Rasim Cinisli’nin de belirttiği gibi ‘Hâtıra yazmak, netâmeli bir iştir…’ Hâtıra kitapları sübjektiftir. Objektif değildir. Üstelik ‘objektif’ denilen aparatın da ne kadar objektif olduğu tartışmalıdır. Hissiz, zaafsız bir âlet olmasına rağmen kendi gördüğünü resmeder. Karmaşık bir yapıya sâhip olan insanoğlundan objektif alması beklenemez. Hâtıra yazanların hiçbiri, kendilerini sorgulamazlar, zaaflarını okuyucularına yansıtmazlar. Başarısızlıklarının sebebini mutlaka birilerinin üzerine atarlar. Söz konusu olan ‘birileri’ Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş da olabilir. Cevap verme imkânına sâhip değildir. Biz ki, ölülerini hayırla yâd etmekle emrolunmuşuzdur. Bu sebeple hâtıra kitabı yazmak, aynı zamanda yazarına sorumluluk yükleyen zor bir iştir.

Ne var ki nezâketi, zarâfeti hassas imbiklerden geçerek damıtılmış su gibi saf ve berrak bir insan olan, hak-hukuk kavramlarını kuyumcu terâzisinde tartabilen, mikrometre ile ölçebilen Râsim Bey için sözü edilen engellerin hiçbiri söz konusu değildir. Çünkü O, tenkitlerini bile iltifat olarak kabul ettirecek mahârete sâhiptir. Tahlilleri mükemmel, değerlendirmeleri isâbetlidir. Öyle olduğu için yazdığı kitap da okunmaya değer özelliktedir.

Râsim Cinisli’nin hâtıraları, gül kokulu bir evdeki hayatın özetiyle başlıyor. Ezberlediği ilk şiir: ‘Ahlâk yolu pek dardır / Tekik bas önü yardır / Sakın ‘hakkım var’ deme / Hak yok vazife vardır.’

Yine o günlerden hâfızasında kalan bir özlü söz:

‘Bir müzeyyen kal’a gördüm anda mahpus olmuş âb /Âfıtâbın zerre topu dokunur eyler harap’ Palandöken sıradağlarının eteklerinde ve kültür doruklarında yaşanan çocukluk hayatı, dünyaya niçin geldiğini tefekkür ederek olgunluk çağına dönüştüğünde, Âsım’ın neslinden bir model insan ortaya çıkıyor.

Her şey güllük-gülistanlık değil elbette. Nefs terbiyesinde en tesirli derslerin görüldüğü fakirlik, hastalık ve merhametsiz soğuk, Cenab-ı Hakk’tan başka medet umulacak bir gücün olmayışı… Böyle bir ortamda, Ermeni mezâlimiyle şehit edilen köy halkı hakkında anlatılanlar… En büyük teselli kaynağı duaya açılan eller, okunan Fâtihâlar…

Ve İstanbul… Şaşâa ve hengâme içinde, Cinis köyünden gelen Cinisli gibi yaşamak… Milliyetçiler Derneği’nde Nurettin Topçu’nun, diğer mahfillerde; Ali Fuat Başgil, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Ali Nihat Tarlan, Mümtaz Turhan, İbrâhim Kafesoğlu, Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu, Nihat Sâmi Banarlı, Ahmet Kabaklı, Sabahattin Zâim, Süleyman Yalçın, Faruk Kadri Timurtaş, Muharrem Ergin gibi o dönemin kültür ve inanç âbidelerinin mânevî rahle-i tedrislerinde okul dışı eğitim… Küllük’te ve Marmara Kıraathânesi’nde doyumsuz sohbetler… *Millî Türk Talebe Birliği Başkanlığı ve nihâyetinde siyâset… *Önce 72’ler sonra 41’ler Muhtırası, *12 Mart 971 Muhtırası, *1973 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, *Osmanlı Hânedânı’nın Yurda Dönüşü, *Yeni parti kuruluşları, *DYP İl başkanlığı ve istifa, *Azerbaycan Seyahati,… Bir Devrin Hâfızası’ndan her biri, iri kayalar cesâmetindeki yazılardan bâzılarının başlıkları böyle… Her biri, ayrı bir kitaba konu olacak kadar ibretli hâdiseler. Rasim Cinisli efradını câmi, ağyarını mâni ölçüde anlatıyor, merakla okunuyor.

