Selçuklular, İç Asya’da henüz yeni kurulmuş bir ülkeydi. Güçlenme dönemindeydi ve bölgesinde hakim bir güç haline gelip Doğu Roma ile komşu olmuştu. 

Fakat bu komşuluk diğer adıyla Bizans’ın hoşuna gitmemişti. İmparator Romen Diyojen ordusunu toplayıp Selçuklu Devleti’nin üzerine yürüdü. Yürürken de güzergâhında olan yerlerde ordusuna katılmayanları yakıp yıktı. En büyük zararı da Ermenilere verdi.

Oysa Selçuklu böyle yapmıyordu. Girdiği savaşlarda şehirleri yakıp yıkmıyor, talan etmiyor, sivil halka asla zarar vermiyordu.  Bu da halklara güven veriyor, sevgi aşılıyordu.

Ve o tarihlerde, Suriye’de bulunan Selçuklu Sultanı Alparslan’ın hedefi başkaydı. Büyük Komutan, İslam ülkeleri için tehdit oluşturan Şii-Fatımi Devleti üzerine sefere çıkmaya hazırlanmış, ordularını Mısır’a doğru harekete geçirmişti. 

Sana -günümüze dair- bir şey hatırlatıyor mu bu durum?

Alparslan, Diyojen’in kendisine doğru geldiğini haber alınca Mısır seferini durdurdu, casuslarını Doğu Roma askerlerinin içine saldı.

Kimler vardı Doğu Roma Ordusunda, onu da söyleyelim. Diyojen Rus (Slav) Ermeni, Bulgar, Alman, Frank, Gürcü, Peçenek ve Uzlar'dan oluşan bir ordu kurmuştu.  Yedi Düvel desek yeridir değil mi!

Yoksa sana bir şey hatırlatmadı mı!

Aynı Birinci Dünya Harbi gibi, Çanakkale gibi değil mi? 

Hatırla; o zaman da İngilizler Aborjinlileri, Yeni Zelendalıları, Afrikalıları savaş gemilerine doldurup üzerimize sürmüştü.

İyi düşün; Diyojen’de Malazgirt’e giderken aynısını yapmış, değil mi?

Bizans Ordusu Sivas’ta son hazırlıklarını yapıyor, savaş stratejisini görüşüyordu. Birinci planı Roma ordusunun en tecrübeli komutanı olan General Nikefor Bryennes ile Türk asıllı savaş stratejisti General Magistors Tarkhal getirdi. Bu iki generalin teklifi “Türklere karşı tedbirli ve ihtiyatlı hareket ederek Erzurum’a ilerleyip burada konuşlandıktan sonra Türkleri kışkırtarak üzerlerine çekmek ve savaşı Roma Toprakları içerisinde yapmak” şeklindeydi. 

Bir de sadeleştirerek yazalım; Bizans Ordusu’nun Türklere nasıl saldıracağının planını bir Türk General olan Magistors Tarkhal yapmıştı!

Sana -bugüne dair- bir şey hatırlattı mı?

Diyojen, Tarkhal’ın önerisini değil de, ikinci alternatifi tercih ederek “İstila ağırlıklı stratejiyi” kabul etti.

Yoksa bu da mı –bugüne dair- bir şey hatırlatmadı sana!

Diyojen’in Ordusu 70 bin, Alparslan’ın ordusu 40 bin kişilikti.

Savaş 26 Ağustos 1071 Günü Malazgirt’te yapıldı.

Bilirisin; o tarihte top-tüfek, F 16- tank gibi gelişmiş savaş aletleri yok.

Bırak bunları, daha G-3 bile yok!  Oklarla, kılıçlarla, mızraklarla savaşılıyor.

Öyle tepeden şehirleri bombalayıp geçmek yok. Ölüm, karşı karşıya gelmiş iki askerin kılıcının ucunda!

Malazgirt Ovasının Anadolu ucunda Diyojen, öte ucunda Alparslan var.

Selçuklular, Cuma Namazını kıldıktan sonra savaş başladı. 

Dikkat et; İslam ordusu namazdayken ok yağmuruna tutmadı Bizanslılar, ibadetin bitmesini beklediler.

Yoksa sana bu da mı -bugüne dair- bir şey hatırlatmadı?

Oysa, “Bizans bile bunlardan  delikanlıymış” diyeceğini sanıyordum!

Savaş Cuma namazından sonra başladı.

Diyojen’in “Türkleri yok etme hayali” üzerine kurulu savaşın ileri noktalarında, Roma Ordusunda çözülmeler oldu.

Alparslan’ın casusları işi başarmış, Diyojen’in ordusunda gedikler açmıştı. Roma ordusundaki kimi Türkler ve Ermeniler Selçuklu adına kılıç sallamaya başlamıştı.

Vakit akşam olurken, 70 bin kişilik Bizans Ordusu perişan oldu, İmparator Diyojen esir alındı. 40 bin imanlı insan, 70 bin kişilik orduyu mahvetmişti.,

Kadere bak ki; Mısır’a gitmeye hazırlanan Selçuklu’ya Anadolu’nun kapısı açılmıştı. 

