“Türkiye Ermenilerinden Portreler” adlı tefrikam nihayet son buldu. Şu an yeni tefrikam olan “BİR İSTANBUL Kİ, TAŞI TOPRAĞI FELÇ OLMUŞ” adlı yeni tefrikama, çok şükür başlamış durumdayım. İnşallah bu tefrikamı da sever, zevkle okursunuz. 
Gerçi yeni tefrikamın adı biraz mor imsi olmuştur ancak, gözle görüleni kalkıp da en azından iyi göstermeye kalkışırsanız, hem kadim İstanbulluların kalbini kırar ve hem de sizin yalanınıza ancak siz inanırsınız!... 
Aslında benim İstanbul’umun mazisine bakılırsa: “Belde-i Şahane” sözcüğü dahi hafif kalırdı. Ancak ne var ki, zaman içinde sür’atli geçen muhtelif hadiseler ve değişimler, bu Cihan Beldesi’ni hayli yıpratmış ve nihayet günümüzdeki hazin duruma gelmiştir!... 
Biz bu konuda, daha doğrusu İstanbul’umuzun nispeten kendine has dönemini yaşadığı yıllardan, günümüze muhtelif kesitlerinden, semtlere göre yaşantısından numuneler sunarak, Cihanın İncisi bu şehrin, ne yaman ihmallere kurban gitmiş olduğunu, yeni nesillerimizin bilgilerine sunabilmek gayesiyle ele aldık. İnşallah arzu ettiğimiz noktaya erişebiliriz!... 
Benim İstanbul’umu anlatırken, şahsımın çocukluğunun simgesi meşhur “Çuhacı Han”, tabii ki, anılarım arasında yer alacaktır ve sakinlerinden de bazıları sizlere takdim edilecektir ki, Han’ın sosyetik Kahvecisi, olarak nam salmış bir değerli esnaf olan merhum Kahveci, “Avedis Mesropyan” mezkûr Han’ın vazgeçilemez sakinlerinin, başta geleni idi. 
Biz, mektep tatilleri, Ustalar yanına çırak olarak verilen küçük işçilerin anılarında yer alan esnaftan bazılarının başında gelen Kahveci Avedis, benim gözümde en Usta Kahveci, en mahir çay ocağı çalıştıran bir esnaftı. Çaycı Avedis’in dükkânı, Han’ın hemen girişinde sağ taraftaki dükkândı ki, günümüzde şekil değiştirmiş bir Kuyumcu dükkânı olmuştur: (24 Mayıs 2015 Pazar). 
Kahveci Avedis’in “Çayı, Kahvesi, muhtelif Şerbetleri” gerçekten pek nefis olur, Han’ın kadim müdavimleri Kuyum Ustaları, dükkânlarına önem verdikleri bir ziyaretçi oldu mu, hemen Avedis’e müracaat eder, özel müşterilerini dahi, onun mamulleri ile ağırlarlardı. 
Hemen her birisi İstanbul insanı olan bu mahir Kuyumcuların hemen bir çocuğunun özel “Kahve Fincanı, özel çay ve su bardakları”, dükkânın raflarında sergilenir ve altlarında da kendi adları yazardı. 
Hemen bir çok; makale, tefrika ve kitaplarımda bu konuyu işlemiş olduğumu biliyorum. Ancak, mezkûr şahıs gibiler, kadim İstanbul’un kendine has özelliklerinden numuneler taşıdıklarından, onlarsız İstanbul’u anlatmaya çalışmak; akıntıya karşı kürek çekmeye benzer inancıyla hareket ettiğimden, muhakkak çalışmamın bir yerine sığdırırım. 
Fincan ve bardaklarının pırıl, pırıl oluşu, pişirdiği Kahve ve Çay’ın nefis içimi vs. Aslında bir dönemin İstanbul esnafının dillere destan özelliklerinden sadece birisidir ve bizlerin bütün bunları yeni nesillere aktarmamız, İstanbul anlatımında başlıca unsurların başında gelir. 