Bu günün gençleri, Yassıada Cehennemi’ni ve orada işlenen hukuk cinâyetlerini, haysiyet katliamını bilmezler. Okumalılar… (s: 103-116) 13 sayfayı okumak 5 dakika, okunanların te’emmülü* yıllarca…

Sâdece bu sayfalarda mı? Kitabın tamamında aynı zenginlik, derinlik ve enginlik var. Bir yerde siyâset olur da entrika olmaz mı? En âlâsı olur. Cinisli de hesabını sorar. Ancak siyâset arenasında entrika ve entrikacılar çoktur da Râsim Cinisli tek’tir. Hangisiyle başa çıkabilecekti? Parti ve vakıf kuruluşunda, yandaşlardan oluşan kadrolar kurmak için, kadim dostlukları paspas yapan kirli-paslı siyâsetçiler arasında temiz kalabilmiş ‘Yalnız Demokrat’ sâdece Ferruh Bozbeyli değil ki… Onlar, siyâsetin çamurlu yollarında derin ve parlak izler bırakarak sine-i millete dönmüşlerdir.

Kitapta herkes kendini bulacaktır. Kendisini bulamayanlar, kendisiyle alakalı şâhıs ve hâdiseler hakkında bilgi edinecekler, bir kısmı da istikametini bulabilecek veya pekiştirecektir. Tanıyanlar bilirler: Rasim Cinisli farklı bir insan: Yeri gelir, 10 yaşındaki bir çocuktan bir şeyler öğrenmeye çalışır, yeri gelir; ‘Hocam’ diye hitap ettiklerine, hiç fark ettirmeksizin bilgi ve tecrübe aktarır.

‘Ekler’ başlıklı bölümde yer alan 8 adet yazı; Seçilmiş ve tâyin edilmiş kişi olarak, herhangi bir kademede yer alıp Türkiye’yi yönetmeye tâlip olmayı düşünen herkesin, özellikle de gençlerin okuyacağı başucu metinleri gibidir. Tavsiye veya öğüt olarak değil, tecrübelerin vatan-millet ve bayrak-ezan sevgisiyle yoğrularak, sekilendirilmiş inciler olarak, açık büfe zenginliğinde herkesin istifâdesine sunuluyor.

Arka kapağın iç kısmındaki ‘Okura Mektup’ hitabıyla hazırlanan yazı çok mühimdir. Rasim Cinisli’nin yazdığı Bir Devrin Hâfızası isimli, 14,5 X 24,6 santim ölcülerinde, 624 sayfalık eser, bu ülkede yaşayan herkesin zevkle ve merakla okuyabileceği, mutlaka faydalanacağı başucu kitabıdır. Kasım 2017’de yayımlandı.

*Te’emmül: Etraflıca düşünmek.

RASİM CİNİSLİ 1939 yılında Erzurum’da doğdu. İlk ve Orta tahsilini Erzurum’da tamamladı. 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenime başladı. Yüksek öğrenimi boyunca hep gençlik hareketlerinin içinde yer aldı. 18 Mart 1965 tarihinde Bursa’da yapılan genel kurul toplantısında Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) Genel Başkanlığı’na seçildi. Buradaki çalışmalarıyla tanındı. 1969 yılında yapılan genel seçimde aday olarak 14. dönemde Adalet Partisi’nden Erzurum milletvekili seçildi. 1971 yılında Ferruh Bozbeyli başkanlığındaki Demokratik Parti’nin kurucuları arasında yer aldı. 15. Dönemde Demokratik Parti’den Erzurum milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev yaptı. 1994 yılında Başbakan ve Genel Başkan Tansu Çillerin teklifi ile Doğru Yol Partisi İstanbul İl Başkan oldu ise de bir müddet sonra istifa etti. Sonradan adı, Aydınlar Ocağı olarak değiştirilen Aydınlar Kulübü’nün, Ötüken Neşriyat Anonim Şirketi’nin, Türk Folklor Kurumu’nun, Avrasya Bir Vakfı’nın, Uyuşturucu İle Mücâdele Derneği’nin kurucularındandır. Türk Edebiyatı Vakfı üyesidir.

DERKENAR TÜRKÇEMİZİN FERYÂDI: ‘ŞAPKAMI NE YAPTINIZ?’

İnsan topluluklarını ‘millet’ hâline getiren unsurların başında dil ve din gelir. Dil bozulursa, millet dağılır, insan toplulukları hâline dönüşür. Bu sebeple dilimiz Türkçeyi hassasiyetle korumak mecburiyetimiz vardır.

Türkçemiz 3 türlü tehdit altındadır: 1-Yabancı dille eğitim, 2-Yabancı kelime istilası, 3-Türk dil bilgisi kaidelerine aykırı olarak uydurulan kelimeler. Sözlü ve yazılı ifâdelerde hassasiyetten uzak davranışlar; tehditleri ölümle neticelenebilecek tehlikeler hâline getiriyor. Kabul etmek mecburiyetindeyiz: Türkçemizin yapısından kaynaklanan problemler var. Arap harflerini kullanırken de bulunan bu problemler, Türk alfabesine geçiş sırasında, kef ve kaf gibi harflerin yerine ‘k’ olarak bir harf tercih edilmesi; fetha (üstün), kesre (esre) ve zamme (ötre) işâretlerinin kullanımdan kaldırılması sebebiyle daha da artmıştır.

