Ermenilerin 1992 Hocalı katliamı, yeniden anıldı. Sivil ve çocuklar dahil 613 kişinin korkunç işkencelerle öldürülmesi ve geriye kalanlar hazin sahnelerle yeniden izlendi. Hocalı halkının bir kısmı ise sakat bırakılmış veya esir edilmiştir. Dağlık Karabağ ve çevresinde Füzuli, Cebrayil, Laçın, Kelbeçer, Gubadlı, Zengilan ve Ağdam ile bunlara bağlı yerleşim yerleri kısmen veya tamamen Ermenistan işgali altındadır. Bu topraklar, Azerbaycan’ın yüzde yirmisine yakındır.
İşgal altındaki bölgeden yaklaşık bir milyon Azeri zorunlu olarak topraklarından çıkarılarak Azerbaycan’ın diğer şehirlerinde ikamet etmek zorunda bırakılmıştır. Hocalı’yı anma programlarında evinden barkından kovulmuş bu kaçkınların (muhacirlerin) çektiği sıkıntılar da dile getirilmiştir. Azerbaycan hükümeti ile sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri neticesinde birçok ülke parlamentosu Hocalı Soykırımı’nı tanımıştır. Katliam ve işgalden sonra 23 yıl geçmesine rağmen açılan davalar ile elde edilen sonuçlar, daha organize ve gerektiğinde kesenin ağzının açılması gerektiğini göstermektedir.
Günümüz uluslararası ilişkileri her dönemdeki gibi güç temeline dayanmakla birlikte Uluslararası Hukuk yol ve yöntemleri iyi kullanıldığı takdirde son derece başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Haklı davalarda harcanan paralar, zaman içinde fazlasıyla geri gelebilmektedir. Ki bazen haksız bir taraf dahi iyi hazırlanmış bir dosya ve avukat grubu ile karşı tarafın yetersizliğini de kullanarak başarılı sonuçlar alabilmektedir. İç hukukta da birçok mahkeme için aynı durum geçerli değil mi? Hâkim, önüne gelen dosyada yer alan iddialar ve talepler ile bu çerçevedeki delillerle bağlıdır. Dosyanın iyi hazırlanması ve savunulması en önemli husustur.
Kıbrıs Barış Harketi’nden sonra KKTC bölgesinde evi kalan Bayan Titina Louzidio Türkiye’ye karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dava açtı. KKTC’nin ayrı bir devlet olduğu, Türkiye’yi bu konunun ilgilendirmediği yolundaki savunma, karşı tarafın başarılı hukuk atakları çerçevesinde kabul görmedi. İlk derece mahkemesinde, itiraz üzerine Büyük Daire’de Türkiye bir milyon dolar civarında tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Belirtmek gerekir ki Barış Hareketi sonrası Türk bölgesinde kalan Rumların özel mülkiyeti hakkında bazı tedbirsiz veya hatalı işlemler sözkonusu idi. Fakat Louzidou’nun asıl başarısının temelinde iyi bir avukat (ileriki aşamalarda devletin de geniş adli desteği) ile böyle bir dava açmayı düşünebilmesidir. Louzidou bu davayı barış hareketinden yaklaşık 25 yıl sonra açmıştır. Yıllar sonra zaman zaman bu evine dönmek istemiş fakat KKTC’ye girişine müsaade edilmemiştir. Bunun üzerine AİHM’de dava açmıştır.
Bir milyon civarındaki Azeri mülteci ile bunların çocukları, torunlarına, zorla çıkarıldıkları evlerine yurtlarına dönmek için teşebbüste bulunmaları durumunda müsaade edilmeyecektir. Zaten bu insanların evlerine dönmesi halinde işgal fiilen zayıflayacaktır. Bu durumda bu insanların Louzidio davasını emsal göstererek Ermenistan ve Rusya’ya karşı dava açmamaları için hiçbir sebep yok. İşgal bölgesinde sadece evler değil, bahçeler, tarlalar, işyerleri, fabrikalar da bulunmaktadır. Bütün bunların karşılığı istenen tazminatın altından kalkılamayacaktır. Belirtmek gerekir ki davaların kazanılmasıyla Uluslararası Hukuk açısından işgal statüsü sona ermeyecek, Azerbaycan’ın ülkesini kurtarması için mücadele yolunda bir zafiyet ortaya çıkmayacaktır. Bilakis bu aşamada işgalci güçlerin ihlallerinin tespiti ile Azerbaycan’ın eli güçlenecektir.
Bir kısmı devlet destekli Azerbaycan menşeli sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır. Mesela Hocalı katliamının bilinmesi yolunda belirli bir başarıyı gösteren bu sivil toplum kuruluşlarının sayıları artmalı, faaliyet alanları genişlemelidir. Kaçkınlar içinde iş-güç sahibi olanlar, Rusya ve diğer ülkelerde yaşayanlar bulunmaktadır. Bunların sistemli bir hukuk desteği ile yola çıkmalarının zamanı gelmiştir, geç kalınmaktadır.
Azerbaycan’ın hukuk mücadelesinde yılmaz savaşçısı Ganire Paşayeva’nın daha büyük katkıları, önderliği beklenmektedir. Aynı zamanda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi olan bu kıymetli diplomat-siyasetçi hanımefendi, “savaşçı” vasfını reddedebilir, ancak kendisi de bilir ki bu kelime mecâzî anlamdadır. Bu davanın bıkmadan usanmadan mücadele edecek kişilere şiddetle ihtiyacı vardır. İçeride ve dışarıda nice Paşayevalar bulunmakta olup bunların önünün açılmasında Azerbaycan’ın olduğu gibi Türkiye’nin de desteğine ihtiyaç bulunmaktadır.
Hocalı katliamına ve işkencelerine maruz kalıp halen bir kısmı sakat olarak hayatını sürdürenler ile bunların yakınları, varisleri ve kurulan, kurulacak olan sivil toplum kuruluşları soykırım suçu mağdurları olarak AİHM ve diğer uluslararası mahkemelerde davalar açmalıdırlar. Özellikle ilk davaların emsal ihtimali gözönünde bulundurularak devlet desteği ile uluslararası başarıya sahip hukukçular, avukatlar istihdam edilmelidir.
Şu ana kadar açılan bazı davalar, adeta kamuoyundan gizli ilerlemekte, sanki haksız yere açılmış intibaı verilmektedir. Halbuki başta BM olmak üzere birçok uluslararası kuruluş işgal ve soykırımını tanımış, bizzat katliam ve işgali yönetenler tarafından katliam iğrenç kahramanlık söylemleriyle itiraf edilmiştir. Böyle bir olayda hukuk yolları gümbür gümbür işletilme, her aşamada daha çok davanın açılması, daha geniş deliller, belgeler ve şahitler ordusu hak arama mücadelesine çekilmelidir.
Her fırsatta olduğu gibi davetli olduğum bir anma toplantısında bu görüşlerimi tekraren dile getirdim. Bazı kıpırdanmalar olduğu görülmekte. Ancak uluslararası sistemin mevcut dengeleri içinde âdeta hayat hakkı tanınmayan bu kardeşlerimizin hukuk yollarında başarılı olması için birçok sebep ve geniş imkânlar bulunmaktadır. Türkiye ve Türk sivil toplum kuruluşlarına da bu konuda büyük görevler düşmektedir. Bir milyon kaçkından binlerce Louzidou çıkarmanın zamanı gelmiştir.