Memurluk kadrolarında işe girmek oldukça zor. Harvard'a girecekmişcesine çalışma azmi, kallavi bir KPSS puanı, kurumların ağır sınavlarını geçmek, hendekvari mülakatlar ve tabii ki; torpil! Öhöm, affedersiniz, referans! Fakat referans dışındaki hiçbir şeyin önemi yok gibi duruyor. Zira aksi halde herkes neden eşini, dostunu veya akrabasını yerleştirsin değil mi?

Düzen çarpık. Her istihdam alanında, hem de olabildiğince ağır şekilde! İşbu olaylar neticesinde ise geçen günlerde Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu, en düşük memur maaşının zam sonrasında 2018 yılının ikinci yarısında 2 bin 929 liraya yükseleceğini açıkladı. Böylece ülkemizdeki 5,1 milyon memuru ilgilendiren bir sözleşmeye imzalar atıldı. Buna göre; 2018 yılı ilk altı ay için yüzde dört, ikinci altı ay için yüzde üç buçuk, 2019 yılı ilk altı ay için yüzde dört, ikinci dört ay için yüzde beş oranında zam yapılması konusunda anlaşmaya varıldı. Ayrıca enflasyon farkının da ödeneceği ifade edildi. Pekiyi, memurlar bu durumda ne düşünüyor?

Tablo şaşırtmadı! Neden ise zam tatmin etmedi, çeşitli spekülatif şeyler konuşuldu. Bu duruma artık hayret ile bakıyor, ne istendiğinin farkına varamıyorum. Oysa bu ülkede memur olmak öyle abartıldığı gibi de kötü bir durum değil! Çünkü belirgin bir şey var ise o da bu ülkede ezilen sınıfın işçi olduğudur. Memur-Sen ise hükümete üç alternatifli teklif sunmuş ilk teklifte, 2018 yılının ilk altı ayında yüzde on, ikinci altı ayında yüzde altı, 2019’un ilk altı ayında yüzde on, ikinci altı ayında yüzde ise sekiz zam talep etmişti. İstekler bitmiyor tabii!

Şu açıdan bakmaya çalışıyorum; devlet dairelerine belediyecilikten gelme sultan veya padişah görünümlü, ensesi kalın, eski tip memurlardan kurulan ekseriyette, herkes kendi ütopyasının kraliyet mensubu tavırlar sergileyip, halka burun ucu ile bakmaktan iş göremez olan bu insanlara bu maaş fazla bile! Özel sektörden tam tamına on kat daha torpil dönüyor olması, sırtlarının devlete dayanıyor oluşu da bu kurumları ve müdürlerini belirgin bir rahatlığa itiyor. Hiçbir zaman bir memurun çalıştığını görmedim. Kırk saatlik çalışma süreleri boyunca yaptıkları tek şey insanları eziyor olmak! Tabii, bunun bir de arka planı var.

Artık masa ve sandalyeden farksız olmayan, ecza dolabında son kullanma tarihi geçmiş tentürdiyot kadar işe yaramaz ve bir o kadar da envanter listesine işlenmeyi unutulmuş memurlar dolayısı ile belirli bir hiyerarşiye kapı komşu olan bir kurum olmasından mütevellit her şey standart bir işleyiş içerisinde. O kadar standart ki; işlemiyor bile! Sonrasında ise bu işleyiş içerisinde dahi talepkar davranışlar sergileyebiliyorlar. Akıl almıyor, çünkü üç bin lira maaş ile geçinemediğini söyleyen o insanlar asgari ücret ile çalışan ve 1400 lira alıp ev geçindiren insanların hayatlarına bir o kadar da yabancılar. Onlara soruyor olsanız mağduriyet ve elem dolu denizlerde yüzüyorlar! 

Çalışma saatlerinin rahatlığı, mesainin bir dakika dahi aşılamayacak oluşu, zaten hiç çalışmıyor olmaları dolayısı ile kesinlikle kendilerine ifrit oluyorum! Rekabetçi sisteme karşın umursamazca yaşıyorlar. Eskiden olsa hesap yapan aile babaları gelirdi aklıma, ama şu aralar hiç de öyle şeyler düşünemiyorum. İnsanların halini gördüğüm gibi, gerçek anlamda onların varlığının değersiz indeksini kendimce hesap etmeye çalışıyor, işin içinden de çıkamıyorum. Kimin memuru ya da kime memur olduğunu düşünüp duruyor insan. Ve dolayısı ile de büyük bir hayal kırıklığının başrolüdür onlar!

Siz hiç gördünüz mi bilmiyorum, ama bir memurun işlerinizi halletmesi için gözünün sizi kesmesi gerekiyor. Bu bittabi kılık ve kıyafet yardımı ile oluyor gibi oluyor, ama olmuyor. Oluyor gibi duruyor. Durum bununla da sınırlı kalmayıp, emir kipleri, ses tonundaki o ani yükselmeler de ayyuka çıkıyor! Yani alışkın olduğumuz şeyler bunlar. Bu güne dek asla bu anlattıklarım benim de başıma gelmedi diyemem. Pek de ala geldi, ama sert kayaya çarptı. O da ayrı konu tabii, ama işin özü şu ki; o insanlar ezeceği insanı iyi seçer iken, bazı zamanlarda da mağdur görünmeyi çok da iyi biliyorlar! Tıpkı bu zamanlar, şu an olduğu gibi! Ne diyeyim ki; göz doysun! İşçinin, emekçinin hakkını ne de olsa kimse düşünmüyor. Hem bana ne, değil mi? Alışılagelmiş şeyler yazmak var iken, boşu boşuna başıma çorap örüyorum. 

Yine de şunu belirtmekte fayda görüyorum; inanın, özel sektör çalışanları kadar bilgi veya birikimleri var ise, tüm sözlerimi geri alayım, ama görünen o ki yalnızca durağan bir işleyişin kurbanı imiş gibi davranıp, duruyorlar. Samimi bulmuyor ve haklarını zerre savunmuyorum. Çünkü bu ülkede ezilen onlar değil, tekrar ve tekrar, yıllar ve yıllar boyunca söylediğim gibi; işçilerdir! Şimdi kovuğumuza çekilebilir, gözlerimizin gördükleri ile yetinmeyi bilmeliyiz. Kendimi tenzih ederek tabii...