Batı’da, popülist sağın yükselmesine paralel olarak İslamofobi’nin büyüdüğü, BOP operasyonları nedeniyle Cehennem’e dönüşen Ortadoğu’da vekalet savaşlarının terör örgütleri eliyle yürütüldüğü bir süreçte, Batılı dostlarının, aynı güvenlik çatısı altında oldukları Türkiye’yi, terör ve terör saldırılarıyla baş başa bırakmalarının dostluk ve müttefiklik çerçevesinde inandırıcı bir açıklaması yoktur. Türkiye’nin “Bu nasıl dostluk?” haykırışı çok haklı bir sorgulamadır, sorgulamanın da ötesinde bir isyandır.

Fırat Kalkanı operasyonu, Türkiye’nin bir devlet refleksiydi; ülkemizi güney sınırlarımız boyunca kuşatmayı hedefleyen terör koridorunun önünü kesme hamlesiydi. Uçak krizi nedeniyle buzlanan ilişkilerin normalleştirilmesinin hemen ardından Fırat Kalkanı operasyonunun başlatılması, Erdoğan-Putin’in yakınlaşması, Moskova’da Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla yapılan görüşmeler sonrasında yayınlanan Moskova Anlaşması’nda, üç ülkenin de Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını açıklamaları, ABD’de heyecan uyandıran bir gelişme oldu. Times yazarlarından Boges, konuya ilişkin yorumunda, “Türkiye-Rusya yakınlaşması mantık evliliği. Erdoğan- Putin işbirliği Ortadoğu’yu yeniden şekillendirebilir. Oyunun kuralları yeniden yazılıyor” diyordu. 

ABD, Roges’in yorumunda sözünü ettiği,  “Ortadoğu’daki oyunun kurallarının kendi dışındaki aktörler tarafından yazılması” olasılığını asla kabul etmek istemiyordu. 24 Kasım’da Rus savaş uçağının düşürülmesi sonrasında, iki ülkenin, İran’ı da yanlarına alarak aynı masaya oturabilecekleri, 15 Temmuz’da yaşadığı darbe girişimiyle sarsılan Türkiye’nin, BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan terör koridorunun önünü kesecek Fırat Kalkanı operasyonu başlatabileceğine hiç şans tanınmamıştı, Okyanus Ötesi’nde..  

Fırat Kalkanı operasyon alanının dikensiz bir gül bahçesi olmadığı, bu alanda, başta IŞİD/DEAŞ olmak üzere, 27 ayrı terör örgütünün bulunduğu, çoğunun da yüzer gezer gruplar olduğu, zaman zaman saf değiştirdikleri biliniyordu. Çok güçlü silahlara sahip olmalarına rağmen, Afganistan deneyimi yaşamış olan ABD de Rusya da bu alanda bir kara operasyonu yapmayı göze alamıyorlardı. 

Fırat Kalkanı operasyonuyla alandan temizlemeye çalıştığımız IŞİD/DEAŞ’ın Irak ‘ın işgali sonrasında ortaya çıktığı, CIA ve MOSSAD tarafından kurgulandığı ve Suudi Arabistan ile Katar tarafından finanse edildiği ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)  kapsamındaki ülkelerde belli bir amaca yönelik olarak kullanıldığı ve kullanılmakta olduğu artık bir sır değil.

29 Ekim'de Rusya’nın, Hillary Clinton'ın, kişisel elektronik posta hesabı üzerinden yaptığı yazışmalarda kullandığı devlete ait gizli bilgileri ele geçirdiklerini açıklaması, Okyanus Ötesi’nde deprem yaşanmasına neden olmuştu. 

Neler yoktu ki bu belgelerde..  H. Clinton’un bu yazışmalarında, IŞİD/DEAŞ’ın kurgulanması, finansman kaynakları, silahlandırılmaları ve operasyonlarda nasıl görevlendirildikleri, Başkan Obama'nın imzasıyla Libya'nın istikrarsızlaştırılıp iç savaşa sürüklenmesinde ve işgalinde nasıl kullanıldıkları, 2011'de estirilen “Arap Baharı” rüzgarları eşliğinde Esat'ı devirmek ve ardından Irak'a saldırmak için Suriye'ye geçmeleri, orada CIA tarafından silahlandırılmaları ayrıntılarıyla anlatılıyordu. 

Bu skandalın patlaması sonrasında, 20 Ocak’ta ABD Başkanı olacak olan  D.Trump, Ortadoğu'daki kargaşadan Obama yönetimini sorumlu tutarak çok ağır eleştirilerde bulunmuştu:

"IŞİD'i Obama kurdu. IŞİD'in kurucusu o. Ve şunu da söylemeliyim, yardımcılığını da ezik Hillary Clinton yaptı. IŞİD Obama'yı onurlandırıyor. Obama'nın ikinci ismi Hüseyin'dir.”

Bütün bu gerçeklerin birinci ağızdan dile getirilmesiyle ABD’nin, IŞİD/DEAŞ’ı hedef alan Fırat Kalkanı operasyonunda, söz verdiği halde, Türk askerlerine neden hava desteği vermediği çok net olarak anlaşılmıyor mu?. “Kırk yıllık” dostumuz ABD, DEAŞ’ın vurulması  konusunda samimi olsaydı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin El Bab’ta gerçekleştirdiği, askerlik tarihinde örnek gösterilecek operasyona hava desteği vermesi gerekmez miydi? “Bu nasıl dostluk?” sorusu çok mu anlamsız?