Fransızların ‘aksansirkonflek’ dedikleri, bizim ‘şapka’ olarak isimlendirdiğimiz işâret, ‘kar’ ve ‘kâr’ kelimelerinde olduğu gibi bâzan mânâyı değiştirir, kullanılması hâlinde ise kelimelere mûsıkî özelliği kazandırır. ‘Millî eğitim’ yerine ‘milli eğitim’, ‘millî bütünlük’ yerine ‘milli bütünlük’ şeklindeki yazılışların ve ‘Askerî tesisi gezdik.’ İle ‘Yolda giden askeri gördük.’ Cümlelerindeki ‘askeri’ kelimesinin aynı şekilde yazılması, daktilo ve bilgisayar klavyesinde tek tuşla ‘î’ harfi yazılamamasından kaynaklanıyor. Fakat daktilo ve klavyedeki noksanlık biraz hassasiyetle giderilebilir. Türkçemizde ‘^’ işâreti vardır ve bir ihtiyacı karşılamaktadır. Türkçemiz, yazıldığı gibi okunan, telaffuz edildiği gibi de yazılması gereken bir dildir. ‘Mânâ’ kelimesini, ‘yaba’, ‘kaba’ veya ‘mama’ şeklinde söylemiyoruz. O halde ‘mana’ şeklinde de yazmamamız gerekir. ‘Milli’ kelimesinin mânâsı lûgatlerde: ‘Mil takılmış olan, balçıklı çamurlu’ olarak veriliyor. Millî Eğitim Bakanlığımızın, Millî Savunma Bakanlığımızın, millî irâdemizin, millî bütünlüğümüzün, millî kahramanlarımızın, millî imanımızın… neresinden mil geçirilmiştir? Bu değerlerimiz balçığa, çamura mı batmıştır? Hepsine birden ve hep bir ağızdan ‘Hayır!’ ‘Kesinlikle hayır!’ O halde neden ‘milli bütünlüğümüz’ diye yazıyoruz? Aksaklık, dilimizden hassasiyetimizi esirgemiş olmaktan kaynaklanıyor. Bu noktadan başlatacağımız hassasiyetimiz, Türkçemizin bütünüyle korunmasına kadar genişletilirse, bizi ‘millet’ hâline getiren dilimizi, koruma altına almış oluruz.

Türkçemizi kaybettiğimizde, candan aziz vatanımız dâhil, kaybedilecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir.

