Doç. Dr. Abdullah Yıldız; 16,5 X 23,5 santim ölçülerinde, 495 sayfalık eserinde, ‘Büyük Fetih’ olarak tavsif ettiği Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olan ve ‘Tulakâ’(1) olarak isimlendirilen sahâbilerin(2) naklettiği Hadis-i Şerifleri, kısa notlarla birlikte veriyor. Notlarda; hadisleri nakledenlerin hayatları ve şahsiyetleri, Sahâbelerin tâbiinle(3) olan rivâyet münâsebetleri… gibi bilgiler var. Eser, hadislerin; müsned(4) ve musannef(5) türlerini birleştiren niteliktedir. Yazar, hadisler ve sünnetler(6) mevzuunda çalışanlara katkı sağlamayı murad ettiğini ifâde etmektedir. 

Bilindiği gibi İslamiyet’in temel kaynakları 4 adettir: 1- Kur’an-ı Kerim, 2- Hadis ve sünnetler, 3- İcma(7), 4- Kıyas.(8)

Bu kaynaklardan Kur’an ve sünnet en temel olanlarıdır. Bu sebeple icma ve kıyas yoluyla elde edilecek bir bilgi kaynağının hiçbir zaman Kur’an ve sünnete ters düşmemesi gerekir.

Kur’an, insanları Hz. Peygamberin emirlerine aykırı davranmaktan, sünnetini değiştirmekten şiddetle kaçındırmıştır.

Hz. Peygamber,   Allah’ın âyetlerini sadece tebliğ etmekle değil, aynı zamanda açıklamakla da görevlidir.

Peygamber Efendimizi en iyi, hadis ve sünnetlerinden öğrenebiliriz. Kendisini Kur’ân ahlakıyla süsleyen Allah'ın Resulünde, mükemmel bir örnek vardır. Bu hakikatler muvâcehesinde ‘Büyük Fetih Müslümanları ve Rivâyetleri’ isimli eser okuyanlara, dünyada huzur içerisinde yaşamak, ukbâda ise vaat edilen makama erişmek, nimetlerden hisseyab olmak için yol gösterici özelliği taşımaktadır.  
 
Eserin Yazarı Doç. Dr. Abdullah Yıldız, ‘Büyük Fetih Müslümanları’nı telif etmekteki diğer maksadını; ‘sahâbîleri tanıtmak ve onlar hakkındaki yanlış değerlendirmelere mâni olmak’ cümlesiyle açıklıyor: 

‘Saadet Asrı’nın iman erleri ve İslam medeniyetinin ilk kurucu nesli, altın nesil ashâb-ı kirâmı, özellikle Hz. Peygamber’in vefâtından sonra dindeki samîmiyetlerini, din uğrundaki olağanüstü çaba ve performanslarını kaybetmiş, aldatan, aralarında anlaşmazlığa düştüklerinde birbirleriyle savaşan ve öldüren sıradan insanlar olarak görmek tehlikeli ve yanlıştır.
 
Onları günahsız, suç ve günah işlemeyen, affolmuş ve artık günah işlemeyecek beşerüstü kimseler olarak görmek ve onlar hakkında mâsumiyet iddiasında bulunmak da doğru değildir.

Bu telakkilerden ilki onların Allah (cc) ve Rasûlü tarafından imtiyazlı ve özellikli bir nesil olarak kabullerini ve bu konuda Kur’an ve sahih sünnetin onlar hakkındaki hüküm ve tavsiflerini tanımamak anlamına gelir. En az bunun kadar yanlış ve tehlikeli olan diğer telakki de, olduklarından fazla değer yükleyerek onları fevkalbeşer varlıklar olan (melekler) veya Peygamberler konumuna çıkarmaktır.

Aslolan onların beşerî tabiat ve özelliklerinin gereği günah ve hatâları olabilen, hatâ ve nisyanla ma'lûl, yanılıp şaşırabilen, buna mukabil sibâgu'l-İslâm olma, Rasûlullah'in (sav) yanında olma, sohbetin hakîkatine erme, Allah ve din için kardeşi olma bu uğurda gerektiğinde mallarını ve canlarını fedâ edebilme samîmmiyet ve çabasını gösterdikleri için, Allah ve Rasûlü tarafından övüldüklerine, bu performanslarını devam ettirdikleri sürece de övülmeye, sevilmeye, müminler için hidâyet ve saadet öncüleri, örneklik ve irşadda etkin şahsiyetler olarak kalacaklarına inanmaktır.’