FIRAT KALKANI ve TÜRKİYE’NİN İSYANI

Türkiye, Rusya ile uçak krizi nedeniyle buzlanan ilişkilerini normalleştirmesinin hemen ardından Fırat Kalkanı operasyonunu başlattı. Bu çok riskli operasyon, sınır güvenliğinin giderek tehlikeye girdiği gören Türkiye’nin bir devlet refleksiydi. 

Fırat Kalkanı, Ortadoğu siyasi haritasını yeniden şekillendirmek üzere bölgemize çullanan ve topraklarımızı üs olarak kullanan dostlarımızın, Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü hedef almış terör örgütlerini “karadaki dostlarım” diye sunmalarına duyulan tepkinin sonucudur.  

Fırat Kalkanı, Suriye’nin kuzey bölgelerinde oluşturulan kantonları birleştirerek Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak terör koridoru oluşturma çabalarına karşı, “Bu nasıl dostluk?“ haykırışıdır. 

Fırat Kalkanı, “Olmaz olsun böyle dostluk!” isyanıdır.

Fırat Kalkanı, Türkiye’nin, terör eylemleriyle kendisini baş eğdirmeye zorlayan kırk yıllık dostlarına verdiği, “Ben ezelden beri hür doğdum, hür yaşarım!” mesajıdır. 

TÜRKİYE’NİN, “BU NASIL DOSTLUK?” HAYKIRIŞI HAKLI BİR İSYANDIR

İçinde bulunduğumuz küresel konjonktürde, 2008’de su yüzüne çıkan küresel ekonomik krizle sarsılmış, “Arap Baharı” rüzgarlarından doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiş bütün ülkelerin ekonomik ve siyasi istikrara, dış ilişkilerde güven duyabilecekleri dostluklara ihtiyaçları vardır. 

Batı’da, popülist sağın yükselmesine paralel olarak İslamofobi’nin büyüdüğü, BOP operasyonları nedeniyle Cehennem’e dönüşen Ortadoğu’da vekalet savaşlarının terör örgütleri eliyle yürütüldüğü bir süreçte, Batılı dostlarının, aynı güvenlik çatısı altında oldukları Türkiye’yi, terör ve terör saldırılarıyla baş başa bırakmalarının dostluk ve müttefiklik çerçevesinde inandırıcı bir açıklaması yoktur. Türkiye’nin “Bu nasıl dostluk?” haykırışı çok haklı bir sorgulamadır, sorgulamanın da ötesinde bir isyandır.

NEDEN KAYGILIYIZ?

Kaygılıyız.. Neden kaygılı olduğumuzu ya da neden kaygı duymamız gerektiğini, Al Monitor yazarlarından Rus yorumcu Vladimir Aratkov, Batılı dostlarının, topraklarını üs olarak kullandıkları Türkiye’yi terör ve terör örgütleriyle baş başa bırakmalarının nedenini ve olası sonuçlarını şöyle açıklıyor: 

“Batılı dostların desteklerini çekmeye başlamaları, Türkiye’nin ulusal güvenliğini zayıflatıyor. 

(…) Türkiye, bölgesel güç olmakla yetinmeyip dünya güçleri arasına katılma arzusundadır, fakat Türkiye’nin kaynakları bunun içi yeterli değildir. 

Türkiye dünyadaki konumunu yeniden tanımlamaya çalışırken, bölgesel gelişmeler ve Türkiye’nin dengesiz dış politikası ciddi riskler üretiyor.

Türkiye’nin bu yeniden tanımlama çabası, Moskova dahil, bütün başkentlerde endişeyle karşılanıyor. (Bu noktada, “Başımıza ne geldiyse Suriye politikamızdan geldi” notunu düşerek, Numan Kurtulmuşsun kulaklarını çınlatalım: 08.08.2016 gazeteler)

(…) Ankara dış politikasını daha akılcı ve dengeli bir çizgiye oturtma şansına sahiptir.” 

Batılı dostlarımız bu niyette olmasalar dahi, Türkiye’ye karşı sergiledikleri tutumun küresel arenada yarattığı sonuç budur. 

Türkiye, Fırat Kalkanı bağlamında El Bab’ta IŞİD/DEAŞ’a karşı mücadele ederken, Batılı dostları tarafından yalnız bırakılıyor, yeterli istihbarat ve hava desteği verilmiyor. Terör Türkiye’nin içi sorunu haline geldi. Türkiye terör örgütleri üzerinden kaosa sürüklenmeye, Suriye’ye benzetilmeye çalışılıyor. 

Batılı dostlar, Türkiye’yi yalnızlaştırarak, terör eylemleriyle yorarak ödün koparmaya niyetleniyorlarsa, boşuna uğraşmasınlar. Türkiye, tarihi ve kültürel birikiminin kazandırdığı deneyim ve güçle bu badireyi de atlatacaktır. Fakat, Batılı dostlarının “Bu nasıl dostluk?” dedirten ihanetini de hiçbir zaman unutmayacaktır..