ŞEHİTLERİMİZİ RAHMET VE MİNNETLE ANDIK

Çanakkale Savaşı, bir milletin tarih sahnesinde kalabilmek uğruna topyekun savaştığı, dünya tarihinde bir benzeri olmayan bir ölüm-kalım mücadelesidir. Çanakkale bir benzersiz destandır. Türk’ün varoluş destanının 102 yıldönümü, yurdun her tarafında çeşitli törenlerle kutlandı. Bizler için, bu toprakları vatan yapabilmek için en kıymetli varlıkları olan canlarını gözlerini kırpmadan şehitlerimizi rahmet ve minnetle andık. 

Çanakkale zaferinin 102. yıldönümü törenlerinden biri de İstanbul’da, Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin organizasyonuyla, Askeri Müze salonlarında gerçekleştirildi. Geniş bir katılımla gerçekleştirilen törende, Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan AFYONCU ve TESUD Genel Başkanı Em.Hv. Korg. Erdoğan KARAKUŞ Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal’in bu savaştaki rolünü konu alan konuşmalar yaptılar. 

Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan AFYONCU görsel sunum eşliğinde “Atatürk’ün askeri ve siyasi dehası” konulu bir konuşma yaptı. Prof. Afyoncu, “Türkler, 2 bin 200 yılık bilinen tarihinde  Ordu-millet olarak var olmuştur. Devlet yıkıldığı takdirde Türk milleti var olamıyor, devlet ise orduyla var oluyor.  Atatürk’e göre ordu; millet ile bir bütünlük oluşturur ve ordu milli iradenin emrindedir” diye konuştu. 

TESUD Genel Başkanı Em.Hv. Korg. Erdoğan KARAKUŞ da, görsel sunum eşliğinde yaptığı Çanakkale Savaşı’nı çeşitli yönleriyle irdelediği konuşmasında, Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’ndaki rolünü ve bu savaşta yaşanmış olan “Şu Çılgın Türkler” kitabına eklenmesi gereken çok ilginç gerçekleri dile getirdi.  

E.Alb.Erol HATUNOĞLU, geleneksel “Harbiyeli Yoklaması”nı yaptı. Hatunoğlu’nun Atatürk’ün Harp Okulu apolet numarası “1283”ü okuması üzerine, salondaki  tüm izleyenler ayağa kalkarak, “İçimizde” diyerek yoklamaya katıldılar.

Konuşmalar sonrasında Kıbrıs Gazisi Em. Tuğg. Cumhur Evcil, Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan AFYONCU’ya ve TESUD Genel Başkanı Em.Hv. Korg. Erdoğan KARAKUŞ’a birer şükran plaketi sundu. 

Tören, Askeri Müze’nin mehter takımının verdiği muhteşem konserle sona erdi. 

ÇANAKKALE DESTANI NASIL YAZILDI?

MEHMET AKİF, ÇANAKKALE DESTANI'NI, ÇÖL ORTASINDAKİ BİR VAHADA, AY IŞIĞINDA, SABAHLARA KADAR DÖKTÜĞÜ GÖZYAŞLARI EŞLİĞİNDE YAZDI. 

Çanakkale Zaferi, dünyada eşi benzeri olmayan bir şahlanıştır. Dünya tarihinde bir benzeri olmayan Çanakkale Savaşı, Türk’ün ruhunda var olan bağımsızlık ruhunun, güçlü direnme geleneğinin destanlaşan dışa vurumudur. 

"Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?" tartışmalarıyla milletin aklını karıştırmaya, bu eşsiz şahlanışı gölgelemeye çalışmanın özel bir hedefi olmalı.. Batılıların, yüzyıllar boyunca elele vererek büyük bir kararlılıkla sürdürdükleri Türk’ü Avrupa’dan söküp atmak, atayurduna geri göndermek planının, bütün olumsuz koşullara rağmen, sulara gömüldüğü bir dönüm noktasıdır, Çanakkale şahlanışı. 

Türk’ün, küresel emperyal sistemin “hayasızca akınlarına, göğsünü siper ederek durdurduğu” bir yeniden varoluş destanıdır, Çanakkale Savaşı. Çanakkale Savaşı, “mabedine namahrem eli değmemesi için” emirle ölüme koşan bir milletin, dün olduğu gibi, bugün de bağımsızlık ateşi ile yanıp tutuşan her millete örnek olacak bir direniş destandır. 

Çanakkale’nin benzersiz direniş ruhunu dillendirecek yerde, “Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?” tartışmalarını gündeme getiren millet olma bilincini yitirmiş bazı zavallılar, dün Doğu Avrupa’da, Eski Sovyet ülkelerinde, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, bugün Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne, Asya içlerine uzanan coğrafyada organize edilen “Turuncu”, “Sedir”, “Lale”.. gibi renkli, çiçekli devrimlerin, “Arap Baharı” eşliğinde oynanan oyunların gerçek yüzünü ve hedefini  görmüyorlar mı? 