Eser; Kısaltmalar, Önsöz ve Giriş başlıklı yazıları müteâkip 2 bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, ‘Tulakâ’ kelimesinin târifi ve bu guruba dâhil olan zevatın isimleri yer alıyor. Devamında ise; Tulakâ’dan Kureyşli 17, ikinci bölümde ise Kureyş dışından 7 zevatın kısa hayat hikâyeleri, naklettiği hadisler ve hadislerle ilgili değerlendirmeler yer alıyor. ‘Sonuç’ başlıklı bölümde hadis ve sünnet kavramlarının İslamiyet’teki yeri ve bütün Müslümanlara ulaştırılması ile alakalı emir hakkında bilgi veriliyor:

‘Bu emri alan, sünnet bilincinde olan sahabe ve tabiîn nesilleri ‘Hadisler dindir; dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz.’ ve ‘Ancak kendisine güvenilen kimseden ilim alınız.’ sözlerini prensip edinmişlerdir. Hadis öğretimi ile uğraşan ilk muhaddisler(9) ise, sünneti eksiksiz ve doğru aktarabilmek için ilk nesil sahabeden itibâren hadisleri yazmanın yanında, ikinci hicrî asırdan itibaren isnâd (10) sistemini kullanmışlar; ayrıca bu sistemi bir hadis disiplini hâline getirerek mükemmel esaslara ve ölçülere bağlamışlardır. Bu doğrultuda onlar, sünnetin rivâyetleşmiş şekli olan hadisleri nesilden nesile aktarmayı da dinî bir vazife kabul etmişlerdir.’

Dinî yayınlar sahâsında önemli bir boşluğu dolduran ve Doç. Dr. Abdullah Yıldız tarafından telif edilen ‘Büyük Fetih Müslümanları ve Rivâyetleri’ isimli eser; ‘Tulakâ râviler ve rivâyetlerinin kaynak, sayı ve mevzu dağıtım cetveli’, ‘Bibliyografya’ ve ‘Dizin’ bölümleriyle tamamlanıyor.

SİYER YAYINLARI: 

Nişanca Mahallesi, Zekâi Dede Sokağı Nu: 22 Eyüp, İstanbul. Telefon: 0.212-544 76 96  Belgegeçer: 0.212-544 58 46 
e-posta: [email protected]  internet: www.siyeryayinlari.com   

LÛGATÇE:


(1)tulakâ: Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olup, esir iken serbest bırakılan şahıslar.
(2)sahabî: Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimizin çevresinde bulunan ve Müslüman olarak ebedî âleme intikal eden şahıslar.
(3)tâbiin: Sahabeden herhangi birisiyle kısa veya uzun süre aynı yerde karşılaşıp Müslüman olarak vefat eden kimseler. 
(4)müsnet: Hadislerin ilk râvîsinin(*) ismine göre tertip edilerek toplanan kitaplara ‘müsned ’ denir. Hadis edebiyatında ‘Müsned ’ adıyla eser veren müelliflerden en mühim 3 kişi: İmam Ebû Hanîfe İmam Şafiî ve Ahmed ibn Hanbel’dir.  
(*)râvi: rivâyet eden, nakleden, söyleyen.
(5)musannef: Tasnif edilmiş, sınıflandırılmış, bölümlere ayrılmış anlamlarına gelir. Bir hadis tarihi terimi olarak ise, hadislerin derlendiği bir tür kitap ismi olarak kullanılır.
(6)hadis ve sünnet: Biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olarak kabul edilmekle birlikte âlimlerin ekseriyeti; ‘hadis’ kelimesi ile Peygamber Efendimizin sözlerinin,  ‘sünnet ’ kelimesi ile de hareketlerinin anlaşılması gerektiğini ifâde etmektedirler. Peygamberimizin, kendisine aktarılan bir olay karşısında susarak onu tasdik ettiğini göstermesi de sünnettir. Hadisler ve sünnetler dünya ve âhireti anlama ve yaşamada, Kur'ân'dan sonra gelen ikinci kaynaktır.
(7)icma: Dinî bir konuda yapılan görüş ve fikir birliğidir. İnsanlar dini konularda yanlış hüküm çıkarabilir ve yanılabilirler. Fakat İslam âlimlerinin bir konuda fikir birliğinde olması ve görüşlerinde herhangi bir ayrılığa düşmemeleri o hükmün ve neticesinin isâbetli olduğunu gösterir. Kur’an ve sünnet yoluyla hakkında hüküm bulunmayan konularda hakkında hüküm bulunan benzer bir hükümle kıyaslayarak sonuca varma yöntemidir.                                                                                  
(8)kıyas: Kur’an ve sünnet yoluyla hakkında hüküm bulunmayan konularda hakkında hüküm bulunan benzer bir hükümle kıyaslayarak neticeye varma metodudur.
                                                                            