Kahveci Avedis’in bir de tepsicisi olan Yetvart adında bir yardımcısı vardı. Sonradan Avedis Usta’nın yerine geçecek olan bu şahıs, kapu’nun önüne koyduğu küçük bir camekânda teşhir ettiği: “Acı-badem, Beyaz-Kurabiye, Küçük Kekler ve Çatal-Çörek” mevzubahis Han’ın bütün çıraklarının ağızlarının suyunu akıtacak derecede nefis mamullerdi. 
Çuhacı Han ve çevresi, hemen her yaz cıvıl, cıvıl olur, adeta bayram yerine dönerdi. Ancak, benim için taşıdığı başlıca değer; Bâyezid cihetinde ve Bâyezid Camii arkasına düşen meşhur “Sahaflar Çarşısı”na yakın mesafede oluşu idi. Zira, gün boyunca en az 3 sefer Sahaflar Çarşısı’na kaçamak yapardım. 
Hele Sahaflar Çarşısını içine alan meşhur “Cami altı Çayhanesi”nin Çınar-altı güzelliği, insanı gerçekten tesiri altına almamasına imkân yoktu!... 
Çınar-altı Çayhanesi’nin sol tarafında bulunan “Dişçilik Okulu” ile “Milli Eğitim Kitaplığı” vardı ki, günümüzde mevcut değillerdir. 
Çuhacı-Han’a gelince, o tarihlerde (1938-1965) en parlak günlerini yaşamaktaydı denebilir. Zira, 1965’lerden sonra sür’atle düşüşe geçmeye başlamış, insanı cezbeden sihirli görünümü yoklara karışmış ve belki de bizlere öyle gelmişti, diyebilmeyi çok isterdim. Ne var ki, hiç de öyle olmadığını zaman bizlere göstermiştir!..

TÜRKİYE’NİN GERÇEK MÜTTEFİĞİ

Türkiye, Türk insanı tarih boyunca hep gerçek bir müttefik arayıp durmuştur. Türk İnsanı bu arayışında çok önemli bir faktörü, ya görememiş veya küçümseyip omuz silkip geçmiştir!... 
Meselâ “16. Türk Devleti” bahsinde. Her daim 16. Devlet kuruşumuzdan söz eder, övünür dururuz da, niçin tek bir Devletimiz değil de 16. Devlet kurmamız söz konusu olmuştur. Bu hususu hiç düşünmemiş veya es geçmişiz diyebiliriz!... 
Biz bu vurdum duymazlığa devam etmekten vazgeçmeyecek olursak, hepimiz de emin olalım: Dünya idarecileri tarafından kurulması planlanan 17’nci devlet zuhur edecek ve bizler de Türk Milleti olarak kendimizi vatansızlar safında bulacağız... 
Kendimize; müttefik olarak Süper Devletlerden en uygun olanını, dost olarak “soydaşlarımızı” seçerek, gerçek müttefikin, gerçek dostun kim veya kimler olduğunu bir türlü seçemeyişimizin asıl sebebini bir türlü öğrenemeyişimizin tek mahzuru, asıl müttefik ve asıl dostun; dışarıda olmayıp, ülkemiz içinde olduğunu öğrenip, idrak ettiğimiz an; günümüzde bizleri rahatsız eden hemen her nevi musibetten, ebediyen kurtulmuş olacağız. 
Soy birliği ve Din beraberliği bir ülkenin var olabilme güç ve kuvvetine ancak kısmi katkı sağlayabilir. Halbuki, ülke içi birliğinin sağladığı güç ve kuvvet, yurt bütünlüğünün korunabilmesinde, akla gelmedik özelliklere sahip bir kuvvettir. 
