Bir anlamda beklentiler yerini buldu ve derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings ülke notumuzu düşürdü. 

Öncesinde bu beklentinin neden oluştuğunu hatırlayalım... 

Ekonomik rasyolar tabii ki ilk faktördü. Üretimin azalması, istihdam sorunu, kapasite kullanım oranının azalışı, Türk lirasının değer kaybı, kişibaşı milli gelirdeki azalış, kişibaşı milli geliri artırmak için hesaplama yönteminde değişim, yabancı turizmin bitmesi ve tabii ki bitmeyen terör…

Fitch ve Moody’s 2012 yılında notumuzu yükseltmişti. Yatırım yapılabilir seviyeye çektiler. Yani müşterilerine dediler ki “Türkiye’ye yatırım yapabilirsiniz”.

O gün siyasiler ve medya bundan övgüyle bahsetti. Ülkeye yeni finansal yatırımcılar geldi. Piyasada çok fazla dolar oldu. İhtiyaçtan fazla olduğu için de dolar fiyatı düştü.

2016 yılında Moody’s, bu hafta da Fitch notumuzu indirdi ve “yatırım yapılamaz” seviyeye çekti. 

Bu kuruluşlar, bu hizmeti tüm dünyada bulunan müşterilerine verir. Müşterileri de bu verilere göre yatırımlarını yönlendirir. Bu kuruluşlara hizmeti için bedel öder. Yani müşterileri kaybederse onlar da kaybeder, kazanırsa onlarda kazanır. 

Düşen notumuzun ardından, yabancı yatırımcı ülkeye girmekten imtina edecektir. 

Evet kaldık baş başa… 

Baş başa kalmaya ihtiyacımız da var hani… Bu bir fırsat... Yapılan mutluluk anketlerinde ilk sıradaki ülkeleri hatırlayalım… Avustralya, Kolombiya, Honduras… Bunlar kapalı devre, kendileriyle baş başa kalmış ülke halkları.

Bizim için de tam zamanı… İthalattan uzaklaşıp, bol bol çalışıp, üretip, dolar borçlarımızdan, dolar mandacılığından kurtulmalıyız. Tekrar kendi kendimize yetmeliyiz. 2017 yılı için halkın kafasında oluşmuş belirsizlik görünümünü hızla düzeltmeliyiz. 

Bu “belirsizlik” ilk adımı atmaya engel oluyor. Kişiler, paralarını üretime yatırmak istemiyor. Ya bankaya faize veriyor ya da inşaata, rant ekonomisine giriyor. 

Üretim yok, işsizlik çok… Değer yok, esaret çok…

Diyoruz ya hep “bilmek zorundayız”…

Çünkü, bilmek için sorgulamak gerekir. Yargılamak gerekir. Tam ortadan yarıp, içine detaylıca bakmak gerekir.

Sorgulamak, kontroldür de… Gücü elinde bulundurupta, kontrolsüz kalan gaflete düşer. Neticede insandır…

Kontrolsüz bağ, “bağ” değildir. Kontrolsüz bahçe, “bahçe” değildir. Kısacası tırnak işareti içine ne yazarsan o, “o” değildir. Kontrolsüz bırakılamayız, bırakmamalıyız…

Bazen “bilmek ne kadar zormuş” deyip kederleniriz… Bildikçe canımız acır… Sorgulamaya başlayınca dönüş yoktur artık… Hep öğrenmek isteriz. Cevap bulmak isteriz… Sadece cevap bulduğumuzda rahatlarız. 

Ve ardından tekrar sorgularız... 

Her Türk evladı ataları ile, Osmanlı ile, Göktürk ile gurur duyar, onların manevi gücünü yanında hisseder. 

Ama o dönemin ticaret koşullarını kullanmaz. O dönemin gemilerini, yollarını, bineklerini, matbaasını, teknolojisini, kısaca mülke yön veren kanunlarını kullanmaz. Onlar geçmiştir.

21’inci yüzyılda dünya (madde) hayatımızı, bu yüzyıla uygun inşa edemezsek biz de “geçmiş” oluruz. 

Etraf örneklerle dolu… 

Bakın Afganistan, İran, Suriye, Irak… Kısmen petrol sayesinde şimdilik ayaktalar ama hepsinin başında bir ağbisi var. Maalesef başlarından terör eksik olmuyor. Kadın hakları yok, erkekten izin almadan araba bile kullandırtmayan ülkeler var. 

“Biz Türküz, bunlara müsaade etmeyiz” diyoruz, lâkin ardından gelen söylemler fark etmeden Arap sevdalısına bağlanıyor. Kafalarımızı gerçekten karıştırıyorlar. Algımız yönetiliyor. Doğru-yanlış birbirine karışıyor. Türkiye’nin %90’ından fazlası müslüman, sadece Araplar müslüman olur diye bir kaide mi var?.. Araplara özenmek, o sistemde bir yönetim şekli benimsemek doğru değil…

Türk ve müslüman olmaktan gurur duyan, soyuna sahip çıkan evlatlar olarak anlatılanları ince ince eleyelim.  

Maalesef bir dünya mağlubiyetler silsilesi medyada zafer edasıyla anlatılmakta… 

Dünya (madde) hayatının soyut kavramı olmaz, somut olmak zorunda. Soyut ifadeler manevi ruhumuza iyi gelir ama konu dünya hayatı ise yanıltır… Dünya hayatı elle tutulabilir, somuttur… Ve somut ifadelerle karar verilmelidir. Yapmamız gereken somut fikirleri değerlendirmektir. 

Örneğin bir şirketinizin olduğunu varsayın… Şirketinizin çok iyi bir yöneticisi var. Bu şirketin hisselerini, çok iyi yönetici olduğu için tamamen ona bırakır mısınız?..

Daha bırakanı görmedim…

Kurtuluş mücadelemizin ardından atalarımız bizlere bu toprakları ve demokrasiyi hediye etti. 

Bizi, bizlere bıraktı… 

Bir kişiye ya da bir sömürgeciye, yabancıya, ellere bırakmadı. Ben sana emanetim, sen bana emanetsin… Bizler bir kişiye emanet edilmedik ve bir kişinin arkasına sığınamayız…

Atalarımızın, dedelerimizin kurtuluş mücadelesi sayesinde yıllardır, özgürce dinimizi, hayatımızı yaşadık. Bizi bizlere bırakmak için hayatlarını veren atalarımız, eminim ki bugün de bizi bizlere bırakmak için yine hayatlarını verirler… 

Peki biz neredeyiz?..