KUŞBAKIŞI: OSMANLI’DA YASAKLAR: Nermin Taylan, Osmanlı’da devletin dirlik ve düzenini korumak maksadıyla tatbik edilen yasakları belgeler ışığında ele alırken, yürürlüğe konulma ve kaldırılma gerekçelerini de izah ediliyor. Sultan Üçüncü Selim Han’ın, ‘kadınlar yağlı kayığa binmesin’ hatt-ı hümâyunu,’ sakız yasağı’, ‘yiyeceklerde fahiş fiyat yasağı’, ‘kahvehânelerde devlet sohbeti yasağı’, ‘hamamlarda genç hademe bulundurulmaması’, ‘Rumeli’ye çoban ihracı yasağı’, ‘düğün ve kutlamalarda ateşli silah kullanımı yasağı’, ‘evlerde yedi türden fazla yemek pişirme yasağı’, ‘mekteplerde falaka yasağı’, ‘1889’daki susam yasağı’, ‘çöp ve süprüntü yasağı’, ‘Cuma günü eşeklere yük yükleme yasağı’, ‘Galata Köprüsü’nde dilenme yasağı’, ‘başlık parası adı ile para talebi yasağı’, ‘Ramazan ayında din istismarı yasağı’... Ve daha nice yasaklar… 2014 yılında yayımlanan 13 X 19 santim ölçülerindeki 208 sayfada anlatılıyor. EKİN YAYINLARI: Şehreküstü Mahallesi, Cumhuriyet Caddesi, Durak Sokağı Nu: 2 Osmangazi, Bursa Telefon: 0.224-223 04 37, Belgegeçer: 0.224-223 41 12 e-posta: [email protected] // www.ekinyayinevi.com YUNUS İNSANLAR: Dünyaca tanınmış yazar Stephen King’in, Törsten Krol takma adıyla yazdığı, Pınar Kür’ün dilimize tercüme ettiği kitap, İkinci Dünya Savaşı bitiminde Almanya’da yaşayan Helga’nın aldığı bir mektuptan sonra iki oğluyla yeni bir hayat kurmak için yola çıkışını konu ediniyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Hitler'in göğsüne taktığı Demir Haç'ın gururunu yasayamadan Rus cephesinde hayatını kaybeden Nazi subayı Heinrich Linden'in ailesinin çâresiz durumuna, Venezuela'daki amcaları Klaus bir çözüm bulur. Klaus ağabeyinin karısıyla evlenecek, iki oğluna baba olacak, hatta Nazi avcılarını atlatabilmek için Linden soyadını da değiştirip yeni bir hayat kuracaktır. Yeni soyadlarıyla Brandt ailesinin mâcerası böylece başlar. Anne Helga, on altı yaşındaki Erich ve herkesin Zeppi diye çağırdığı on iki yaşındaki Friedrich'i yanına alıp Venezula'ya gider. Küçük bir kilisede nikâh töreni yapılır ve hemen ardından aile amca-baba Klaus'un yeni görev yerine doğru, çift motorlu bir uçakla yola koyulur. ‘Sonrasında hâdiseler beklenmedin bir şekilde gelişir.’ Diyerek, kitapla alakalı bilgileri burada bitirelim. Böylece, hak ettiği bahşişi alamadığı için intikam alma maksadıyla filmin sonunu söyleyen yer göstericinin durumuna düşmeyelim. EVEREST YAYINLARI: Ticarethane Sokokağı Nu: 53 Cağaloğlu 34410 İstanbul. Telefon: 0.212-513 34 20 Belgegeçer: 0.212-512 33 76 www.everestyayinlari.com e-posta: [email protected] ALİYA İZZETBEGOVİÇ / Özgürlük Mücâdelecisi ve İslam Düşünürü: Bağımsız Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin ilk ve kurucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç (1925-2003), ‘İslâm Deklarasyonu’ adlı kitabı dolayısıyla 1983 yılında yargılandığı Saraybosna İslâmcılık Dâvâsında kendisini muhakeme eden Sosyalist Yugoslavya Cumhuriyeti'nin hâkimlerine şu sözlerle karşılık vermişti: ‘Ben Müslüman’ım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslâm dâvâsının bir neferi olarak telâkki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslâm, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adıdır. Dünyadaki Müslümanlar için daha iyi bir gelecek vaadinin veya ümidinin, onlar için şerefli ve hür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin diğer adıdır.’ Çağdaş İslam Düşüncesinin önemli temsilcilerinden Aliya İzzetbegoviç'in hürriyet mücâdelesi, İslâm düşüncesinden ve pratiğinden bağımsız değildir. O’nun düşüncesinde hürriyet ve ahlâk, insanı yücelten ve diğer varlıklardan farklı kılan temel değerlerdir. İslâm, bu iki değerin uyumlu birlikteliğini sağlamaktadır. Ne var ki zamanla Müslüman toplumlarda İslam ile Müslümanlar arasında büyük bir mesâfe oluşmuştur. Din yorumlarında, ahlâkta, siyâsette, ekonomide ve benzeri pek çok alanda gözlenen yozlaşmanın kaynağı da bu mesâfedir. Merhum bilge lider, sâdece Bosna Savaşı sırasında değil, hayatı boyunca İslâm ile Müslümanlar arasında oluşan mesâfeyi dert edinmiştir. Özellikle İslam rönesansı ve İslâmlaşma mücâdelesine düşünce adamı olarak önemli katkılar sağlamıştır. İzzet Begoviç adını taşıyan eserde, O’nun; Müslümanların samîmiyetle ve fedakârlıkla İslâm'a dönmeye ve İslâm'ı yaşamaya ihtiyaçları olduğunu haykıran, bu uğurda ömrü boyunca devam ettirdiği mücâdelesi, fikriyatının ve pratiğinin anlaşılmasına katkı sağlamaya çalışılmıştır. Mahmut H. Ekin ve Faruk Karaaslan tarafından hazırlanan 13,5 X 19 santim ölçülerinde, 150 sayfalık eser, 2015 yılında yayınlandı. PINAR YAYINLARI: Alemdar Mahallesi, Çatalçeşme Sokağı Nu: 27/15 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-520 98 90 Belgegeçer: 0.212-527 06 77 e-posta: [email protected] www.pinaryayinlari.com

KISA KISA / KISA KISA…

1- GENÇ PSİKOLOJİSİNDE SEVGİ VE EVLİLİK ÖNCESİ CİNSELLİK: Dr. Hamdi Kalyoncu. Boğaziçi Yayınları.

2- KARAGÖZ’ÜN DONDURMACILIĞI: Ünver Oral. Bilgecan Yayınları.

3- SON KUŞLAR VE BÜTÜN HİKÂYELERİ: Sait Faik Abasıyanık. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

4- DİNLE SÖZÜ SEVGİLİ’DEN: Münire Dönüş. Timaş Yayınları.

5- HEVES: Suavi Kemal Yazgıç: Profil Yayınları.