Emperyalizme karşı savaş açmış ve bu mücadelesini zaferle taçlandırmış bir milletin yazdığı Çanakkale Destanı’nın ve onun devamı olan Kurtuluş Savaşı’nın bir benzeri var mı, dünya tarihinde? Yok. Yok, çünkü başkalarına örnek olmaması için unutturulmaya, izleri silinmeye, kitaplardan çıkarılmaya çalışılır. İçimizdeki bazı zavallılar da emperyalistlerin bu oyunlarına maşa olur, atalarının yazdıkları destanla övünecekleri yerde, “Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi”, “İstiklal Marşı’nı Mehmet Akif mi yazdı?” gibi tartışmalarla milletin aklını karıştırmaya çalışırlar. Anlayanlar için, İstiklal Marşı'mızın, Çanakkale Destanı'nın yazılış öyküleri bile, insanlığın bağımsızlık ruhunu şahlandıran, direnme gücünü ayağa kaldıran birer destandırlar. 

MEHMET AKİF “ÇANAKKALE DESTANI’NI SAFAHAT’A NEDEN ALMADI? 

Mehmet Akif Ersoy; İstiklal Marşı'mızın ve Çanakkale Destanı'nın şairi.. "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak" uyarısı ile başlayan İstiklal Marşı'mız, en olumsuz koşullarda bile umudumuzu yitirmememizi öğütler: "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, o benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!" Zaman zaman, "bestesinin, sözlerinin azametini taşıyamadığı" konusundaki tartışmalarla gündeme gelen İstiklâl Marşı'mızın yazılış hikâyesini az çok biliriz. 

Son zamanlarda yayınlanan bir kitapta öne sürüldüğü gibi, “İstiklal Marşı’mızı Mehmet Akif yazmadı” iddiasını ciddiye almamız mümkün değildir. Aklı başında olan herkes, Mehmet Akif gibi bir insanın, kendi eliyle yazmadığı bir şeye “Benimdir” demeyeceğini çok iyi bilir. 

Genç Cumhuriyet'imizin kuruluş yıllarında "Bizim de şanımıza yakışan bir istiklâl marşımız olmalı" arayışları başlamıştı. Başlangıçta, İstiklal Marşı'nın para ödüllü bir yarışmayla seçileceğinin duyurulması, yaşam felsefesine ters geldiğinden, Mehmet Akif yarışmadan uzak durmuştu. Ancak Maarif Vekâleti'nin (Milli Eğitim Bakanlığı) para ödülünü kaldırılmasından sonra çalışmaya başlayan Mehmet Akif, milletine armağan ettiği o muhteşem eserini yazmaya başladı. “SEN ŞEHİT OĞLUSUN…” 

İstiklal Marşı'mız, Mehmet Akif'in Ankara'dayken kaldığı taş zeminli Tacüddin Dergâhı'nın mütevazı, loş odalarının birinde yazıldı. Mehmet Akif, o zamanın Ankara’sında yaşanan kağıt sıkıntısı nedeniyle, ilham geldiğinde bazı bölümleri dergâhın duvarlarına not ediyordu. Sırtında bir paltosu bile olmadığı halde, para ödülünü reddeden Mehmet Akif'in milletine armağan ettiği İstiklal Marşı, böylesine olumsuz koşullar altında yazılmıştır. 

Kâğıt bulamadığından istiklal marşının müsveddelerini taş duvarlara yazmak zorunda kalan bu millet, bütün engellemelere rağmen, 97 yılda yaptığı atılımlarla, pek çok alanda dünya markaları yaratmayı başardı. Bütün bu başarıların temelinde “Çanakkale ruhu” yatmaktadır. Bugün Türk ekonomisi, dünyanın en büyük ekonomileri arasında 16. sırada yer alıyorsa, biz bu başarıyı Çanakkale şehitleri ile birlikte kazandığımızı hiçbir zaman unutmamalıyız. Orada emirle ölüme koşanlar, bizlere hür bir vatan bırakabilmek için en kıymetli varlıklarını, canlarını verdiler, gözlerini bile kırpmadan. Onlar, bugüne kadar olduğu gibi, yarınlarda da hep yanımızda olacaklar. Yalnız, Akif’in öğüdü de hep kulaklarımızda olmalı: “Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır, atanı…” 

YA ÇANAKKALE DESTANI NASIL YAZILDI? 

Bu milletin, insanlık tarihinde bir benzeri olmayan, tarihin akışını değiştiren Çanakkale'deki şahlanışını "Çanakkale Destanı" ile ebedileştiren Mehmet Akif'in, bu şaheserini nerde, nasıl yazdığını bilenlerimiz çok azdır sanıyoruz.

