Bizlerin, günlük olaylardan bahisle yorum yazıları yazmaktan ziyade, yakın tarihimizde zuhur etmiş hayati vak’aları yorumlarımızla birlikte okuyuculara sunmamız, daha akılcı bir yol olur inancındayım!...
Zira; dününü iyi bilmeyenin, günü veya yarınları hakkında makaleler okumasının, bilgi edinebilmesi açısından hemen hiçbir fayda sağlamaz ve tam tersi, yanlış yola sürükler!..
Dolayısıyla, en azından yakın tarihimizi gücüm nispetinde siz değerli okuyucularıma aktarabilmek için var gücümle çalışacağım. İnşallah olumlu neticeler alabilirim!...
Geçen yazımızda, İngiltere’nin “Gizli isteklerini” sergilemiştik ve o menhus İngiliz isteği uğruna, nice kan akmış, nice vatan evlâdı Şehit olarak, genç yaşta hayata veda etmeye mecbur bırakılmıştı...
Bizim cılız kahraman(!) Ali Suâvî Efendi, ne garip bir tecellidir ki, bahsi edilen trajediler zincirinin önemli halkalarından birisi olabilme talihsizliğine uğramıştır.
Gerçi onun başını çektiği cılız ihtilâl hareketi anında bastırılmış ve İhtilâlcilere aman tanınmamıştır. Bu doğrudur. Ancak, karmaşık ruhlu bu cılız adam lehine zaman içinde olumlu kitaplar neşredilmiş, Ansiklopedilerde; (Türkçülüğün öncülerinden bir münevver zat olarak kayıtlara geçilmiştir.)
İstense de istenmese de (Osmanlı Tarihi, Türk Tarihidir.) Bunun aksini iddia etmek; Güneşi balçıkla sıvamaya benzer!...

ÇIRAĞAN VAK’ASI (1878)


Bazı güçler tarafından desteklenirken, işi bittiğinde aynen bir Limon çöpü gibi atılan, Sarıklı İhtilâlci; Mektebi Sultani Müdürlüğünden atıldıktan ve de Saray Müşavirliğinden de uzaklaştırıldıktan sonra, maddi açıdan tam manâda sıkıntıya düşen Ali Suâvî, son darbe olarak Refikası’nın da kendisini terk etmesi ile tamamen çöktü ve Üsküdar Şemsi-paşa’da, “Direkli Yalı” namıyla maruf bir yalıya taşınıp içine kapandı. Ancak bu durumu uzun sürmedi; Üsküdar Sultan-Tepesi’nde ikamet eden, “Süleyman Asaf Sopaslan”la tanıştı.
Mevzubahis şahıs; “V.Murad” ekolünden, edebiyatçı olarak tanınmış ve fakat, san’atçılığı’nın yanı sıra silme bir komiteci serdengeçti idi. Yanî bizim Sarıklı İhtilâlci için adeta biçilmiş kaftandı. Hemen hepsi güzeldi de, Suâvî’nin dışında ayrı bir İhtilâl Komitesi daha kurulmuş: (CERAHPAŞA CEMİYETİ) adıyla faaliyet gösteren bu illegal kuruluş, “V.Murad’ı taht’a geçirebilmek gayesiyle meydana getirilmişti.”
Suâvî’nin öldürülmesinden sonra faaliyete geçen bu kuruluş; hareketi esnasında Suâvî adının kullanılması, II.Abdül-Hamid Hân’ın yanılmasına sebep olmuştur.

