“BU MÜNAFERETİN KAYNAĞI NEDİR/KİMDİR?”

(Münaferet, karşılıklı olarak, birbirinden nefret etmek. Kastedilen, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve münsîbîni ile, İmam-Hatip-İlâhiyat nesli arasındaki farazî ve vehmî, münaferettir.) 

“Doğrusu Süleymancı olarak anılan cemaatin önder’lerinin din eğitimi kurumları aleyhine tutumlarının nereden veya kimden kaynaklandığı konusunda geçmişte ba’zı rivayetler ileri sürülmüşse de, güvenilir kaynaklardan duymadığım için yakın zamana kadar ben şahsen bu konuda bir şey söylememeye hep özen gösterdim.” 

“Bu rivayetlerin en önemlisi Merhûm Şeyh’leri Süleyman Hilmi Tunahan’ın İmam-Hatip Okulları için “İmam-Hatip,” okulları dediği ve bizzat bu okullar aleyhine talebelerine (talebe’sine olmalıydı) yön verenin bu Zat’ın kendisi olduğu rivâyeti idi. Gerçi bazı talebelerine (talebesine) sorduğumuz zaman bunun doğru olmadığını söylüyorlardı. Ama bu konuda onların söylediklerine ne kadar inanılabilinirdi? Bu yüzden okullarımız için “hatap,” sözünü ilk def’a gerçekten bizzat Şeyh Efendi mi söylemişti, yoksa başkası onun adına mı uydurmuştu? Bu konuda sahih ve sarih bir bilgim yoktu. Bu cemaatle yaşadığımız sıkıntılarda Kemal Kacar’ın olumsuz tutumu açık ve kesindi, ama Süleyman Efendi hakkında aleyh’te bir şey söylemek ihtiyata aykırı olurdu.” (Dr. Tayyar Altıkulaç – Zorlukları Aşarken, Cild 2/Sahife 727, 728) 

Hatırlatmak isterim, bir mülakatımız sırasında, kendisine, “Siz, bizim Üstaz’ımız, Süleyman Efendi Hazret’lerini hiç tanımamışsınız, tanıyamamışsınız,” dediğimde, “Evet! Tanıyamadık. Ama bunda kabahat bizde değil sizde! Zirâ siz bize tanıtmadınız,” demişti. 

Eğer bizler tanıtabilseydik, az da olsa, Dr. Tayyar Altıkulaç ve arkadaşları, Efendi Hazret’lerini tanıma şerefine erselerdi, elbette, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil birisinin bilkuvve irşadına tâlip olduğu bir nes’le hakâret kasdıyla, “Hatap,” diye aslâ hitap etmeyecek zarafette-nezâketle bir zât olduğunu anlarlardı. 

Süleyman Efendi Hazret’lerinin muasırı, zenâdîk’a’dan, Bosnalı, Sarı Abdullah namında bir zat, “Süleyman Efendi,” Ramazan gününde kuşluk vakti sucuklu yumurtalı kahvaltı ettikten sonra, Üsküdar, Gülnûş Vâlide Sultan Camiî’nde Ramazan ve oruç’un faziletinden va’az etmek ne de hoş oluyor,” diyen birisine bile mücamele’de bulunurdu. 

Osmanlı Medrese’lerinde, talebe veya Müderris olarak bulunduğu yıllarda, arkadaşlık ettiklerinden ba’zıları, Medrese’lerin kapatılması üzerine, kendilerine tevcîh edilen, hâkimlik, Müddaî Umumluk, Noterlik, Mahkeme-i Temyîz, Şûrâ-i Devlet azalığını kabûl ettikten sonra, sakallarını, bıyıklarını kesmişler, matrûş hale gelmişler, diğerlerine uyarak ve rejime de yaranmak için, şehir kulüp’lerinde, içkiye-kumara başlayan bile olmuştu. 

Süleyman Efendi Hazret’leri, bunlarla bile karşılaştığında, kendilerine mücamele ile davranmış, hal-hatırlarını sormuş, ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını, imkânlar ölçüsünde, karşılamış, içlerinden ba’zıları mesleklerini bırakıp, yeniden müftülük’lere, vaizliklere ve camii’lere dönmüşlerdir. 

