Her pazar günü olduğu gibi bu pazar günü de ailece toplandığımız kahvaltı için hazırlanmam gerekiyordu. Sabahın yedisi için kurmuş olduğum çalar saat bir kaç dakika sonra çalacaktı. O sinir bozucu saat sesini duymamak için kendimi şartlandırmış ve uyanmıştım. Saatin alarmını kapatıp biraz daha sıcacık yatağımda keyif yapmak istiyordum. Sırtüstü yatıp gözlerimi tavana diktim “Her pazar mecburmuşuz gibi o kahvaltıya gitmek zorunda mıyız?" diye kendi kendime düşünüyordum. İki ağabeyim de evli ve çocukları vardı. Eminim ki söylene söylene kahvaltıya geliyorlardı. Bu hafta annem aradığında özellikle “Mutlaka şık ve temiz gel” diye beni tembihlemişti. Sanki diğer günler çok kötü görünüyormuşum da bu hafta daha iyi görünmem gerektiğini söylemişti. Merak ediyorum acaba aynı lafları ağabeylerimede söylüyor mu? Bir on beş dakika kadar keyif yaptıktan sonra yataktan kalkıp hemen hazırlanmam gerekiyordu. Doğruca banyoya gidip duşumu aldım, tıraşımı olduktan sonra evden çıkmadan önce muhakkak içtiğim kahvemi hazırlamaya mutfağa gittim.

Bahar gelmiş fakat hala keskin geçen kışın soğuk havası evi terk etmemişti. Kahvemi yudumlarken televizyonda günün haberlerini izliyordum fakat daha fazla vakit kaybetmeden yola çıkmam gerektiğini düşünüyordum. Annemlerin evine aracımla yaklaşık kırk beş dakika uzaklıkta olduğumdan herşeyi planlamış ve harekete geçmiştim. Asfalt yol, kışın etkisinden nasibini almış ve bir hayli bozulmuştu. Bu asfalt yolların bozukluğu gideceğim mesafeye on- on beş dakika daha ekleyecekti. Hava ılık, güneşli ve bahar ayının geldiğini müjdeliyordu. Herkeste olduğunu düşündüğüm o kıpır kıpırbahar sevinci bende de belirmiş içim içime sığmıyordu bu sabah.

Otuz altı yaşıma gelmiş ve yalnız yaşayan evin en küçük oğluydum. Ağabeyimler evlenene kadar ailemle yaşamış ve hala onlardan bir türlü kopamıyorlardı. On senedir yalnız yaşıyor ve bu durumdan keyif alıyordum. Bu hayatı kendim istedim ve bu şekilde yaşamak için çok çalıştım. Şu an işe ilkbaşladığım firmada genel müdür yardımcısı olarak çalışıyor ve kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyordum. Sanırım bu cesareti ve isteği ağabeyimler gösteremedi. Bense her zaman kendime "Hayattan korkma ve hayallerinin peşinden koş" öğüdünü verdim. Pazar kahvaltısı her hafta saat dokuz gibi başlar ve öğle saatine kadar devam eder. Bu hafta nedir özel olan henüz anlayamadım, yirmi dakika sonra annemin evine gidince anlamayı ümit ederek yola devam ettim. Havanın güzelliğinden olsa gerek arabada dinlediğim  müzik beni düşüncelere boğmuştu. Ailemin beni evlendirmek için harcadığı çabalar yalnızlığın tadını yaşayınca her zaman boşa çıkarmıştı. Evlilik taraftarı olan bir insan asla olmadım. Evliliğin aileleri mutlu etmesi için olamayacağını da her zaman aileme açıkladım. Yeni ayrıldığım kız arkadaşımla da onun evlenme ısrarları yüzünden bitmişti. Neden evleneceğim? Evlilik mecburi bir müessese mi? Hep bunları düşünür ve evlilikten hep uzaklaşırım. Ağabeyimler gibi evlenip çocuk sahibi olmak ailem için en büyük gururdu sanki. Eve yaklaşmama kısa bir süre kalmıştı ve annemi arayıp "Eksik bir şey var mı?" diye sorduğumda "İki ekmek alırsan fena olmaz" diye söylemişti. Eve yakın olan fırına girdim, en sevdiğim iki ekmeği seçip kasaya paramı yöneltmeye döndüğümde önümde kocaman boş bir tekerli sandalye ile karşılaştım. Sadece başında hoş bir bayan bu boş olan tekerlekli sandalyeyi sürüyordu. Kendisinin geçmesine izin vererek kasaya aldığım ekmeklerin parasını ödedim ve arabama doğru ilerledim. İçimden "Bu bayan sanırım boş olan tekerlekli sandalyeyi ekmekle dolduracak ve hastaneye bu ekmekleri satmaya götürecek" diye düşünüp aynı zamanda da gülümsüyordum.

