Halife Harun Reşit döneminin ermişlerinden, hak yolunun divanesi, hakikatin ayinesi Behlûl Dane bir gün  sarayın bahçesinde tahta parçalarından eve benzer bir şeyler yapıyordu. Görenler oyun oynuyor zannettiler. Oradan geçen Harun Reşit sordu:

- Behlül ne yapıyorsun öyle?

-Cennette evler, köşkler yapıp satıyorum

- kaça satıyorsun

 - Bir altına.

  Bu cevap üzerine Harun Reşit, Bizim Behlül'e yine bir şeyler oluyor galiba, deyip gülümseyerek vurup geçti yanından.

   Bu durumu pencereden izleyen  Harun Reşid'in hanımı Zübeyde Hanım, Behlül boşuna iş yapmaz, deyip bir koşu bahçeye iniverdi. Ya Behlül bunlar ne böyle, ne yapıyorsun diye sordu. Behlül: Cennet köşkü yapıyorum efendim, diye cevap verdi.

 Zübeyde Hanım köşke müşteri çıktı: Bu köşkü bana satar mısın?

 -İsterseniz satarım!

 -Kaç paraya satarsın?

 -Sana bir akçeye veririm.

  Zübeyde Hanım, bu dünyada üç beş tahtayla ahrette köşk inşa etmenin arasında ki ilişki ne ola ki diye sorgulama gereği bile duymadı.  Bir akçe verip satın aldı.

  Harun reşit ve hanımı o gece rüyalarında kendilerini cennette gördüler.

  Zübeyde Hanım lüks bir köşkte oturuyordu. Öyle bir köşktü ki kimse gözünü alamıyordu.       

  Harun Reşit Sordu:

-Hanım, sen bu köşke ne zaman sahip oldun?

-Dün bir akçeye Behlûl'den satın almıştım.

 Harun Reşit pişman olmuştu. Eyvah neyi kaçırmışız dedi.

 Sabah oldu, hükümdar hemen Behlûl'ü çağırttı.

-Dün hanıma sattığın köşkten bir tane de bana yapsana, dedi.

-Olur, yaparım, dedi Behlûl.

-Kaça yapacaksın?

-Bin akçeye yaparım.

-Ama hanıma bir akçeye vermişsin!

-Evet, bir akçeye verdim. Ama o köşkün değerini bilmeden, köşkü görmeden aldı. Sen ise dün gece onun nasıl görkemli bir köşk olduğunu gördün. Ben buna göre fiyat istiyorum, dedi.

   Ne kadar derin ibretler vardır bu hikâyede görene, bilene ve anlayana.

Öyle değil mi; birçok hakikate öylesine bakarız. Bakarız da arkasında ki hikmeti bir türlü göremeyiz. Bazen de görmeye çok fazla anlam yükler, göremediğimizi inkâr etme talihsizliğine düşeriz.

   Bize eşyayı gösteren gözleri yoktan var edeni unutur da göze yükleriz bütün sorumluluğu.

   Hâlbuki imanın aslı görmeden inanmak ve hatta görür gibi inanmaktır. Bu körü körüne öylesine inanmak değil elbet;  haddi bilerek, haddi aşmadan inanmak. İmana kibir ve bencillik karıştırmadan inanmak... Şeytanca değil rahmânca inanmak… Sıddık-ı Ekber gibi inanmak.

Göremediğine görenlerin hikmet penceresinden bakarak inanmak…

   Bazen de öyle zalimane bir tutum sergileriz ki ekletmeyi, aklı ilah edinmeye kadar götürürüz. Hâlbuki akıl asıl olan değil hakikate ışık tutan, hakikati anlayan, yorumlayan bir vesiledir. Ekletmek adaletin gereği iken aklı ilah gibi görmek her şeyi kavradığını zannetmek zulümdür.  Hem akla zulüm hem hakka zulüm... Akıl yolu gösterdi diye akla İlahlık iddiasında bulunmak  kadar anlamsızdır görmediğini inkâra kalkışmak. Gözün yumsan görmediklerin inkârı mı gerektirir. Kulağın bütün sesleri işitir mi? gitmediğin yerleri, dokunmadığın, hissetmediğin her şeyi yok mu kabul edersin? Ebetteki hayır. Her aza kendi vazifesini yerine getirir. Göz zahiri âlemi seyreylerken, işin kabuğuyla ilgilenirken kalp gözü hakiki âlemin hikmetleriyle uğraşır, işin özüyle meşgul olur.  Zaten imanı kalbin ameli eden de bu gerçektir.

   Unutmamalı ki ahret kazancı dünya tezgâhında satılsa da beşer terazisiyle tartılmaz.

 Bedene hapsedilmiş ruhlar ebedi âleminin hesabını sağlıklı yapamaz.

 İnsan kalbinin derinliği kadar insan; kalbinde taşıdıklarıyla iman sahibidir.

  Evet, çoğu zaman dünya hayatı bitmeyecek, ahret hayatını gelmeyecekmiş gibi davranıyoruz. Hakikatin aslını unutup  gölgesiyle  meşgul oluyoruz. Geçici olanla ebedi olanı birbiriyle karıştırıyoruz. Hâlbuki rüya âleminde yaşıyoruz; ahrette uyanacağız.

     Dünyada yaptığımız, ettiğimiz   şeyler  iyi niyetiyle  yorumlansa,  imanın terazisinde tartılsa, hikmetin hamuruyla yoğrulsa uyandığımız ahret hayatımız ne güzel olacak.

    Öyleyse sabah ola hayır ola temennisinden ziyade birazda gören gözümüze, işiten kulağımıza, yürüyen ayağımıza, tutan elimize konuşan dilimize ayar verelim. Kalbimize dayayalım bütün azalarımızı, kulak verelim oradan gelen hakikat esintilerine. Hikmet soluyalım, ilmi irfanla taçlandıralım. Marifet, marifet  büyütelim hakikat yumağını.

  Fudayl bin İyâz -rahmetullâhi aleyh- iman sahibini şöyle anlatır:

“Mü’minin; Konuşması hikmet, Susması tefekkür, Bakışı ibret, Ameli iyiliktir."

Velhasıl: Dünya sürgününden kurtulmak, yaşadığımız rüyayı hayra yorumlayıp gerçek dünyada uyanmak ümit ve duasıyla...