Ağustos 2014 itibarıyla işsizlik oranı %10,10 olarak açıklandı.

24 yaş grubunda ise işsizlik oranı %18,9 olarak açıklandı.

Ağustos 2013 döneminde işsizlik oranı %9,8, 24 yaş grubu işsizlik oranı %18,7 olarak açıklanmıştı.

Türkiye’nin nüfusu 77 milyon, TÜİK tarafından açıklanan 15 yaş üzerinde ve çalışabilecek durumdaki kişi sayısı 57 milyon, buna karşılık işgücü 29 milyon, tarım dâhil istihdam edilebilenler 26 milyon ve işsizlik oranı sadece %10,10 olarak hesaplanmaktadır.

Açıklanan yüzdeye göre yaklaşık 3 milyon kişi işsiz. Kalan 28 milyon kişinin kategorisi belirsiz.

Peki, çalışabilecek durumdaki 57 milyon kişi varken işgücüne giremeyen ve çalışmayan 28 milyon kişi bu hesabın neresinde?

İşsizlik yüzdesine giremeyen bu kişiler, işsizlik başvurusunda bulunmayanlar. Bu sebeple de ‘belirsiz’ olarak kabul ediliyorlar. 

Sanki hiç yaşamıyorlar!!!

Varlıkları kabul edilen işsizleri incelediğimizde; son bir yılda 1,2 milyon işsiz iş bulabilmiş.

Fakat 1,7 milyon gencimiz de 15 yaş sınırını aşş fakat iş bulamamış. Bu sebeple de bir önceki yıla göre işsizlik oranımız bir nebze artmış.

Önümüzdeki dönemde bu orana bir de Suriyeli ve Iraklı mülteciler de eklenecek.

Ağustos 2014 döneminde henüz oturma izinleri çıkmadığından işsizlik sayımına dâhil olmadılar.

Bir sonraki dönemin işsizlik oranı için görünen en büyük tehlike işte bu: Mültecilerin de işsizlik oranını yukarı çıkartabilecek olması.

İstihdam edilebilen kişilerin sadece %20’si sanayi ve imalat sektörlerimizde çalışıyor. %50,5’i hizmet sektöründe, %7,5’i inşaatta, %22’si tarımda iş bulabilmiş.

Kapitalist düzende söz sahibi olabilmenin temel sırrı (kurucu üye ABD hariç), sanayinin güçlü ve kalite standartlarının yüksek olmasıdır.

Hâlbuki bizde “hizmet” sektörü daha çok istihdam sağlıyor.

Peki işsizlik rakamlarında gördüğümüz 3 milyon başvurulu, 25 milyon başvurusuz bu dev işsizler ordusu iş dünyasını nasıl etkiler?

Kötü etkiler; çünkü işveren verimliliği artırabilmek için, mevcut personelini geliştirmek yerine, piyasada muhtemel olabilecek yetişmiş personel ile değiştirmeyi yeğleyebilir.

Bu da mevcut çalışanlar üzerinde ciddi bir baskı oluşturur.

Onlar da “Dışarıda benden daha iyi okul(lar) bitirmiş bunca işsiz varken…” diye kaygılanabilir ve hata kaçınılmaz olabilir.

Bu stres içerisinde üretilen ürünlerimizin verimliliği ve kalitesinin ardı ardına düşmesine neden olabilir.

Zor koşullar suç oranlarını da artırır.

İyi etkiler; çünkü kendimizi en zayıf hissettiğimiz zamanlar bizi dürter, uyarır ve dinç kalırız. Bu sayede daha da güçlenebiliriz. Böylece rekabet pozitif sonuçlanır.

Bu da yaratıcılığı, verimi artırır.

Aynı zamanda zor koşullar; psikolojik bazı hastalıkların daha hızlı iyileşmesini ya da hiç hastalanılmamasını sağlar.

Psikolojik bir sıkıntı içindeyken, diğer herkesin mutlu olduğu bir toplumun bireyi olduğunuzu düşünün, gerçekten derin yaralar alabilirsiniz, hayatınızdan bile vazgeçebilirsiniz.

Fakat toplumun büyük bir kısmında mutsuzluk, stres ve bunalım varsa, kendinizi onlarla kıyaslayıp o kadar da kötü hissetmezsiniz ve çok daha hızlı iyileşebilirsiniz.

Kıssadan hisse; “Her şerde bir hayır vardır.”