Nihayet pazar kahvaltımızın yapılacağı aile evine gelmiştim. Kapının önünde zile basmak için elimi kaldırdığımda, içeriden tüm ailenin geldiğini anlatan konuşma ve çocukların bağırarak oyun oynama sesleri geliyordu. Kapıyı her zamanki gibi annem açmış ve boynuma sımsıkı sarılmıştı. İçeri girdim anneannem, babam, ağabeylerim, yengelerim ve toplamda beş yeğenim her zamanki gibi pazar kahvaltısı için hazırlardı. Hepsini selamlayıp hepsiyle kucaklaştıktan sonra annemin bugün neden bu kadar titizlendiğini öğrenmek için yanına mutfağa gittim. "Nedir bugünün özelliği? Neden iyi giyinmem için beni uyardın? diye anneme sorarken kapı çaldı ve annem “Bu!" dedi. Koşarak gidip kapıyı açtı ve hiç tanımadığım bir bayan sesi "Hoşbulduk" dedi. Annem bağırarak "Herkes geldi kahvaltı için masaya geçebilirsiniz " derken ben mutfakta sadece bu gelen yabancı bayanın kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Herkes masaya otururken gelen bayanı tanıyorlarmış gibi davranıp samimi konuşmaya devam ediyorlardı. Ne olup bittiğini anlamam uzun sürmedi. Beni yeni bir bayan ile tanıştırmak istedikleri apaçık ortadaydı. "Of anne, of!" diyerek mutfaktan çıkıp masada yeni tanışacağım kız ile önceden ayarlanmış, kızın karşına oturacağım sandalye boş bırakılmıştı. İçimden bu sıkıcı ortamdan bir an önce kaçmam gerektiğini düşünüyordum. Herkesin yüzüne teker teker bakıyordum. Masada ben hariç herkes de mutlu bir surat ifadesi vardı. Bazen konuşmalara katılıyormuş gibi yapıp kafamı sallıyor ya da gülümsüyordum. Karşımdaki kıza da göz ucuyla bakmayı ihmal etmiyordum. Kız; güzel, kültürlü, konuşkan sempatik fakat bu tip tanışmalardan hiç haz almadığım bir ortam olduğu için kızın tüm pozitif yönleri bende ters tepki veriyordu. Belki başka bir ortamda ve zamanda bu kız ile tanışsam daha farklı olabilirdi duygularım. Bir an önce kendi evime gidip pazar keyfi yapmak istiyordum. Buradan çıkmam için bir bahane uydurmam gerekiyordu. Bir yarım saat sonra "Benim havaalanına gidip bir müşteriyi karşılamam gerekiyor. Müşteriyi oteline yerleştirip geri geleceğim" demiştim masada konuşmaların arasında. İnandırıcı bir yalan mı oldu bilmiyorum ama yarım saat sonra kendimi arabamın içinde evime giderken bulmuştum. Tabi ki geri dönmeyip yalnız başıma pazar keyfi yapacaktım. Hava o kadar güzeldi ki evime giden sahil yolunda herkes dışarıda yürüyüş yapıyordu. Birden arabayı park edip sahilde yürümeye karar verdim. Sahilde dalga sesleri o kadar hoş geliyordu ki ayakkabılarımı çıkarıp, denizin kenarından yürümeye başladım. Su çok soğuk fakat dalganın etkisiyle yüzen kum tanecikleri ayağıma masaj yapıyordu sanki. Bir hayli yürüdüğümü çok fazla insan olmayan bir yerde olduğumda anladım. Denize doğru on metre kadar uzanan tahta bir iskele vardı karşımda. İskelenin en başında biri oturmuş ayaklarını denize sokarken, denizde taş yüzdürmeye çalışıyordu. Bende yanına gidip taş yüzdürmek istedim bir anda. İskeleye doğru yürürken yüzdüreceğim taşları da topluyordum. Arkası dönük, denize doğru bakan bu kişi dalga seslerinin gürültüsünden ancak yanına gidince beni farkedecekti. Yaklaşmaya başladığımda bu kişinin kocaman şapkası olan bir bayan olduğunu fark ettim. "Merhaba." dedim. Sadece yüzüme bakıp taş yüzdürmeye devam etti. Selamıma bile karşılık vermemişti. "Oturabilir miyim?" diye sorduğumda eliyle işaret ederek oturmamı istediğini söylemişti sanki. Oturdum. Topladığım taşları ikimizin ortasına koydum ve onun gibi ayaklarımı denize batırıp taş yüzdürmeye başlamıştım. Bir kaç denemeden sonra taşları denizde sektirmeyi başarmıştım. Sanki yarış ediyor gibibirbirimizin taşlarını kim daha çok sektiriyor diye sayıyorduk. Hırslı bir bayandı ve yarışı hep ben kazanıyordum. Onun taşları bitmiş ve yarıştan elenmişti. Ayaklarını denizde oynatıyor ve güneşin keyfini çıkarıyordu. Ne kadar beyaz ve küçük ayakları olduğunu fark ettim. Konuşmuyorduk sadece ufka bakıyorduk. Tanışmak istiyor, adının ne olduğunu merak ediyordum. İlk hamleyi yapmak için karar verdim ve adımı söyledim. Hiç beklemiyordum oda hemen adını söyleyip, memnun olduğunu belirtti. Baharın gelişini, denizin güzelliğini, gökyüzünün maviliğini konuşup sanırım birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. "Sıkıldıysan yürüyelim." dedim. "Hayır biraz daha burada oturmak istiyorum. İstersen sen git. Ben burada çok iyiyim." dedi ama hiç yanından ayrılmak istemiyor ve sohbet etmek istiyordum. Annesi ile yaşadığını, babasını kısa bir süre önce kaybettiğini, şimdi çalışmadığını, benim yaşadığım eve çok yakın oturduklarını, her şeyi konuşuyorduk. Sohbet o kadar hoşuma gidiyordu ki saatlerce burada kalabilirdim. 