Böyle bir kuvvetin sağlayacağı başlıca özellik; bir milletin kendisine olan güveninin sonsuz bir kuvvetle takviye edilmiş olmasıdır! Din birliği, soydaşlık gibi fantezilerin günümüz şartları altında geçerli olmadığı ve hiçbir şekilde de olamayacağının bilinmesi uyarısında, başlıca unsur olacaktır. 
Mesela çoğu zaman: “Türk adaletinden” söz edilir. Bu tabir bizce yanlıştır. Zira, Türkiye’de istense de, istenmese de başka Kavimler de yaşamakta Türkiye bütünlüğüne, en az bir Türk kadar katkıda bulunmakta, başka diyarların özlemini çekmeden, “Millî Bütünlüğe” ortak koşmaktadır. 

MİSSOURİ ZIRHLISI VE MİLLİ BÜTÜNLÜĞÜMÜZ!...

Yıl 1946 İkinci Cihan Harbi’nin hitamı bir yıl olmuş mağlup Almanya’da, Devlet erkânı ve yüksek rütbeli Subaylar Nuranberg’te, Harbin galipleri tarafından yargılanmaktadır. 
Türkiye ise yeni teşekkül etmiş iki bloktan birisini seçmeye mecbur durumdadır zira, Sovyet Rusya, Türkiye mevzuunda hiç de iyi niyetli değildir. Dolayısıyla, Türkiye Batı blok’unu seçerek, ülke bütünlüğünü sağlama alabilme taktiği uygulayıp, Sovyetler karşısında çaresiz olmadığını açıklıkla meydana koymuştur. 
Ancak, ülke içinde bir takım siyasî cereyanlar, İnönü Hükümeti’nin rahat hareket edebilmesine kısmen mani teşkil etmektedir. 
Aşırı sağı hareket karşısında, aşırı sol hareket yer almış ve böylece Ülke “Millî Birlik ve Beraberlik” ilkesinden tecridi şekilde uzaklaşmaya başlamıştı. ABD, Türkiye’yi böylesi şartlar altında bulmuş ve müttefik olmaya münasip bulmuştu. ABD dış siyaseti diğer Milletlerin siyasi hareketlerinin tam tersi konumunda idi. ABD için, ülke içinde anlaşmazlıkları olan ülkeleri müttefik almak daha münasip görülmekteydi. Zira, böylece Ülke’nin iç siyasetine de el atabilmekte, yardım vs. derken, ülke bütünlüğünü tamamen kontrolü altına alabilmekteydi. ABD Devlet bütçesinin çok güçlü olması ona bu bulunmaz imkânı ziyadesiyle sağlamaktaydı. 
Ne var ki, Türk Milleti “boyunduruk altına” alınabilecek bir Kavim değildi. Nitekim zaman göstermiştir ki; Türk’ün solcusu da, sağcısı da “Millî duygularından yoksun değildi” ve ancak, siyasî inançları değişikti o kadar. “1923’ten 1938”e kadar dört, dörtlük bir Türkiye mevcut olmuş ve Türk insanı yepyeni bir ruhla ülkesi bütünlüğüne sarılmıştı. Ancak eşsiz kurtarıcının vefatından sonra, yeni idareciler aynı randımanı gösteremeyip, millî inançlarını, müttefik ve soydaş unsurlarının yardımlarına teslim etmişler. Türkiye’yi kendine olan inancının dışına itmişlerdi. Bu nasıl olmuştu? Kimler ülke insanını bu duruma getirmişti? Bütün bu hususlar ayrı, ayrı üzerinde durulması icap eden nesnelerdir ve Missouri Zırhlısı’nın, Ülkemizi dostluk ziyaretiyle çalkaladığı dönem içinde kısmen olsun görülebilmiştir ki, şayet nasipse önümüzdeki hafta neşredilecek bölümde bu hususu ele alacağız. 
Saygı, sevgi ve dualarımla yeni bölümde buluşabilmek dileğimle cümlenize hayırlı ve sıhhatli bir yaşantı diliyorum efendim. Saygılarımla. 
<devam edecek>