(9)muhaddis: Hadislerin senet ve metinlerini, nakledenlerin isim ve durumlarını bilen kimseye ‘muhaddis’ denir. Onlar, hadis ilminin çeşitli mevzularını da iyi bir şekilde öğrenmiş kimselerdir.
(10)isnad: Hadisleri nakleden kişiler zincirini bâzı özel terimlerle sıralamaya denir. 
 
Doç. Dr. ABDULLAH YILDIZ:


1955 yılında Kayserinin Kirazlı Köyü’nde doğdu. İlköğretimini köyünde, ortaöğretimini Kayseri'de bitirdi. Lisans öğrenimini, 1979’da Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nde tamamladı. 1980 yılında öğretmenliğe tâyin edildi. 1987de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde staj yapmak, bilgi ve becerisini artırmak üzere bir yıl süreyle Mısıra gönderildi. 1989da Erciyes Üniversitesi’nde başladığı Yüksek Lisans öğrenimini, 1992de ‘Ebû Bekir Muhammed es-Serahsi’nin Hayatı ve Mebsut'un 1. Ve 2. Ciltlerindeki Hadislerin Tahrici ’ konulu teziyle tamamladı. Aynı yıl Erciyes Üniversitesi’nde Hadis Bilim Dalı’nda Doktoraya başladı. 15 yıl Milllî Eğitim Bakanlığına bağlı değişik öğretim kurumlarında öğretmenlik yaptı.

1995 yılında, Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü’ne Arapça öğretim görevlisi olarak tâyin edildi. 1996 da, aynı Üniversite’nin İlahiyat Fakültesi’nde Hadis Anabilim Dalı öğretim görevlisi olarak vazifelendirildi.  1998 yılında ‘Hadislerde Nifak Kavramı ve Hz. Peygamber’in Münafıklara Karşı Tutumu ' konulu çalışmasıyla Erciyes Üniversitesinde doktora öğrenimini tamamladı. 2000 yılında Yardımcı Doçent oldu. 2001-2008 yılları arasında dekan yardımcılığı yaptı. 2014 yılında Hadis Anabilim Dalında Doçent oldu. Halen Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev yapmaktadır. Arapça ve İngilizce bilen yazar, evli ve dört çocuk babasıdır.

Çoğu Müslüman bireyin sosyal ahlâk ve davranışı, sünnet-medeniyet ilişkisi ve sünnet bilincine erişmenin medenî olmayı ve örnekliği gerektirdiği konulu bildirileri olmak üzere ‘Tulakâ ’, diğer bazı sahabenin biyografileri ve rivayetleri içerikli değişik makaleleri bulunan yazarın yayınlanmış eserleri şunlardır:

1-Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münafıklar: İz Yayıncılık, İstanbul 2000. 2-İmam Serahsî'nin Hayatı ve Sünnet Anlayışı. Kendi Yayını. Şanlıurfa 2001. 3-Büyük Fetih Müslümanları ve Rivâyetleri: Siyer Yayınları. İstanbul 2015

KUŞBAKIŞI:


FETİHNÂME-İ KAL’A-İ CERBE:

Cerbe, Tunus’un Gabes Körfezi içinde 514 Km2 yüzölçümünde bir adadır. 1513 yılında Kaptan-ı Deryâ Piyâle Paşa tarafından fethedilmiştir. Cerbe Deniz Savaşı, Türk Denizcilik Târihi’nde, ecdadımızın kazandığı en büyük zaferlerden biridir. Adada bir de kale bulunmaktadır. 2000’li yılların başlarında adanın nüfusu 400.000 civârında idi.
‘Nidâî ’ mahlası ile bilinen, Ankaravî Mehmet Çelebi’nin 1560 yılında manzum olarak yazdığı ‘Fetihnâme-i Kal’a-i Cerbe’ isimli eserin aslı, British Muzeum’da bulunmaktadır. Eser, Yrd. Doç. Dr. Ümran Ay tarafından 2015 yılında Türkçeye çevrilmiştir. 13,5 X 19,5 santim ölçülerindeki eser 125 sayfadır.
Eserde, Türk Edebiyatında ‘Fetihnâme ’ sahâsındaki eserlerle alakalı olarak genel bir değerlendirme yer alıyor, Cerbe Adası’nın bugünkü durumu, tarihî bakımdan Cerbe Zaferi ve edebiyatımızda Cerbe Adası’nın fethine dair kaleme alınan eserler hakkında bilgi veriliyor.
KOCAV – KÜLTÜR OCAĞI VAKFI: 
Hacı Ârif Bey Konağı. Ayşe Kadın Hamamı Sokağı Nu: 24 Süleymaniye, Fatih, İstanbul.
Telefon: 0.212-519 99 72 Belgegeçer: 0.212-519 99 72 e-posta. [email protected]  İnternet: www.kocav.org.tr    

HİKÂYEM PARAMPARÇA:


Kitabın yazarı Emrah Serbes’in, ‘Her Temas İz Bırakır ’ ve ‘Son Hafriyat ’ isimli iki romanı yayımlanmıştır; Behzat Ç. karakterinin de yazarıdır.
‘Hikâyem Paramparça ‘ isimli eserinde polisiye türünün imkânlarından faydalanarak farklı bir tarz ve beraberinde bakış açısı geliştiriyor. Serbes'in, klasik edebî dil ve üslubun sınırlarını zorlamaya çalışan bir yaklaşıma sâhip olduğu hemen fark ediliyor.
 İLETİŞİM YAYINLARI:  
Binbirdirek Meydanı Sokağı Nu: 7 İletişim Han. Daire; 3 Cağaloğlu 34122  İstanbul
Telefon: 0.212-516 22 60  Belgegeçer: 0.212-516 12 58  www.iletisim.com.tr  e-posta : [email protected] 

MERHAMET: 


Ümit ve merhamet… Soluduğumuz havayı zehirleyen ve bizi birbirimize düşman kılmak isteyen zalimlere inat, merhamet. Çünkü zâlimlik ötekini utandırarak, aşağılayarak, onun saygınlığını ayaklar altına alarak, haklarını değersizleştirerek zulmünü icra eder. Merhamet, insan onur ve saygınlığının çiğnenmesine karşı durmaktır.
Kemal Sayar, bizleri ‘dağılmış pazar yerlerine’ benzeyen güzel ülkemizi merhametle onarmaya çağırıyor. Komşumuzun acısını kendimizin bilerek, konuşarak, anlayarak, farklılığı kabullenerek, severek…
13,5 x 19,5 santim ölçülerinde, 224 sayfalık kitap, 2008 yılında yayınlandı.
TİMAŞ YAYINLARI:
Alayköşkü Caddesi Nu: 11 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-511 24 24
Belgegeçer: 0.212-512 40 00 e-posta: [email protected] /  www.timas.com.tr

KISA KISA…


1- ÖĞRETMEN: Yılmaz Yavuz. Akis Kitap.
2- TARİHİMİZDE YANLIŞLIKLAR GEÇİDİ: Süleyman Kocabaş. Vatan Yayınları Kayseri.
3- ALPEREN: Ahmet Kabaklı. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.   
4- GÜL ÂYİNLERİ: Emir Kalkan / Ötüken Neşriyat   
5- ÇAY KİTABI: Mustafa Duman. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış.