Keşke, Dr. Tayyar Altıkulaç, “İhtiyata,” devam etseydi de, bütün muasır’larının, ittifakla, “Silistreli, Süleyman Efendi, Müteşirrî ve fakat, Zarîf, Nâzik, Nahîf Hoşsohbet bir Zât’tır,” dedikleri Süleyman Efendi Hazret’lerine bu kabil iftiralarda bulunmazdı. 

“Bugün (19.06.2009) Cum’a günü, dinlediğim sahih bir rivayet gerçekten önemliydi. Gerçi bu rivayetin “hatap,” sözcüğüyle bir ilgisi yoktu, ama Süleyman Efendiye mensup cemaatin okullarımız hakkında temel yaklaşımını ortaya koyması bakımından ilginçti ve düşündürücü idi. Rivayet doğrudan Süleyman Hilmi Tunahan’ın bir tepkisini bize taşıyordu.” 

“Ondan nakleden ilk râvî, İlim Yayma Cemiyeti’nin idare he’yetinde uzun yıllar hizmet etmiş bulunan Merhûm İsmail Niyâzi Kurtulmuş’tu. Ondan bizzat duymuş olarak bugün bana nakleden ise Prof.Dr. Bekir Topaloğlu idi. Yâni rivâyetin senedinde sika (güvenilir) râvîler vardı. Bu rivayette anlatılan olay, Kastamonu’lu işadamı Merhûm Ata Kulaksızoğlu’nun Sultanhamam’daki Mağazasında cereyan etmişti. Evet, Bekir Bey’in anlattığına göre ilk râvî Dr. İsmail Niyâzi Kurtulmuş şöyle anlatmıştı. 

“Bir hey’et olarak İstanbul (Çarşamba) İmam-Hatip Okulu için yardım talep etmek üzere Ata Kulaksızoğlu’nun Mağazasına uğramıştık. Süleyman Efendi Merhûm da Ata Bey’in yanında idi. Hey’et adına sözcümüz isteğimizi açıklayınca Süleyman Efendi tepki gösterdi ve “Çekin ellerinizi bu okuldan” diyerek, beklemediğimiz bir tavır ortaya koydu. Ben, “Efendi Hazret’leri biz bu çocukların, ailelerini tanıyoruz, hepsi mazbût kimseler. Biz onları bu okulda okutalım, yaz aylarında da size teslîm edelim. Siz de onların eksiklerini tamamlayın,” demeye çalışmışsam da, hoca bu teklifime yanaşmadığı gibi, tekrar bizi bu okulla ilgilenmememiz ve desteğimizi çekmemiz konusunda uyardı.” 

Yukarıya aldığım paragraf’ların kısaca tahlili. 

Sultanhamam’da mağazası olan, Kastamonu’lu İşadamı, Ata Kulaksızoğlu, Süleyman Efendi Hazret’lerinin, talebesinden, mensûbîn’inden değildi. Kendisini tanımazdı, hayatında hiç görmemişti. Mağazasının adresini bilmezdi. 

Efendi Hazret’leri, Bâyezid, Sultanahmed, Yenicami ve Arpacılar Camiî’lerinde, va’az ettiklerinde, bilhassa yaz günlerinde, diyâbetten rahatsız oldukları için aşırıcı derecede terliyordu. Bu camii’lere en yakın yer, Bahçekapısında, Rasimpaşa Han’ında bulunan, damadı, Merhûm Kemal Kacar’ın Yazıhane’sine uğrar üzerine değiştirirdi. İstisnâî olarak, Mensûbîn’den ve bağlı’larından, Kayseri’li, Merhûm, Hacı Refik Bürüngüz’ün, Bayezid-Gedikpaşa’daki Ticarethanesine, zaman zamanda, Sirkeci Gar’ının karşısında bulunan, yine, bağlı’larından, Kayseri’li, Merhûm Hacı Süleyman Kuşculu’nun Ticarethânesine, Konyalı olarak Meşhûr, Hacı Mustafa Doğanbey’in Lokantasına teşehhüd miktarı uğrar, selâmlaşır, köprüden vapura binip Üsküdar’a geçerlerdi. 