İHTİLÂLE HAZIRLIK DÖNEMİ

(93-Harbi) kaydıyla savaş tarihimize geçen meşhur muharebede mağlubiyete sürüklenildiğinde, (1878) Rus-Ordusu; “Ayos-Stefanos”a gelmişti. “Yeşilköy”
Rumeli’de henüz düşman istilâsına uğramamış mahallerin ahalisi; Osmanlı-Ordusu’nun bakiyeleriyle birleşerek; Rus-Ordusu’nun ric’at yollarını kesebilme hareketine girişmişlerdi. Mezkûr hareket paralelinde: Rodolp-Balkanları ile Despot-Dağları’nda, “gerilla üsleri” meydana getirilmişti.
Rumeli’ndeki bu faaliyetleri öğrenmiş bulunan Suâvî ile Süleyman, komite toplantısında, meseleyi enine boyuna tartışarak şu sonuca varmışlardı:
(-: Osmanlı Devleti’nden, Çarlık Rusya’sı, akıl almaz isteklerde bulunmakta ve köşeye sıkıştırdığı bu Cihan Devleti’ni, küçümsemek gibi seviyesizlikler sergilemekteydi...
Dolayısıyla; mevcut durumu dikkate alarak, derakap harekete geçmeli ve küstah Ruslara hak ettikleri ders verilmeliydi.)
Bu fikir ve görüş paralelinde harekete geçen Sarıklı İhtilâlci Suâvî, tasarısını fiiliyata geçirebilmek için, aradığı ortama erişilmiş olduğu inancıyla, ihtiyacı olan yandaşlarını da bulup meydana çıkardı. Şöyle ki; Payitaht İstanbul’da bulunan (Filibeli muhacirler) hayli kalabalıktı ve Suâvî’yi, ziyade sevmekteydiler.
Bu sevginin kaynağı ise: Filibe’deki “Yeşilli-Oğlu Camiî”nin vâızı olduğu yıllarda, tesirli hutbelerle hemen hepsinin de kalplerini kazanmış ve hiç beklemediği hâlde, Filibeliler onun safında bir güç teşkil etmişlerdi ki, ihtiyaç his ettiğinde, en az “200-250” kişi emrine amade yanı başında olabilecekti.
Ali Suâvî’nin güveni ve plânı buydu ve bu esas üzerine harekete geçen Suâvî’nin plânındaki başlıca unsur ise: “Filibeliler’den müteşekkil bir kuvvetle, ihtilâl hareketine girişip; V.Murad’ı Çırağan Sarayı’ndan kaçırıp, taht’a yükseltmek ve daha sonra Rumeli’de Padişah’ın liderliğinde Rusya’ya karşı mücadeleye girişmek.
Söz gelimi, muvaffak olunmuş olsun. Peki Rumeli’ye nasıl geçilecekti?... Sarıklı İhtilâlci, onun da çaresini düşünmüştü; V.Murad bir İngiliz Savaş Gemisi ile kaçırılıp, böylece Rumeli’ye geçirilecekti.
Evet! Plân buydu ve kader arkadaşı Süleyman Asaf da plânı pek beğenmişti. Bu iki maceraperest serdengeçti’nin çocukça plânına en acıdır ki, “aklen malûl” sabık Padişah da âlet edilmekteydi...

İNGİLİZLER’E OLAN GÜVENİN ASLI!...