Merkezi Suriye olan devletin yolu artık batıya doğru akıyordu.

Sakın -Bu da bana bir şey hatırlatmadı- deme!

Birinci dünya savaşında “Kafkas, Kanal, Filistin-Suriye, Çanakkale, Hicaz-Yemen, Makedonya, Galiçya, Romanya cepheleri açıldı.” diyorsun da, coğrafyadan bahsetmiyorsun.

Dur ben söyleyeyim; Kafkasya Karadeniz ile Hazar Denizi arası, Yemen Kızıldeniz’in, Aden Körfezinin kıyısı, Filistin Ortadoğu, Makedonya Balkanlar, Galiçya  Macaristan, Romanya  Orta Avrupa demekti. 

Bütün bu cephelerin açılmış olması İstanbul’a, Payitahta varabilmenin tek yoluydu.

Haçlıların açtığı bütün bu cephelerden Anadolu’ya yapılan saldırıların durdurulduğu yerdir Çanakkale.

“Anlamadım” deme!

… 

Biliyorlardı; Çanakkale düşmeden İstanbul düşmez, İstanbul düşmeden de İslâm düşmezdi.

İstanbul’a giden yol da Romanya’dan, Galiçya’dan, Filistin’den Yemen’den, Kafkasya’dan başlıyordu.

Sen bilmezsen söyleyeyim; buralar bizim ata yurdumuzdu!

İşte buralardan çekile çekile geldik Anadolu’ya. Yorulduk, kırıldık, askerimiz kalmadı da, zamanın devlet düşmanı eşkiya bile “vatansız yaşanmaz” deyip cepheye asker olmuştu.

Sen de kalkmış, “Bir gün bile sürmedi.” diyerek 15 Temmuz İşgal Girişimini püskürten kahramanlığı küçümsüyorsun.

“Limana düşman gemisi yanaşmadı.” diyorsun da, gasp edilip denize açılan gemileri görmüyorsun.  

Rodos’ta bekleyen İngiliz uçaklarını, sınırda işaret bekleyen PKK ve DAEŞ militanlarını görmüyorsun.

İçimize sızan hainlerin sekizinci düvel olarak bizim uçaklarımızı, tanklarmızı ele geçirip ülkeyi bombaladığını, ateşe verdiğini söylemiyorsun.

O gece gelenlerin İngiliz, Alman, Fransız olmadığı söylüyorsun da, onların maşası olduğu söylemiyorsun.

NATO’nun bile “Bunlar NATO subayı ama darbe emrini bizden almadılar.” diye kendini savunmaya çalıştığını duymamış olamazsın!

Çanakkale’ye analar 14-15 yaşında çocuklarını kına yakıp yolladılar.

15 Temmuz günü şehit olan Abdullah Tayyip Olçok, Engin Tilbaç, Halil İbrahim Yıldırım ve Mahir Ayabak da o yaşlardaydı ve kınasızdı.

Çünkü bu defa düşman aniden gelmişti, kınaya vakit yoktu! 

Kardeşlik hukukuna gelince; 

Memleket semalarında F 16 uçurup Milletin Meclisini, Cumhurbaşkanlığını, Polis Teşkilatını, halkı bombalayan adam kardeş değil, ancak” kalleş” olur.

Milletin emaneti olarak bindiği tankı halkın üzerine sürüp ezen caniye kim ‘kardeşim’ diye sahip çıkar, benim aklım hafsalam almaz. Seni bilmem!

Bu kadar ucuz kardeşlik olmaz!

Alparslan 1071’de Bizans İmparatoru’nu mağlup edip Anadolu’dan söktü attı.

Hem de yarım günde. Ve yaşadığımız toprakları bize yurt yaptı. 

Öyle 4 sene, yahut  15 saat filan değil. Cuma namazından sonra başladı harbe ve akşam namazına zaferi yetiştirdi.

Senin bildiğin gibi değil bu işler!

Çanakkale’de, tüm arkadaşları şehit olan cephede yalnız başına kalan Seyit Onbaşı’nın sırtına 276 kiloluk gülleyi hangi maneviyat yüklemiş ve efsane İngiliz gemisini batırmışsa zafere yön veren de, zamanını, saatini tayin eden de odur!

İşte o irade, 15 Temmuz’da, levyeyi gülle etti.

Hiç endişen olmasın; Malazgirt, Çaldıran, Yemen, Suriye, Filistin, Çanakkale; hasılı her ne kadar cephede ne kadar şehidimiz varsa, hepsi olan biteni görüp duruyor. “Yürüyün” dendiğinde de eminim senden önce cephededirler!

Artık 15 Temmuz cephesi de dahil.

Sen bilmezsen söyleyeyim; şehitler ölmez!

Bana inanmazsan İngilizlere sor, onlar bilir!

O yedi düvel var ya; Alman, İngiliz, Fransız… Bizans kalıntısı olan…

Halâ bizim destanlarımızı hazmetmeye çalışıyor.

Söyleyeyim; bizim destanlarımız yenilir yutulur değil.

Yüzlerce yıldır onlar hazmedemedi.

Uğraşma; sen de yiyemezsin!