DERKENAR


KAHROLASI ‘PERFORMANS’ ve GEBERESİ ‘NEDEN’…
YAVUZ BÜLENT BÂKİLER


Dil, canlı bir varlıktır. Dile, zamanla bir takım yeni kelimeler elbette girer. Birtakım kelimeler, zamanla elbette tasını tarağını toplayarak gider. Bunları inkâr etmiyorum. Fakat benim anlamadığım bir husus var: Birtakım insanlar, bin yıldan beri dilimizde yaşayan; şiirimize, hikâyemize, atasözlerimize, destanlarımıza, masallarımıza giren, dağdaki çobandan Çankaya'daki Cumhurbaşkanına kadar, herkes tarafından bilinen, sevilen, kullanılan kelimeleri neden dilimizden çıkarıp atıyorlar ve o güzelim kelimeler yerine neden zıpçıktı kelimeler kullanıyorlar?
O kelimeler genellikle Arapça ve Farsça oldukları için…
Biz, 1000 yılından fazla bir zamandan beri Müslüman değil miyiz? Dilimize Arapça- Farsça kelimelerin girmesinden daha tabii ne olabilir? Fakat hayır, Kur'an'a, Kur'an diline düşman olan bazı kimseler, ‘Öz Türkçe konuşmalıyız’ gerekçesiyle o güzelim kelimelere azgın boğaların öfkeleriyle saldırıyorlar. Mesela ‘sebep’, ne kadar yumuşak ve güzel bir kelime! Sebep kelimesinde daha çok öfkelerimiz, üzüntülerimiz, acılarımız düğümlü. Sebep kelimesini biz, daha çok bir acımızı bir öfkemizi, bir kaybımızı ifade etmek için kullanırız.
‘Geç kalmama sen sebep oldun.’ ‘Sel sebebiyle yollar kapandı.’ gibi. Bazen da bir işten bir imkândan istifade etmek için ‘sebeplenmek’ kelimesini kullanırız. ‘Cömertliğinizden biz de sebeplenelim.’ gibi. Şimdi bu cümledeki sebep kelimesini ‘Arapçadır’ gerekçesiyle kaldırıp yerine ‘neden’ kelimesini koyun bakalım. ‘Cömertliğinizden biz de nedenlenelim!’ ne kadar çiğ, çarpık, çirkin cümle değil mi?
Türkçemizde olumsuz bir durumu ifade etmek için ‘yüzünden’ kelimesi kullanılır. ‘Senin yüzünden ekmeğimden oldum.’, ‘Senin yüzünden hastalandım.’, ‘Sel yüzünden yollar kapadı.’ gibi. Olumlu duygularımızı anlatmak için ‘sâye’ kelimesi kullanılır. ‘Senin sâyende zorlukları yendim.’, ‘Basîretli siyasîler sâyesinde ülkemiz artık daha huzurlu.’ gibi. Şimdi radyolarımızda, televizyonlarımızda, basınımızda, ‘sebep’ kelimesini katleden ‘neden’ kaltabanları çok aptalca bir ağızla karşımıza dikiliyorlar. ‘İsrafa yol açtı’ yerine, ‘İsrafa neden oldu.’, ‘İçki iptilası, çeşitli felaketler doğuruyor.’ yerine ‘… çeşitli felaketlere neden oluyor.’, ‘Cehalet ve vahşet birliğimizi, dirliğimizi yıkıyor, yok ediyor, parçalıyor, ortadan kaldırıyor.’ Yerine, ‘neden oluyor?’ diye yazan ve konuşanlar Türkçe zevkinden mahrum olan zavallılardır.
Sebep kelimesi niçin kullanılmıyor? Arapça olduğu için! Türkçe olmayan kelimelerin dilimizden ayıklanması için! Peki, yıllarca radyolarımızda ve televizyonlarımızda her gün en az yüz defa kullanılan şu kahrolası ‘performans’ kelimesi Türkçe mi? Hayır! Fransızca. Peki, biz neden: ‘O türküyü okumakta, o yarışta, o güreşte çok başarılıydın!’ demiyoruz da ‘Performansın çok iyi idi.’ diyerek züppeleşiyoruz?