Sarıklı İhtilâlci’nin İngiliz’lere olan güvenin aslı ise şuydu: Ali Suâvî; İngiliz’lerin iki sebepten dolayı yardımlarını esirgemeyeceğine dair kalıbını basacak kadar emindi ve bunları iki maddede dile getirmekte, hemen herkesin bu hususta en ufak bir endişe duymamasını söyleyerek, adeta garanti vermekteydi!..
1-: (Kıbrıs-Adası, İngiliz Deniz Hâkimiyeti açısından, İngiltere için hayati derecede önem taşımaktaydı. Bu sebeple uzun zamandır ki, Kıbrıs-Adası İngiltere’yi cezp etmekteydi.)
2-: (İngiltere, Rusya’nın, Payitaht İstanbul’a girmesine şiddetle karşıydı.)
İşte, bizdeki üst düzey Devlet politikası ve varılan sonuçlar!... Denecektir ki, canım Sarıklı İhtilâlci’nin görüş ve değerlendirmesiyle, Devletimizin üst düzey değerlendirmeleri bir midir?..
Evet! Maalesef birdir ve o değişmez görüş ne acıdır ki, varlığını günümüze kadar eriştirebilmiştir?!... Bu nasıl olmuştur? Şöyle olmuştur: Bizler koca Osmanlı Devleti’ni hiçe saymış, yabancı Devletlerin yardımlarıyla, devirmeye kalkışmış ve de ne acıdır ki, eninde sonunda muvaffak olabilmişiz.
Çok değil, 1700’lere doğru geçmişimize baktığımız zaman, bizim Devlet adamlarımızın çoğunluğunun, her daim, yabancı tesiri altında hareket ettiğini görürüz.
O Devlet adamları ki, ülkesi içinde yaşayan “dini azınlıkları” hor görürken, diğer taraftan Avrupa Devletlerini adeta baş tacı etmekte, hele “Büyük Fransa İhtilâli” onların başlarının tacı olmuş, onun büyüsünde koca bir Cihan Devletini yerle yeksan etmişlerdir...
Suâvî’nin bilhassa dikkate alması elzemken, gözünden kaçırdığı şu çok önemli husus vardı: (muvaffak olunsun veya olunmasın) hareketin başında yüksek rütbeli bir asker Komutan olmadı mı, olumlu neticeye varılamazdı.
Aşırı kin ve hırs kurbanı Ali Suâvî’nin gözleri öylesine kan bürümüştü ki, bu nüansı görüp ayırt edebilmesine imkân yoktu. Dahası, Osmanlı Devleti’nin Rusya’dan sonra en büyük düşmanının İngiltere olduğunu da göremeyecek kadar adeta körelmişti!...
“20 Mayıs 1878” tarihinde, (18 Mayıs 1878) gösteren kaynaklar da mevcuttur. Yandaşlarına “harekete geçin” emrini verdikten sonra, Kuzguncuk’tan bindiği bir mavna ile deniz tarikiyle “Çırağan Sarayı”na doğru yola çıkan Ali Suâvî yol boyunca sabit nazarlarla “Çırağan-Sarayı” cihetine bakıp durmuştu.
Diğer taraftan başlarında, Filibeli Ahmed Paşa’nın bulunduğu bir grup, Rumelili serdengeçti; Orta-Köy’de Mecidiye Camiî önünde toplanmışlar, bekledikleri talimatı aldıktan sonra Çırağan’a doğru yola çıkmışlardı.
Bu esnada Ali Suâvî mavnaya doldurduğu Filibeli muhacırlarla birlikte karaya çıkmış ve “300-400” civarı serdengeçti ile Çırağan Sarayı iskelesine çıkarak, saraya doğru ilerlemeye koyulmuştu. Öğle sıcağının tesirinde adeta uyuşmuşçasına; mamur, mamur bakınan nöbetçilerin bazıları gafil avlanırken, bazıları da şaşkın, şaşkın bakınıp durmuştu.
Bu meyanda silâh sesleriyle harekete geçen Yıldız-Sarayı, Beşiktaş Muhafızlarını karşı harekete geçirmiş ve böylece; isyancılarla silâhlı çatışmaya girilmişti...
Deniz tarafındaki camları kırarak içeri giren isyancılar, planlandığı gibi, “V.Murad’ı kaçırabilme hareketine giriştiklerinde aklen malûl olmasına rağmen şiddetle direnen V.Murad, mevcut plânın bozulmasına sebep olmuştu. Diğer taraftan “Beşiktaş Muhafızları” da, kontrolü tamamen ele geçirmelerinden sonra, o malûm ihtilâl hareketi balon gibi sönmüştü.
Ali Suâvî’ye gelince; bu tabiat ucubesini; “7-8 Hasan Paşa” Suâvî’yi görür görmez; Bir şimşir sopa ile başına vurduğu şiddetli bir darbe ile oracıkta öldürmüş ve Çırağan Sarayı bahçesinin bilinmeyen bir mevkiine gömülmüştür.
Sadece bu vak’a dahi koca İmparatorluğumuzun zaman, zaman ne gafil ellere düştüğünü göstermektedir ki, II.Abdülhamid Hân gibi dehaların, böylesi sarsaklardan neler çektiğini en azından hissedebilirsiniz!...
Evet, o aziz Padişah muhteşem Devleti’ni sadece dış değil, aynı zamanda iç düşmanlara karşı da 33 küsur sene tek başına denebilecek bir ortam içinde korumaya çalışmıştır.
Mekânı her daim Cennet olsun!