Bugün 14 Şubat her yaşta sevenlerin ve sevilenlerin günü! Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün, bugün sevenin sevgisini, sevilenin sevildiğini tekrar tekrar hisettiği bir güzel gün. İnsan defalarca olsa bile sevdiğini sadece yaşadığı sürece sevmekle yetinmez öyle olur ki; sevdiğini öldükten sonra bile unutmamak ister! Yani sevdiğine sevgisini, adeta ruh hali ile olsa bile hatırlatmak ve kendisi de hatırlanmak ister! Bu da nasıl olur demeyelim?  İşte bugünün anısına; öldükten sonra bile sevdiğine sevgisini ifade eden o aşkın hikayesi: 

“Adam her evlilik yıl dönümünde eşine bir buket kırmızı gül gönderir. Bu taa ki adam ölünceye kadar devam eder. Ve bir gün adam ölür. Cenaze töreni yapılır taziyeler dilenir ve kadın bir başına yıllardır hayatı paylaştığı arkadaşı eşi sevgilisi olmadan evine döner.

Neredeyse her gün ağlamakta ve onu düşünmektedir. Gel zaman git zaman eşinin ölümünden sonraki bir evlilik yıl dönümünde kadın eşine özlem duyarken kapısı çalınır, gider ve kapıyı açar bakar, ama kimsecikler yoktur. Sadece yerde bir buket kırmızı gül demeti durmaktadır. Kadın heyecandan titremeye başlar ve demeti alır artık bayılmak üzeredir ve demette bir not görür büyük bir şaşkınlıkla okumaya başlar:

"Karıcığım biliyorum, bu senin için büyük ve şaşkınlık veren bir süpriz oldu. Ama bilmeni isterim ki sen her zaman benim en yakın arkadaşım dert ortağım ve aşığım oldun. Ölmekle seni sevmekten vazgeçmiş değilim. Sevgiler ve mutlu bir hayat dilerim. Lütfen hayatı mutlu olarak yaşa ve beni çok fazla düşünme. Bu güller sana, sen kabul ettiğin müddetçe gelecek taa ki çiçekci seni evde bulamayana kadar o gün 5 kez gelecek ve eğer sen hala yoksan anlayacak ki sen de benimle berabersin.

Seni hala çok seven eşin!

Kadın bunun kötü bir şaka olacağını düşünerek hemen çiçekçiye telefon eder ve durumu sorar. Çiçekci ona her şeyi anlatır. Hanım Efendi biliyorsunuz ki; eşiniz size her yıl bu güllerden gönderirdi. Ve o bana eğer bir gün ölürsem bu gülleri her yıl aynı vakitte yine götürmemi söyledi. Ve bunların ücretlerini de işte ta o zaman fazlasıyla ödedi. Kadın telefonu neredeyse elinden düşürürcesine kapattı ve göz yaşları içinde güllere sıkıca sarıldı saattlerce öyle kaldı!”

Oysa ne kadar da doğru söylemişti bu aşk için Mevlana: Diyorsunki “ben sana gönlümü verdim.” İyi de gönül dediğin nedir ki ey sevgilim? Ben sana hiç gönlümü verirmiyim! Çünkü gönül dediğin toprağa girince toz olur, toprak olur. Ben sana ruhumu veririm. Çünkü ruhum sende sonsuzluk olur!

***

Ben derim ki; sohbetimizi gönül insanı olan Mevlana’nın aşk için söylenmiş birkaç sözü ile bitirelim:

Mevlana’ya sormuşlar “sevgili” nasıl olmalı diye! O güzel gönüllü insan cevap vermiş: Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli! Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı! Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı!

Aldırma söylenenlere; varsın, görenler seni bir ot sansın. sen gül ol da, uğruna ötmeyen bülbül utansın..!

Aşkına dalmışım ben, nasihat neye yarar? Zehir içmişim ben; şeker neye yarar? 

Benim için: “Ayağına zincir vurunuz!” diyorlar. Divane olan gönüldür, ayağıma zincir vurmak neye yarar?…

Aşka yanmalı can dediğin, ya cânan olmalı, yada canını almalı. Yâr diyemezsin ki herkese, içindeki yaren olmalı. Herkesinde bir yüreği vardır amma; yürek dediğin bir başka yanmalı! 

Bir eş isterim cana can olan, yaraya merhem olan, canı ben, yarası ben olan, bana Mevla’yı anlatan ve hatırlatan!

Anladım ki gönül çuvalımdaki, kelimeler sana yetmez. Oysa gönlüm güzel olmazsa bahçemde bir “'gül”' dahi bitmez.. Ey sevgili, senin “aşk'ın” daim olsun, benim yaram olsa da fark etmez! 

Ayıplarım gönül seni, hal bilmeze hal sorarsın, yanında bülbül dururken kargalardan gül sorarsın! 

Aşk, ücreti ve karşılığı olmayan bir hastalıktır. 

Aşk hükmetmez; terbiye eder.! 

Dediler ki; gözden uzak olan gönülden ırak olur.. Dedim ki; gönüle giren sevgili gözden uzak olsa ne olur? 

Bilmeyen ne bilsin seni gamlanma deli gönül, gönülden anlamayana bağlanma deli gönül.

Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel! Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz! Beri gel, beri! Daha da beri! 

Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi, emin olmadığın sevgiye teslim etme kendini.  

Biz sevdik mi “yer” oluruz. Biz sevdik mi “sel” oluruz.. Biz sevdik mi “lâl” oluruz.. Biz sevdik mi “can” oluruz!

Yoksulluğu anladık da sevmek neden kıt kanaat? Yoksa yürekler mi yoksul kimler biçmiş ki “aşk’a” fiyat?

Kalp Ruh'a demiş ki: “Ben severim aşık olurum, ama nedense acısını sen çekersin.” Ruh da ona cevap vermiş; “ben acıyı da çekerim derdi de! Sen yeterki sev.” 

Ey sevgili! Al eline aşk tesbihini sen beni çek ben de seni! “Senlik’den” “benlik’den” geç. Haydi; “bul” şimdi hem “bendeki,”  hem “sendeki,” “bizi!” 

Dilimle konuşmak canımı çok acıttı; bari gönlümden konuşayım da, biraz da canımı acıtanların canları acısın!

Ne ömrünü Yûsuf uğruna adayacak Zûleyha var... Ne de uğruna ömür adanacak bir Yûsuf... Hal böyleyken nasıl göklere ulaşsın sevdalar!.. Biz aşkı senle gömdük toprağa, Ne sevecek, Ne de sevilecek bir yürek kaldı ortada!

Mevlana’ya nedir aşk cevap vermiş o günüller sultan: Bir muammadır “aşk,” kiminin vicdanına atılan taş, kiminin fakir gönlüne katılan aş, kiminin de gözünden akıtılan yaştır, “aşk!”