Öğlen olmuş sahil bir hayli dolmuştu. Fakat dalga sesleri sahildeki insanların konuşmasını duymamıza engel oluyordu. İskeleden son anda fark ettiğim bir gürültü sohbetimizi bölmüştü. Arkamı yavaşça döndüğümde ekmek almak için girdiğim fırındaki boş tekerlekli sandalye ve onu süren bayanla karşılaştım. Fakat tekerlekli sandalye yine boş ve sandalyeyi süren bayan  gülümsüyordu. "Merhaba" dedi bayan. Ayaklarımı denizden çıkarıp ayağa kalktım ve bende "Merhaba" dedim. Kadın "Kızımla tanışmışsınız." diyerek gülümsedi. Şaşırdım ve kekeleyerek evet dedim. Kadın sonra "Kızım, eğer gitmek istersen gidebiliriz" diye yeni tanıştığım kıza söylüyordu. " Gidelim" dedi kız. Anne sürmüş olduğu tekerlekli sandalyenin frenlerini kilitleyip sandalyenin oynamaması için önlemini almıştı. Kızın yanına eğilerek, onu dikkatli bir şekilde kucaklayıp tekerlekli sandalyeye oturttu. Şaşkınlıkla onları izleyip bu güzel tatlı, sempatik, konuşkan kızın sakat olduğu aklıma hiç gelmemişti. Çok şaşırmıştım ve tüm konuşmalarımızı hatırlamaya çalışıyordum. Yavaş yavaş iskeleden geri dönerken anne kız önümde ben arkalarında yürürken yaşadığım şoku atlatmaya çalışıyordum. Annesi döndü ve “Biz eve doğru yürüyoruz. Mutlu pazarlar, belki bir gün yine karşılaşırız." dedi. Sadece ağzım kurumuş bir şekilde kekeleyerek "Benim evimde size yakın, birlikte yürüyebiliriz." dedim. Yolda yürürken park ettiğim araba aklıma geldi fakat bu iki bayanla yürümek daha keyifli olacağından arabamı sonra alırım diye düşündüm. Yürürken en çok anne konuşuyordu. Geçen sene bir trafik kazasında eşini kaybetmiş ve bu güzel kız felç olmuştu. Genç kız yeni yeni dışarı çıkmaya başlamış, onun da kendinin bu duruma düştüğünü kabullenmesi zaman almış. Fakat asla umudunu yitirmemiş vehala hayat mücadelesi veriyordu. Yürürken üçümüz o kadar çok konuyu paylaşıp konuşuyorduk ki genç kızın sakat olduğunu hiç düşünmüyorduk. Annesi birden "Sen kullanmak ister misin?" diye sorduğunda çekinerek “Evet.” dedim ve hayatımda ilk defa bir tekerlekli sandalye sürüyordum. Tuhaf bir duyguydu ama duygularımı belli etmeden hem yürüyor hem sohbet ediyordum.

Aradan yıllar geçti. İskelede taş yüzdürüp yarış yaptığım genç kızla çok iyi arkadaş olmuş ve her gün birlikte dolaşmaya çıkardık. Birbirimizi çok iyi anlıyor ve bu kurulan dostluğu her geçen gün daha da zenginleştiriyorduk.

Hayır evlenmedim. Yalnızım ama dostlarım var. Dostluklar evlilikten daha öte şimdi.