Dr.Tayyar Altıkulaç, “Rivayetin senedinde sika (güvenilir) râvî’ler vardı,” diyor ama, rivâyet, rivâyet mahalli, râvî’ler bakımından mualleldir. Rivayet mahalli bakımından, yukarıda izah edildiği gibi, rivayet isnad olunan zât bu mahalle hiç uğramamıştır. İlk Râvî bakımından da muallel’dir; Dr. İsmail Niyâzi Kurtulmuş, hâlen, Kültür ve Turizm Bakanı, Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un Merhûm, Muhterem Pederleriydi. Âmentü Şerhi Kitabının müellifi, Merhûm, Numan Kurtulmuş’un oğluydu. Evet! Bir vakitler İlim Yayma Cemiyeti’nin idare Hey’eti aza’ları arasındaydı. Ancak Süleyman Efendi Hazret’lerinin müntesibi-bağlısı olmamasına rağmen, kendisine son derece hürmetkârdı. Mesleği’nin son yıllarını İstanbul, Heybeliada Hastahanesi’nde geçirmişti. Devlet me’mur’larının, tabiî ki, Devlet Hastahane’lerinde çalışan hekimlerin de, sakal bırakmaları yasak idi. İsmail Niyâzi  Bey, bu Hastahane’de bir nev’i uzlet hayatı yaşıyordu. Devrin Başhekimi, Dostum, Merhûm, Zülfü Sami Özgen Bey’in müsamahası, yardımlarıyla, Hastahane pavyon’larından birisini, mescid-Kur’ân Kursu haline getirmiş, hasta’lardan isteyenlere, Kur’ân okutuyor, isteyenlere, Zarûrat-ı Diniyye’lerini öğretiyordu. Beş vakit namaz bu pavyonda, cemaatle, kılınıyordu. Kendisinin de sünnete uygun uzunca bir sakalı vardı. 

Zaman zaman, Dostum, Başhekim, Dr. Zülfü Sami Özgen Bey ile, Hastahaneyi ziyaret ederdim. İsmail Niyâzi Bey ile de, saatlerce sohbetim olurdu. Kendisi son derece ketum, zarif, nâzik bir zât idi. “Söz gümüş ise, sükût altındır,” Darb-i Meselesini kendisine düstûr edinmiş, Müslümanların ayıplarını değil, meziyetlerini hep öne çıkaran bir zat idi. 

Mümkün ve muhtemel değil ya! Farz-ı Muhal, İsmail Niyazi Beyin yanında böyle bir konuşma geçmiş olsaydı bile, İsmail Niyâzi Bey, bunu, unutur, aslâ üçüncü bir şahsa aktarmazdı. Hele hele, fitneye sebebiyyet verecek, son derece hürmet ettiği, bir Zât-ı Muhterem’in aleyhinde kullanılacak ba’zı sözleri aslâ birilerine aktarmazdı. 

İkinci râvî bakımından da muallel’dir. Hani, denilir ya! “Bozacı’nın şahidi, şıracıdır”, Merhûm, Prof.Dr. Bekir Topaloğlu, “Ellâ Mezhebiyye”nin ileri gelen mensuplarından birisiydi. 1970’li yılların ortalarında, devrin, UFUK Gazetesi’nde neşredilen bir Makalem’de, “Ellâ Mezhebiyye”nin, Ankara Ayağı, Dr. Tayyar Altıkulaç, İstanbul ayağı, Bekir Topaloğlu, İzmir ayağı ise, Hayreddin Karaman’dır, diye yazmıştım. 

Bekir Topaloğlu taraftı. Taraflı birisinin rivâyetine ve şehadetine nasıl i’tibar edeceğiz? “Reddiyye”, Serisinin devamında, Bekir Topaloğlu’nun daha başka mu’teber ve mu’temed kimselere, istinad ettirdiği, başka iftira ve bühtanlarına da cevap verilecektir. 

Hadis rivayetinde sağlam sened olan “sika”, bir sahâbî’ye istinaden, Müseylemetü’L-Kezzab, herhangi bir hususta bir rivayette bulunmuş olsaydı, ne kadar güvenilir, mu’temedün aleyh ise, bundan sonra gelecek ve Bekir Topaloğlu’na isnad edilen bütün rivayetler de aynıdır...