği garanti olmayan geleceğin kanatları altında kendimizi hep güvende hissediyoruz.
Oysa yaşayacağımız zamanın toplamı ne kadar ki.
Bizi bizden başka kim kandırabilir?
Bizi bizden başka kim hayattan koparabilir?
Kim yaşadığımızı sanmamızı sağlayarak bizi yaşamdan koparabilir?
Güneşin doğuşunu seyretmenin ne kadar huzur verici bir duygu olduğunu yeryüzünde milyonlarca insan bilir. Fakat bu huzuru yakalamak için ancak çok azı fedakarlık yapıp kendini zorlayarak o vakitte hazır olur…
Kovaladığımız nedir?
Yakalamayı umduğumuz nedir?
600 yıl yaşasak da 60 yıl yaşasak da yakalanmamız kesin değil mi?
Bizi bir kovalayan yok mu?
Olmaz mı? Var tabii… Bizi kovalayan “ÖLÜM”
Kırlarda çimenler var. O çimenleri avuç avuç koparıp kısa sürede bitirmek de bizim elimizde. Her bir çimeni tek tek kokusunu hissederek, yumuşaklığını hissederek, varlığını hissederek koparmak da bizim elimizde.
Evet, çimenler bu hayatta yaşadığımız günler gibi olabilir, dakikalar da, saniyeler de öyle. Mutlaka bitecekler…
Bizler için her bir çimen yani her bir saniye çok değerli.
Bunun bilincinde olarak, sağlıklı ve ertelemeden yaşayacağınız bir yaşam diliyor ve şu anlamlı cümle ile yazıma son veriyorum.
"Sadece bir tane hayatınız var ve şimdi yapmayacaksınız da ölünce mi yapacaksınız?"
Sağlıkla ve mutlu kalın...