Hani Atilla İlhan’ın şiiri var:

“Ben sana mecburum!” diyor.

Biliyor musunuz?

Biz  de Atatürk’e mecburuz…

Niçin mi?

Şundan:

Ne yazık ki içinde bulunduğumuz coğrafya Rönesansı ve aydınlanmayı yaşayamadı. Bu durum, bu süreçleri yaşayan Avrupa karşısında, bulunduğumuz coğrafyanın hızla geri kalmasına neden oldu.

Oysa İslam’ın akıl ve bilimin önemini vurgulayan temel yaklaşımı nedeniyle, İslam dünyası çok hızlı bir yükseliş yaşamıştı. Tam beş yüz yıl sürdü bu yükseliş, kimi karşı hamlelere rağmen.

Ancak sonuçta 13. Yüzyıl’da artık İslam dünyası felsefeyi ret eden bir akıl tutulmasına teslim olmuştu.

Ve böylece Rönesans’ı  ve sonradan Aydınlanmayı yaşayan Avrupa tahterevallinin  yükselen tarafında yer alırken, bu süreci ıskalamış Ortadoğu gittikçe dip noktasına doğru inen tarafında yer aldı.

Neydi temel sıkıntı?

Akıl ve bilim dışlanmıştı.

Bunun yerini aklın donukluğu ve dışlanmışlığı almıştı.

Atatürk ne yaptı?

Bu süreci tersine çevirmeye çalıştı.

Rönesans ve aydınlanma hareketini cumhuriyetle birlikte başlatmak istedi.

Başarabildiği kadarını başardı da.

Ancak şu anki durumumuza  bakın!

Ortadoğu kan çanağı; emperyalizmin acık hedefi olmuş.

Akıl ve bilim coğrafyadan bütünüyle dışlanmış; Arap kafası kadını eşya konumundan memeli hayvan konumuna yükselttiğine ilişkin güya bilimsel fetvalar veriyor.

Demokrasi, insan hakları, özgürlükler hak getire…

Bu nedenle işte biz, yalnız Türkiye olarak değil, İslam coğrafyası olarak da Atatürk’e mecburuz.

Çünkü Atatürk akıl ve bilim demektir.

Dahası özgürlük ve demokrasi demektir. 

Cumhuriyetin yurttaşı olmak bu nedenle çok ama çok önemlidir…