92. yılında "Çanakkale Destanı"nın yazılış hikâyesini, Osmanlı İmparatorluğu'nun Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü MIT) Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın anılarından özetleyerek anlatacağız. "Çanakkale Destanı", İstiklal Marşı'mızdan dört yıl önce, Arabistan çöllerindeki bir vahada, ay ışığında, şairinin şükür hıçkırıkları ve gözyaşları arasında, sabahlara kadar süren bir duygu seli eşliğinde yazılmıştır. 

"Millet canını dişine takmış, gövdesini düşman ateşine siper ediyorken, Çanakkale Destanı'nın o duygusal şairi Mehmet Akif'in Arabistan çöllerinde ne işi vardı?" sorusu akla gelebilir. Anlatalım.. 

Cennet mekân Mehmet Akif, Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) saflarında Ittihad-ı İslam hareketi içinde aktif olarak çalışmıştır. Çanakkale Savaşı'nın en ateşli günlerinde, Teşkilat-i Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı ile birlikte Osmanlı'nın Hicaz Vilayeti'ndedir. Mekke Şerifi Hüseyin Paşa'nın ihanetini ustalıkla gizlediği o günlerde, çölün kilit noktalarını elinde tutan Ibn-i Suud ve Ibn-i Reşit'in Osmanlı'ya sadık kalmalarını sağlamak amacıyla görüşmeler yapmaktadırlar. Çünkü zırhlı gemileriyle Çanakkale Boğazı'nı zorlayan İngilizlerin, cömertçe dağıttıkları altınlarla Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandırmaya çalıştıkları haber alınmıştı.

GöNüLLERi HEP ÇANAKKALE'DEYDi 

Eşref Sencer Kuşçubası hatıralarında, Arapların Osmanlı'ya sadık kalmalarını, İslam birliğini bozmamalarını sağlamak amacıyla Necid çöllerinde dolaştıkları günlerde, gönüllerinin hep Çanakkale'de olduğunu şöyle anlatıyor: 

"Biz Hail'e, Ibn-i Reşid'e doğru yol alırken, Çanakkale'de savaşın en çetin günleri başlamıştı.... Yalnız kaldığımız zaman, birbirimizin yüzüne endişe ile bakar, korktuğumuz acı sonucun adını söyleyemezdik. M. Akif bir gün dayanamadı ve dedi ki: “Eşref, dün gece sabaha kadar ne için yalvardım, biliyor musun?” Sonra elini göğsüne koydu: “Cenab-ı Hak'ka yalvardım... Dedim ki, 'Ya Rabbim, bana Çanakkale'de zaferi yaşatmadan canımı alma!. O büyük günü göreyim, sonra huzuruna davet et..” 

Gözleri yaşlı idi. Kolumu öylesine parmaklarının cenderesi içine almıştı ki, Şair Akif gitmiş, Pehlivan Akif gelmişti: “Adalet-i ilahiye var, hak var, kahramanlığın bedeli var. (...) Allah, İstanbul'un yolunu bu müstevli sürüsüne açmayacaktır Eşref.. Benim kahraman Mehmetçiklerim bu insaniyet ve İslamiyet düşmanlarına şehamet dersi verecektir..." 

"ÇANAKKALE DESTANI" GÖZYAŞLARIYLA YAZILDI? 

Müjde, dönüş yolunda, Anadolu-Bağdat demiryolunun El-Muazzam istasyonunda gelmişti. Adı "El-Muazzam" olmasına rağmen istasyon, çöl ortasında küçük bir kulübecikti.

O büyük sevinci nasıl yaşadıklarını Eşref Kuşçubaşı'ndan dinleyelim:
"Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı... Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu, güneşi bile unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı... 

İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı... 

(...) Sabaha kadar süren ilham saatleri sonunda, SAFAHAT’ın, hayır, yalnızca SAFAHAT’ın değil, Türk Destan Edebiyatı'nın o essiz şaheseri tamamlandığında Mehmet Akif, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığı ile yüzüme derin derin baktı:

'Artık ölebilirim Eşref... Gözüm artık açık gitmez...' dedi." Din kardeşlerimiz, Mehmet Akif'lerin, Kuşçubaşı Eşref'lerin Arabistan çöllerinde kurmaya çalıştıkları İslam birliğine, onların ortaya koymak istedikleri anlamda saygı gösterselerdi, Çanakkale'de durdurulan Haçlı ordusu, 90 yıl sonra Ortadoğu'da bayrak gösterebilir miydi?

RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ

Çanakkale zaferinin 97. yıldönümünde, insanlık tarihinin eşini, benzerini henüz yazamadığı, tarihin akışını değiştiren o muhteşem ulusal şahlanışı canları pahasına gerçekleştiren aziz şehitlerimizi (ve aile şehidimiz 'Filibeli Süleyman oğlu Adil' amcamızı) rahmet ve minnetle anıyoruz.